Dilzar DÎLOK
İnsanı insanlaştıran önemli bir faktörün de insansal amaçlar olduğu söylenir. İnsan, ne yaptığı ya da nasıl yaptığı kadar, yaptıklarını neden yaptığını bildiği ve bunu kendi algısında bilinç zeminine yerleştirdiği için evrende anlamlı bir parçacık olma vasfına ulaşmıştır. Dağ yaşamını seçmiş insanlar bu soruları kendine en fazla soran ve yaşamın her anında bu soruların cevaplarını yenileyerek veren yaşam tarzlarıyla dinamik bir anlam akışına sahiptir. Kapitalist sistem içerisinde yaşayan insan kendi deyişiyle biraz eğlenmek, dinlenmek, kafayı dağıtmak vs gerekçelerle tatile gidebilir ve önemli bir zamansal-mali masraf yaptığı bu durumun ne için olduğunun derin anlamını fark edemeyebilir. Yaşamın, yaşam yorgunluğunun anlamı doğru olarak kavranmadığından tatile giden bir insan nereye, neye gittiğinin derin bilincine varmayabilir.
Kendisi nereye gitmektedir, yaşanan zaman nereye akmaktadır, insanlık o an’da nerededir ve nereye doğru gitmektedir? Bu sorulara verilecek cevapları olan insanların kendi zamanlarına-kendi anlarına ve evrende yer alan bir zerre olarak kapladıkları hacme yaklaşımları bambaşka olacaktır. Eğlenmek, tatil yapmak deyişleri, sömürünün eski çağlara oranla binlerce kat arttığı kapitalist modernite sisteminin inşa ettiği kavramlardır. Ve bugün sistem içinde yer alan aileler-bireyler için, büyük bir yanılgı olarak, olmazsa olmaz kabilinden bir varoluş-tamamlanış nesnesi olarak görülmektedir.
Oysa dağa çıkan insan için durum bambaşkadır. Dağa çıkan insan ne için çıktığını bilir. Her gününü nasıl yaşayacağının bilinciyle çıkar dağa. Öyle olmasaydı tüm zorluklarına rağmen dağa çıkışların önü alınamamasının bir açıklaması olabilirdi. Dağlara çıkan genç kızları, gencecik oğulları oraya çağıran anlamlı, onurlu yaşam istemidir. Yaşadığı ömrü, bir kez geldiği hayatı anlamlı yaşama ve bunun hazzını duyumsamadır. Yüreğinin pusulası sürekli dağları gösteren insanlar, kendi tamamlanışlarını dağ rüzgarlarına sığınan anlamlarda arar-bulurlar. Bu belirleme, dağ yaşamını fetişleştirmek, yapay bir kutsallığa boğmak değildir.
Tam da yaşamın içinden doğan şimdi ve geçmişle yoğrulan yaşam izleriyle oluşan bir yüceliştir sözünü ettiğim.
Son günlerde bazı Kürt vekillerin tatil görüntülerinden yola çıkarak bu vekile yönelik eleştirileri çilecilik olarak yorumlayan ve kendi kafesli algılarıyla hayatın güzelliklerinden, bu güzellikleri yaşamaktan dem vuranlar, Türkiye’nin politika ve halklar gerçeğinden ne kadar uzak olduklarını bir kez daha kanıtlamış oldular. Bu konuda düşünsel, duyumsal ya da anlamsal düzeyde bir derinliği yaşayamayanların kanaat oluşturması mümkün değildir. Günlük gazetelerin köşe yazılarından insanlara, hele hele ne için yaşadığını bilen, kapitalist modernite sistemin tüm kandırma politikalarına ve yozlaştırıcı sunumlarına rağmen, zorluklarını göğüsleyerek dağları tercih etmiş insanlara değil akıl vermeye, öneri yapmaya bile hakları yoktur. İnsanlar, kendi yaşam tarzıyla kendi hadlerini de oluşturmaktadır ki bu tiplerin, bir halkın fedaisi olmaya karar vermiş ve bu uğurda ömrünü ortaya koymuş insanların yaşam tercihleri hakkında konuşmak hadleri de değildir.
