ÖNDER APO
Neden kadın çözümlemeleri?
Madem toplum bu kadar yıkıcı, düşürücü ve köleleştiricidir, madem örgüt içindeki yaklaşımlar da bunun bir nevi yansımasıdır, o halde doğrusu nedir? Kadın ve aile çözümlemeleri bu amaçla geliştirildi ve bu çok köklü ele alındı. Bir din, bir ulus, bir savaş çözümlemesi gibi, biz de kadın çözümlemesini geliştirdik. Bu iş ucuz duygularla, hevesle ele alınıp başarılacak bir iş değildir. “Seni çok seviyorum, anlaştık, ilişki kurduk” demekle asla ciddi bir yaklaşım geliştirilemez ve çözüm bulunamaz. “Ben seni şimdilik düşünmüyorum” diyen bir inkârcılıkta veya “Devrimdir, böyle idare etmek istiyoruz” diyen geçici yaklaşımda özgürlükçü hiç bir yan yoktur.
O halde doğru nasıl bulunacak? Bu açıdan çözümlemeler anlamlıdır. Biz doğrulara veya benimsenmesi gereken hususlara açıklık getiriyoruz. Yaşanan deneyimler bunun doğru olduğunu gösteriyor.
Kadın-erkek ilişkilerinde düzey yaratılmak, olgunluk, ciddiyet, eşitlik, özgürlük, sevgi, saygı, güç ve kolay oynanamaz bir düzey sağlattırılmak isteniyorsa, öncelikle ucuz duygulara ve güdülere kapılmadan, temel yoldaşlık ölçülerinde birbirimizle birliğe var olup olmadığımızı iyi anlamak zorundayız. Bu konuda ne kadar ısrarlı olsam da, genelde bütün yoldaşlar “Biraz feodal kalalım, aşiret ve aile etkilerini yaşayalım, sistemin etkisini yaşayalım; dinimiz, mezhebimiz, cinsiyetimiz ve cibilliyetimiz bizi böyle alıştırmış, geleneğimiz ve ahlâkımız böyle yetiştirmiştir” diyorlar. Bunlar birden aşılmaz, ama tüm bunlardan şikâyet edip daha ilerisini istiyorsanız, eskiyi aşmasını bileceksiniz.
Bütün bunları vurgulamamıza rağmen, genel değerlendirmeler ucuz yaklaşımcı, düşürücü, tıkayıcı, basitleştirici, ağavari ve köleleştiricidir. Demek ki, doğru ilişki geliştirmek mücadele ister. Yani kolay ilişki tarzı yoktur. Dolayısıyla yoldaşlık en yoğun savaşımı ifade ediyor. Bu yaşıma geldiğim halde, bu ilişkilerde kolaylığa ve yüzeyselliğe kaçmıyorum. Yani geleneksel, inkârcı ve yüzeysel ilişki tarzı itibar etmediğim ilişki tarzıdır. Devrimci tarzı, yoldaşlık tarzını deniyorum. Bu çok zor bir tarzdır, ama örgütlüyor, partileştiriyor ve savaştırıyor, bu anlamda güzelleştiriyor ve sevdiriyor. Demek ki, bu tarz önemlidir. Bu anlamda Önderlik çözümleyicidir. Bu, güç ister, en önemlisi de güç için çaba ister ve ben bunu yılların tecrübesiyle birleştirerek sağlıyorum. Sonuç, dün iki kelimeyi konuşamayan köylü kızı, bugün korkusuzca, tek başına dağlara çıkıyor. Binlerce genç kızın niceliksel ve niteliksel anlamda erkekleri bile aşacak düzeyde devrime katılmaları söz konusudur. Demek ki basit yaklaşmamışım, geleneksel tarzdan ve inkârcılıktan eser yoktur. Bu nedenle ilgi yüksektir, çok ciddi bir geliş var, ölümü göze alıyorlar. Yüzlercesi teslim olmamanın sembol ifadesi olarak bombalarla kendini parçalıyor. Bu büyük bir yaklaşımdır. Bunun neden böyle olduğunu iyi çözümlemeliyiz. Mücadeleye bu akış, her şeyini ortaya koyuş niçindir? Buna değer biçmek gerekir. Bir insan hayatını ortaya koymuşsa, çıkışı köle kadına tepkiyse, bunun üzerinde çok duracaksınız. Eğitimsizliğine, programsızlığına ve örgütsüzlüğüne çare olacaksınız.
