Asmin Cudi
Ömerli yani Amara köyü, köy küçük tepeciklere benzeyen kayalıklara yakın. Fıstık bahçeleri, üzüm bağları ve daha farklı meyve türlerinin içinde olduğu bahçelerle çevrilidir. Bir çocuğun büyüyebileceği en doğal ve güzel coğrafik mekânlardandır Ömerli Köyü.
Üveyş ananın ailesinin bir döneme kadar yaşadığı ev, köyün tam ortasında. Bahar geldiğinde evin bahçesi kır ve papatya çiçekleriyle donanır. Çocuklar için bir cennettir, dileklerinin olup olmayacağını bu çiçeklerden öğrenmeye çalışırlar. Belki de dileklerini gerçekleştirmesi gereken büyükler, yaşamın önlerine çıkardığı sorunları çözmekle meşguldür. Köyde genelde insanlar kendi hallerinde, mütevazı bir yaşam sürer. Yazın bahçelerinin ürünlerini toplarken, birbirlerine yardım ederler. Köyde orta halli olan ailelerden biri Üveyş ananın ailesidir. Tanınan ve saygı duyulan bir aileden olan Üveyş ana, güzel, heybetli duruşuyla, köyde sevilen ve saygı duyulan bir kadındır. Misafirleri hiç eksik olmaz, yoksullara yardım ederdi. Her gün yaptığı güzel yemeklerden komşularına vermek onda bir gelenekti. Aslında çok da mutlu sayılmazdı, memnun değildi içinde olduğu durumdan. İsyancı tarafı görünmez, hüzünlere bürünürdü. Herkesin yaptığı işi beğenmezdi, belki de kendisine aşırı güveninden kaynaklıydı bu yönü. Daha sonra torunlara vereceği tek şeyi, ona tanrıçalar diyarından kalan masallarıydı. Masallarında tanrılara yer vermezdi. Daha sonra öğrenecekti ki oğlu Abdullah, onun benimsemediği tanrılara başkaldırmıştı. Üveyş ana masallarında yer vermezken, oğlu Abdullah tüm yaşamında o tanrılara yer vermeyecekti. Oğlunun tanrılara olan bu isyanını çok sonraları fark edecekti, belki de annesinden çalınan ana tanrıçanın değerlerini alıp geri iade verme isyanı ve kavgasıydı. Oğlu Abdullah’ın tanrılara başkaldırdığını evine yapılan asker baskınlarından öğrenecekti. Tanrılar onu her yerde arıyorlardı, bulmak istiyorlardı onlara başkaldıran bu kulu!!!…
Abdullah büyük işlere kalkışmıştı ve Kürtlük için yola çıkmıştı. Bunun gururunu içten içe yaşıyordu. Türkçe ve Kürtçeyi çok iyi konuşan Üveyş ana evini basan askerlere isyan ederdi. Bu baskılarla beraber köyü korku sarmıştı. Artık köyün ve akrabalarının kapıları ona yavaş yavaş kapanacaktı. Tüm bu yaşadıklarına rağmen rutin yaşamına devam etmeye çalışıyordu Üveyş ana. Öfkelense de koşullara teslim olmuyor, koşulları yönlendirerek onlara karşı mücadele etmeye çalışıyordu. Yaşama bağlı ve direnişçi bir kadındı. Oğlu Mehmet in sık sık tutuklanmasından dolayı torunları ve geliniyle yalnız kalıyordu. Yasam artık köyde çekilmez olmuştu, sosyal çevreleri kalmamıştı. Gelir kaynakları olan fıstık ve bağ bahçelerini bırakıp Adana’ya taşınmak zorunda kaldılar. Sürgün yaşamı tüm sıkıntılarıyla kendisini hissettirmişti. Yoksulluk ve sosyal çevrelerinin olmaması Üveyş anayı erken yıpratacaktı. Adana’da da yurtsever çevreler bile korkudan Üveyş ana ya selam veremez olmuşlardı. 12 Eylül insanlarda büyük bir korku yaratmıştı. 12 Eylül darbesiyle Kürdistan’da dalga dalga yayılan ve gürleşen isyan kıvılcımını söndüremeyen tanrılar çıldırma noktasındaydılar. Söndürülemeyen isyan ateşini söndürmek için yeni yeni tanrılar ve uzantıları davet edilmişlerdi. Hizbullah ile el ele veren dönemin TC hükümeti isyana kalkan kullarının beyinlerini ele geçiremedikleri için bedenlerini yok ederek bu isyancılardan kurtulmak istiyorlardı. İlk işleri korku salmak olmuştu her yere. Kimse artık sokağa yalnız çıkamaz olmuştu. 90’lı yıllar birçok devrimcinin özellikle Kürt yurtsever kesiminden birçok insanın kaçırılıp, katledildiği yıllardı. Bu yıllarda, bir geceyarısı 2 sivil polis Üveyş ananın oğlu Mehmet’i alıp götürdü. Bir şeylerin yolunda olmadığını fark eden Üveyş ana bağırarak ağıt yakmaya başladı. “Ey komşular uyanın bir oğlum kaldı, onu da götürüyorlar, bir daha geri gelmeyecek” diye feryat etti. Tüm mahalle uyandığı için sivil polisler Mehmet’i yarı yolda bırakıp gitmek zorunda kaldılar. Mehmet geri döndü. Üveyş ana kaybetmek üzere olduğu oğlunun geri dönüşüyle rahatladı. Yaşama gözlerini kapatana kadar yanında kalan tek oğlu Mehmet’i kaybedeceği korkusuyla yaşadı Üveyş ana.
Yoğun denetimde olan Üveyş anayı DEP kongresine katılması için bir gece yarısı kimseye fark ettirmeden yurtseverler gelip alıp götürmüşlerdi. Aradan bir kaç gün sonra yine aynı şekilde geri getirmiştiler. DEP kongresine katılmış ve oğlu Abdullah’ın başarıları ile karşılaşmış ve bundan gurur duymuştu. Ölmeden bir kaç gün önce, oğlu Abdullah’ı bir-iki kere rüyasında gördüğünü, Abdullah’ın yerden bir altın kaldırarak ona verdiğini söylemişti.
Sürgün ve yoksulluk Üveyş anayı yıpratmıştı, şeker hastasıydı. Bu hastalıktan kaynaklı bir ayağında açılan yarayı doktorlar bir türlü kapatamıyordu. Yarayı kapatamayınca bir ayağını dizinden kestiler. Artık yürüyemeyecekti Üveyş ana. 1993’ün Nisan ayında, ayağını kaybettikten bir yıl sonra, bir bahar günü, Adana’ daki evinin balkonunda, günesin batışıyla yaşama gözlerini kapattı.
Sevgili Üveyş ana eğer zamanı geri çevire bilseydim, seninle olan zamanı daha dolu ve anlamlı geçirirdim. Örneğin çocukluğumuzun huysuzluğu ile seni kızdırmaz ve hiç kimsenin yapamadığı halen tadı damağımda olan bulgur pilavından ve bamya yemeğinden doyasıya yerdim. Ellerinden öper, üzülme, öfkelenme derdim. Senden tarih içinde çalınan değerler bugün ayakta ve isyanda, rahat uyu derdim.