İnsan, seçici bir varlıktır. Karşısına çıkan yaşam seçeneklerinden birini seçmek durumunda kaldığında duygusal ve analitik zekânın ortaklaşa verdiği karar en güzel, anlamlı ve yaşanılası olan yaşam yönünde gerçekleşecektir. Gencecik insanlar karşılarında birden fazla yaşam olanağı varken dağlara çıkmayı tercih ediyorsa, uğruna her şeyi göze alıp dağlara koşuyorsa, kabul edilmelidir ki o gencin gözünde dağ yaşamı güzel olandır. Dağ yaşamı hakkında hiçbir fikri olmayan kişiler dahi, kimsenin kimseyi dağ yaşamına zorlayamayacağını, bir insanın ancak yoğun istemi sonucu, kendi iradesi sonucu bu yaşamı sürdürebileceğini bilirler. Böyleyse, dağ yaşamının insanın istemi-iradesiyle, zevkle, haz duyularak yaşanacak bir yaşam olarak algılanması ve o değerde yaşanması neyle açıklanabilir…
Dağ yaşamı anlamlı ve yaşanılası olandır. Ötekisi, deniz kenarında da olsa, bilmem hangi geri yıpratıcı-bitirici-çürütücü yozluğun kıyısındaki bir edim de olsa ya da kapitalist modernite sınırları içinde en güzel vs denilse de çirkindir. Kirlidir. Tahammül edilmezdir. Dünya güzellikleri içindeki doğa güzellikleri her zaman için görülmeye, bakılmaya, içinde cennetimsi yaşamları yaşamaya değerdir. Amacım, bu yücelikteki yaşamları yaratamadıktan sonra doğayı bunca katledip kirlettikten, insanlara bu doğayı yaşanmaz hale getirdikten sonra bu güzelliklerden söz etmenin kötü yürekliliğini ortaya koymaktır.
Dağlara çıkmak, Kürt gençleri için yaşamanın vazgeçilmez şartı olmuştur. Savaşmak, kolay verilen bir karar değildir. Kolay verilen bir karar olmadığı gibi aynı şekilde kolay vazgeçilecek bir karar da değildir. Varlık savaşı, Kürt gençlerini bir yaşamın kıyısından durmaktan alıkoymuş ve bir başka yaşamın ateşten zamanlarına yerleştirmiştir. Başka bir mücadele imkânı olsaydı bunun kesinlikle değerlendirileceğini bilememek, Türkiye’de aydın olduğunu söyleyenlerin ayıbıdır. Birçok aydın bu gerçeğin farkına varmıştır ve gerçek anlamıyla kendi toplumlarını aydınlatma çabasındadır. Kürtler için insanca yaşamanın tek şartı dağlarda yaşamaktır. Sistemin, köleleştiren rejimlerin, yok eden-yok sayan ve her anı bir ölümle anımsatan yaşamlardan arınmanın, bu her an kırım yaşama ekseninin dışına çıkmanın ve insan olduğunu, yaşamın bir anlamı olduğunu bilmenin, duyumsamanın ve özgür duyumsamalarla yaşamanın tek koşulu, dağ yaşamıdır. Böyle olmasaydı yüz binlerce insan dağ yolunu seçmezdi. Böyle olmasaydı, kırk yıla yayılan bir savaşın savaşçıları dağlarda olamazdı.
Anlam tercihi yapan insan, anlamlı yaşayan insandır. Anlamlı yaşama tercihini çilecilik olarak adlandırmak, üstelik çileciliğin Ortadoğu zihniyet oluşumundaki anlamını fark edemeden bu konuya değinmek, en azından Ortadoğu’da yaşayan bir insan için hoş görülmeyecek bir noksanlıktır.
Dağ yaşamını tercih eden insanlar, ucuz köşelerde yazılan ve Kürt gençlerini özendirmeyi-onursuz bir yaşama davet anlamına gelen yaşamları ölüm sayarlar. Yaşam statik bir olgu olmadığından, yaşam tercihlerini zaman zaman sorgularlar. Dağ yaşamının gerekçelerini kendi dünyalarında değerlendirir, kendi yüreklerinin ve akıllarının süzgecinden geçirir ve yeni anlamlara, yeni anlamlarla değer kazanan yaşam hedeflerine yönelirler. Kendi yaşam tercihlerini sorgularken ise yönlerini kapitalist modernitenin kusmuğu haline gelmiş basit yaşamlara dönmezler. Kendini bu kusmuk haline gelmiş insanların saflarından kurtarmanın onuruyla arkalarını dönerler bu yaşamlara. Böyle yaşamların basitliği dağ yaşamını tercih edenlerin dönüp bakacağı yaşamlar olamaz. Yaşamın anlamı, güzel bir yemekte, dans etmekte, kumlarda oturmakta değildir. Dağlı addedilmeyi kabul eden özgürlük arayışçılarında yaşam algısının bu seviyeye düşmesi, insanlığın tükeniş noktasına gelmiş olduğunu gösterir.