Bir köylü kızı ve köylü erkeği saygıyı fazla bilmez; geleneklerin diliyle bir iki sözcük söyleyebilir. Bunlar birbirlerine çok yabancıdırlar. İki kelimeyi bir araya getirip konuşamazlar. Sağlıklı bir birlikteliği asla düşünemezler. Kaba cinsel bir yaklaşımla, olsa olsa birleştiklerini söylerler. Devrimde yüceliği, siyasal, sosyal ve kültürel yaşamı arayan bir kişi kendini nasıl bu kabalığa terk edebilir? Devrim bir anlamda bu kabalığı, bu köylü yaklaşımını aşmak değil midir?
Toplumun diğer yarısı da sözde küçük burjuva ile ilişki kurmuştur ama her tarafı dökülüyor. Ölçüsüz ve plansızdırlar. İlişkilerinin içeriğinde ciddi bir şey olmadığı gibi, amacı da yoktur. Bu, yüzeysel duygulanmalar sonucu oluşmuştur. Bunun sağlayacağı birlik ve tatmin ne olabilir ki? Dolayısıyla bu tarz ilişki de çözülüyor. PKK çözümü derindir. Köylü kızı da, üniversitelisi de, evlisi de, bekârı da “Çözüm PKK’dedir” diyor. Böylece bir kadın özgürlük hareketi ortaya çıkıyor. Bir anlamda erkeği de eşitliğe ve özgürlüğe çağıran, dönüştürüp geliştiren tarz yaşanıyor. Bunu bir adım daha ilerletebilir miyiz? Geleneksel yaklaşımları yerle bir ediyoruz; inkârcılığı ve yine kadını dışlamayı bir tarafa bırakıyoruz. Yüzeysellikleri de fazla itibarlı kılmıyoruz. Buna rağmen mücadeleye akışlar çok fazladır; kurtuluş ve özgürlük özlemleri hayli yoğundur. Bu bir adımdır, başlangıçtır. Eğer bununla yetinirsek, kendi kendimize en büyük kötülüğü yapmış oluruz. Bu kadar özgürlük taleplerine bir çıkış ve çözüm bulamazsak, buna bir cevap teşkil edemezsek, partinin düzeyini ikinci bir adımla geliştiremezsek çok yazık etmiş oluruz.
Çözüm ne olmalı?
İkinci adım da zemini özgürleştirmeye açık tutmakla iyi ettik. Herkes özgür geliyor. Kimse kimsenin malı, karısı, kölesi ve ucuz aşkı değildir. PKK ortamında kadın öncelikle özgürlüğü yaşasın; “Ben bireyim, düşünüyorum, tartışıyorum, karar verebiliyorum” deme noktasına gelsin. Bu önemli ve temel bir adımdır. Bu adımı attırmadan, hiç kimseye kendini gizleyip maskeleyerek ilişkileri saptırma imkânını vermemeliyiz. Bir adam eşiniz bile olsa, onu yoldaşlık çizgisine çekmeden, özellikle köleleştirici ve düşürücü tarzı çok açık olan ilişkilerine kendinizi alet ettirmeyin. İstediği kadar “Sen benim malım, mülküm değil misin, sen geleneklere, hatta kanunlara göre eşim değil misin?” desin. “Ne kanunu, malın mı var, gelenek mi kaldı, bunlar bizim için kölelik değil mi? Yoldaş ol, benim şartım budur” diyeceksiniz. O, “Benim duygularım var, sana bağlıyım” diyecektir. Burada içine girilmesi gereken tavır tam bir militan tavrı olmalıdır. “Önce militan ol, saygıdeğer bir yoldaş ol” denilmelidir. Bu, yüceltici bir yaklaşımdır.