Ortadoğu kültürünü yaşayan toplulukları bir arada tutun, komünal yaşam anlayışının ortaklığıdır. Alevilerin eşit-özgür yaşamı, kimsenin inancına hükmetmemeyi esas alması, insanı tanrı mertebesinde yüce görerek hiçbir insanın bir diğerinden üstün olmadığını yaşamının içine yedirmesi, yine kültürel islamda var olan, komşusu açken tok yatmama ilkesi ve bunun gibi birçok özellik Ortadoğu kültürlerini ortaklaştıran ve tüm ayrıştıran, homojenleştirerek farklılıkları birbirine düşman kılan anlayışlara rağmen yaşatılan özelliklerdir. Birikimi ayıplamak, sadece kendisini değil her zaman yanındakinin ihtiyaçlarını gözetmek, bir yudum su ikram edildiğinde önce yanındakine uzatmak ve daha binlerce örneğini verebileceğimiz özellik Ortadoğu insanlarının günlük yaşamına hiç çıkmamacasına işlemiş komünal ahlaki yaşam izleridir. Bu izleri gerçekten öz itibariyle kendinde bulamayan bir Ortadoğulu insanlığından şüphe duymalıdır. Türkiye’deki açları doyurmadan Somali’dekilere koşan, yanıbaşında Kürt sorunu dururken uzaklardaki halkların sorunlarına koşan bir başbakanın eleştirilmesi de aynı kapsamdadır ve hakikat olamayacak denli samimiyetsizdir. Savaşın kızgınlaştığı bir zamanda ne yaşayacağını, nasıl yaşayacağını bilmek, yaşanan ateşten zamanlar karşısında “eğlenme”nin ne olduğunu bilmek de bu anlamda önemlidir. Bu durum neyi-nasıl yaşayacağını bilmekle ilgilidir. Bu durumdaki nasıl yaşayacağını bilme konusunda bir yanılgı varsa bunu eleştirmek de yanlış değildir. Eğlenme olgusunun, kavram etrafında bir sektörel duruma dönüştüğü hâkim sistem içinde bunun farkında olmamak da bir yanılgıdır. Bu çerçevede eğlenmek adına sisteme çekilen insanların yürek ve beyin ölümlerinin gerçekleştiğinin farkına varamamak zaten bir ölme biçimidir. En iyi niyetlisinden kendini sistemin bir aracı, nesnesi haline getirmektir. Yaşamak, farkına varıldığı oranda sonsuz hazlar yaratacak potansiyeli taşımaktadır. Çünkü hazzı yaratan da evren gerçeğinin kendisidir. Ve biz insanlar bu gerçeğin önemli birer parçalarıyız. Haz almak, zevk duymak, yaşadığımız evrende bulunduğumuz zamanı anlamlı kılmakla ilk adımını oluşturur. İnsanın kendi varlığının anlam kazanması da bu anlamla oluşan zevkin büyümesi, doruğa ulaşmasıdır. Ne deniz kenarları, ne soğuk içkiler, ne tüketen ilişkiler bizler için yaşam tercihi olamadıkları gibi hiçbir zaman mücadele ve yaşam anlayışımızdan caydırıcı bir etki yaratamazlar. Bundan dolayı ne kimse bizlere bu yaşamları örnek gösterebilir, ne de kimse bu konudaki eleştirileri boşa çıkaracak nasihatlarda bulunabilir. Çünkü dağ yaşamını seçen insanlar, bu yaşamların kıyısından çıkıp gelmiş ve bu gelişleriyle yaşamlarına anlam kazandırdıklarının bilincine varmış insanlardır. Demokratik ulusu ve demokratik özerkliği yaratma iddiasında olanların haz alacağı, zevk duyacağı şey, özgürlükle ilintili olan edimler, duyumsamalar, algılar ve yaşayışlardır. Yaşamının her alanında ne yaşadığını, nasıl yaşadığını ve neden yaşadığını bilerek, bunun düşünsel-anlamsal derinliğine vararak yaşamak insanı hâkim sistemin nesnesi-metası olmaktan kurtaracaktır. Ki en fazla haz uyandıracak olan da bu özgür yaşamdır.