“Değerlendirmeler doğru, ama pratikte gerçekleştirilmesi nasıl olabilir?” diye sorabilirsiniz. Erkek genellikle katı ve kadın da oldukça köleleştirilmiş olduğu için, kadın hep boyun eğiyor ve kolaylıkla uzlaşıyor. Parti içinde aldığımız tedbirler bu nedenledir. Öncelikle kişi özgür olacak, yoldaş olacaktır. Dağlarda, hemen hemen her yerde kadın ile erkek yan yanadır. Yoldaşlar “Ateşle barut bir yerde durur mu?” diyorlar. Bu kaba bir yaklaşımdır. Ortada ne ateş, ne de barut bulunuyor; burada insanın özgürlüğü ve şerefi var. Bu, ateşten de, baruttan da daha önemlidir. Kaybedilen haklar ve kişilikler güdülerle, ateşle, barutla izah edilerek aşılamaz. Çünkü onur ve şeref isteyen sizsiniz.
Kendimizi ilişkilerde neden düşüreceğiz? Neden kendimizi yakacağız? Bu, ilkel bir ilişki tarzıdır. Karşısında çok değerli bir yoldaş adayı var, ama o çok ilkel duygularıyla bakar, çok kaba bir ilgi gösterir. Bu basit bir köylü kızıysa, bir köylü kocası aklına getirir, eğer bir erkekse “Şunu nasıl ezeyim, bitireyim, malım mülküm yapayım” der. Bunlar kaba ve çirkin yaklaşımlardır. İnsanlar arası ilişki bu kadar ucuz olmamalıdır ve kendimizi buna böyle ucuzca terk etmemeliyiz.
Burada ikide bir aşk şarkıları söyleyelim, her an sevgi türkülerini haykıralım da demiyorum. Biz bu tür ucuz yaklaşımlardan da uzağız. Ama saygılı olmayı bileceğiz, sevmenin kanunlarının ne olduğunu anlayacağız. Ucuz ilişkinin olamayacağını belirttik. Birbirine hakaret etme, birbirini inkâr etme de olmaz. Çünkü devrime katılmaya cesaret etmiş, hayatını ortaya koymuştur. Devrime katılan insan güzel insandır; bu insan birinci adımı atmış, savaşı göze almış, bir yerde kendini adamıştır, bu da güzel bir adımdır diyeceksiniz. Bilinçlidir, örgütten anlıyor, bu insanla konuşulabilir, bu insan giderek sevilebilir diyeceksiniz. Böylece bir sevgi bağı da gelişebilir ve bu güzeldir. Bunun anlaşılamayacak bir yönü yoktur, bunun benimsenmeyecek bir yanı da olamaz.
Militan düzeyde artık şu gerçekleşmelidir: Bütün ilişkileriniz netleşmiş, bilinçli ve özgürlüğe hizmet eden, hatta kendini yücelten bir tarzda olmalıdır. Bu, duygularda ve sevgi olayında da vücut bulmalıdır. Yani neyin duygusu ve sevgisinin yüce olduğunu, hangi duygu veya güdünün düşürücü olduğunu artık anlamalısınız. Erkek ilişkilerinde sizi çaptan düşürecek yaklaşım nedir? Sizi örgütleştirecek özgürlük nedir? Bunları duygularınızı konuşturarak değil, özellikle bilinçle kavrayabilmelisiniz. Çünkü bu konularda ezilen veya kazanmak durumunda olan sizlersiniz. Bunun için hem ilke sahibi olmak hem de pratikle kendi gelişiminizi sürdürmek zorundasınız. Erkek kendi egemenliğini ilişkilere dayatır, yaklaşımlarınız ve duygusallıklarınız buna fırsat sunar. Bunu boşa çıkarmanın veya kendinizi kabul ettirmenin yolu ilkeli, duygulara fazla yer vermeyen, kişiliğinizi kabul ettirici ve erkeği de dönüştürücü yaklaşımlardır. Hatta giderek nasıl bir erkek sorusuna cevap vermek durumundasınız.
Özgürlük yaklaşımını esas aldığınızda, parti gerçeğine, yurtseverliğe ve onun savaş gerçekliğine bağlısınız ve gereklerini sonuna kadar yerine getiriyorsunuz demektir. Özgür yaklaşımın altyapısı budur. Daha da geliştirirseniz, erkeklerle ilişkiler -bunlar her türlü ilişkiler olabilir- eğitim ve örgütlenmeyle birlikte eylem, onun da özgürce ifadesinin nasıl olması gerektiği açığa kavuşturulmuştur. Duygusal yaklaşımların da temeli ortaya konulmuştur. Bu gerçeğin içinde erkek kadının gerçeğine oldukça saygılı ve herkes temel gerçeklere bağlıdır. Bundan doğacak sonuç yüksek ve yüceltici bir duygu ve sevgi olayıdır. Bunun da dedikoduyla, bozgunculukla, birbirlerine kendini dayatmayla alakası yoktur. Tam tersine, sevgi ve ilgi olayını -insanlar yüksek ilgiyle birbirine bağlıdır- ters yorumlayıp bireysel amaçlar için kullanmak, kendine mal-mülk etmek, “Bana bağlı olan erkek veya kızdır, onunla istediğimi yaparım, istersem çalışırım, istersem bunalırım, kendimi yere atarım, çalışmam” yaklaşımlarını sergilemek affedilmezdir; bunlar düşkün yaklaşımlardır. Hiçbir sevgi ve duygu ilişkisi böyle alçaltmaya götürmemelidir. Götürdüğünde ise buna sevgi ve duygu demeyeceğiz, alçakça güdüleri veya bireyciliği ve kaprisleri uğruna yürüttükleri bir tasfiyeciliktir diyeceğiz. Sonuç, çok değerli bir yaklaşımdır; gerçek sevgi ve gerçek saygıdır; eğer gücünüz varsa, aşk yolunda ilerlemektir. İşin bilimsel özü budur.
Cinsel özgürlük, özgürleşen kişiliğin eylem özelliği olabilir
Cinsellik ihtiyacı da yakından gözlemlenmeyi gerektirir. Kendini son derece arzulu ve şiddetli hissettiren bu ihtiyaç, yaşamı sürdürme gibi bir fonksiyonu ifade etmektedir. Enerjinin cinsellik oluşumundaki yoğunluğu yine yaşamsallıkla bağını düşündürmektedir. Fakat cinselliği yaşamın tek sürdürücü etkeni olarak düşünmemek gerekir. Belki de en ilkel yaşamı sürdürme olgusu cinsel tarzdır. Bu tarz, niceliksel temelde yaşamın sürdürülmesidir.
Çeşitlenme ve evrim yaşamın daha zenginleşmiş biçimlerine yol açar. Ayrıca cinsel birleşme sadece yaşam tutkusunu, güdüsünü değil ölüm korkusunu, daha doğrusu ölümün kendisini birlikte taşır. Her cinsel birleşme kısmen ölümdür. Bazı hayvanlar birleştikten sonra hemen ölürler. O halde cinselliğe yoğun bağlılık, yaşamın en ilkel halini ve ölümün gerçekleşmesini de çağrıştırır. Sadece cinselliğe mahkûmiyet ölüm seçeneğini güçlendirir. Cinsellik diğer sevgi ve güzellik duygularına ne kadar dönüşür ve yaşanırsa, o kadar ölümsüzlüğe yaklaşır. Sanat eserlerindeki ölümsüzlük bu algının sonucudur. Cinsel üremeyi bir savunma tarzı olarak da yorumlayabiliriz. Ne kadar ürersen o kadar kendini varmış, sürecekmiş ve savunacakmış gibi hissedebilirsin.
Zevkin ve acının öğretici değeri yüksektir
İnsan toplumunda cinsellik ve üremeyi daha yakından tartışacağız. Yaşamı tekrarlama niteliğinde sürdürme garantisi veren cinsel eylemdeki hazzı ‘aşk’ olarak değerlendirmek büyük hatadır. Tersine, cinsel eyleme dayalı haz aşkın inkârıdır. Kapitalist modernite cinsiyetçiliği kanser gibi çoğaltarak, aşk adı altında toplumu öldürmektedir. Gerçek aşk evrenin oluşum dilinden duyulan büyük heyecandır. Mevlana’nın “Âlemde ne varsa aşk imiş, gerisi kıl u kal imiş” sözü hakiki bir aşk yorumu olabilir. Aşk cinsel hazzın aşılmasına, daha doğrusu insan ahlakındaki karşılıklı özgürlük düzeyinin gelişimine bağlıdır. Cinsel şehvet özgürlük yitimiyle, maddi hareketsizlikle de bağlantılıdır. Sadece kadın-erkek arasında değil, tüm evren unsurları arasındaki aşkı oluşum ahengine bağlamak en doğrusudur.
His ve duygunun gelişimi başlı başına bir mucizedir. Örneğin görmeyi nasıl yorumlamalıyız? Görmenin canlılığın en gelişkin bir öğesi olduğu kesindir. Işıksız görmenin düşünülemeyeceği de açıktır. Görmüş olmak bir düşüncedir. Cinsellik başta olmak üzere, tüm canlılık özelliklerini bir düşünce biçimi olarak görmek önemlidir. Canlılığın kendisi bir anlamda öğrenme yetisidir. Bu anlamda Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım” deyişi yerindedir. Daha da genelleştirirsek, evrenin kurallar dahilindeki döngüsünü de öğrenme olarak yorumlayabiliriz. Kurallar öğrenmeyi hatırlatır. Fakat yine göze dayalı öğrenme muhteşem bir gelişmedir. Şu söz anlaşılırdır: “Tanrı kendini gözlemek için evreni yarattı”. Hegel’deki kendi farkına varmak için ‘Geist’ın maddeleştiği yargısı da görmeyle bağlantılıdır. Belki de görmek, görülmek oluşumun esas gayelerindendir.
Zevk ve acı duyguları da havyan canlılığında kendini hissettirir. İki his de yaşamın farkını hatırlatır. Ne kadar zevklenilirse yaşam o denli fark edilir, benimsenir; ne kadar acı duyulursa, yine o denli yaşam fark edilir ve bu sefer benimsenmez ve sürdürülmek istenmez. İkisi de öğrenmenin keskin okullarıdır. Zevkin ve acının öğretici değeri yüksektir. Zevk büyük öğretir, fakat uğruna her tür çılgınlığa da yol açabilir. Acı yine büyük öğreticidir, dolayısıyla yaşamın değerinin güçlü takdirine yol açar. Zevkin sonu acıya oldukça yakınken, acının da sonunda zevkli yaşam şansı yüksektir. Yaşamlar aralarındaki farkı daha iyi görmek, daha zevklenmek, acı çekmek biçimindeki öğrenmelerle ortaya koyarlar.
Kürt erkeğinde de, kadınında da cinselliğe düşkünlük çok ileri boyuttadır. Köylü felsefesinde gece gündüz kör bir cinsellik vardır. Görünüşte çok namusludur, namazında niyazındadır, Allah’ıyladır; ama bence onun bütün yaşamı çok kör bir cinselliktir. Bu cinsellik, ilkel aşamanın aile düzeyinden bile daha geri bir cinselliktir. Yaşanan budur. Ne acıdır ki, bu ilkelliğe namusluluk yaftası vurulmuştur. Aileye taşırıldığında da, Kürt gerçeği orada bütünüyle cinsellik ilişkisine boğulmuştur. Aslında bütünüyle vatan ve ulusal kimlik gitmiş, her şey burada kaybedilmiştir. Şu anda en büyük darboğaz halen budur. Ne erkek ne de kadın nefes alabiliyor. Bu ancak uzun boylu edebi ve siyasal değerlendirmelerle tam anlatılabilir. Köylülükten sağlam bir adam neden çıkmıyor? Bütün bu çabalara rağmen, güçlü siyasal ve askeri komutan halen neden gelişmiyor? Peşmerge ailesi için kendini neden kırk defa sattı? Kürt erkeği kendini Avrupa’ya neden bu kadar sattı? Ailesi ve iş için sömürgeciliğe günde kırk kez dileniyor. Sözde namusu olan aileyi, hatta sırf basit yaşamını kurtarmak için bir maaş karşılığında satamayacakları hiçbir şeyleri yoktur. Onur ve namus kaldı mı? Ahlâk bunun neresinde? Fakat sırf bunu kurtarmak için dünyanın cehennemi işkencesine katlanır; dünyanın öbür tarafına, Arabistan çöllerinden İsveç’e kadar gider. Bu, aynı zamanda bir dramdır. Devrimciler sorunlara basmakalıpçı değil, yaratıcı ve kurtuluşa götürecek tarzda yaklaşmasını bilirler. O halde bu sorunlara nasıl yaklaşacaksınız? Hem bireysel olarak bu kadar yaşadığım, hem de genel gözlem gücüm olduğu için söylüyorum: Bana göre her şeyden önce yapılması gereken, cinslerin özgürlüğünü sağlayabilmektir.