• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Barışı stratejik yapmayan yarın olayları anlamaz

26 April 2014
in Genel
A A
Share on FacebookShare on Twitter

Önder Apo

Türkiye’de devlet odaklı toplumsal bakış açısı kendisini her kurumda hissettirir. Yükselmenin, gelişmenin tüm yolunun devletten, özellikle askeriyeden geçtiği varsayılır. Devlet kurumlarında olmak hem onur, hem en güvenceli hayat kazanım yoludur. Bu kadar devlet odaklı toplumun kendisine özgüveni ve yaratıcılığının gelişemeyeceği açıktır. Devlet adına adeta kendisini unutan ve kendisine erdem tanımayan toplum, doğal olarak sivil toplum,

hukuk, ekonomik güç ve yaratıcı siyaset kurumları geliştiremez. Türklerdeki bu devlet yaklaşımı en kötü etkisini kriz süreçlerinde göstermektedir. Devlet krize düştüğünde, başka çözüm gücü devreye girmediğinden felaket olarak değerlendirilmekte; ölüm kalım anı sayılmaktadır. Halbuki her şeyi devletten beklemeden, devleti yük olmayacak bir sınırda tutmak, hem devlet hem de toplum için çağdaşlığın temel ölçütlerindendir. Avrupa devlet anlayışını bu çerçevede düzenleyerek en verimli statüyü tutturabilmiştir.

Başlı başına bir konu olarak işlenmesi gereken devlet ve siyasal partiler sorunu çok daha vahimdir. İstisnasız tüm partiler ya bilinçli ya da objektif olarak devlet odaklı olmayı esas almaktadır. Toplum gibi partiler de birinci önceliği devlete vermekle fonksiyonlarını baştan yitirmektedir. Partiler toplum taleplerini devletle dengeleme kurumlarının başta gelenleri olup, sürekli toplumu esas alma, bilinçlendirme ve örgütlemeyle görevli olmaları gerekirken, hep devletten ya devrim beklemekte, ya politik destek aramakta, daha çok da devleti rant kapısı olarak görmektedir. Bu yaklaşım demokrasiler için vazgeçilmez kurumlar olarak partileri başından itibaren antidemokratik kılmaktadır. Partileri adeta ikinci bir gölge devlet haline getirmektedir. Bir devlet yetmiyormuş gibi, her parti bir devlet modeli olmaktadır. Herkes kendini devlet adamlığı yerine koymaktadır. Dolayısıyla kendisini ve etrafını devletle beslemeyi esas alarak aslında devleti de ağırlaştırmakta ve zararını daha da artırmaktadır. Hiçbir ülkede Türkiye’de olduğundan daha güçlü ‘devlet partileri’ geleneği yoktur. Olsa da bu kadar yaygın ve içten değildir. Tüm değerlerin merkezine devleti koymak partilerin siyaset üretme, ekonomik politika geliştirme, demokrasiyi geliştirip güçlendirme, topluma en az devlet kadar çözümleyici bir araç sunma yeteneklerini köreltir. Dolayısıyla hem devlet hem toplum için işlevsiz hale gelirler. Halk da bu durumların farkında olduğu için, her devleti kurtarmak isteyen partiyi seçimlerde sandığa gömerek gereksizliklerini kanıtlar. Politika en ince bir meslektir. Hakkını vermek gerekir. Ahlaki sorumluluk ister. Politika yapmak isteyenin demokrasi ahlakını alması gerekir. Şiddet olayları da böyledir. Dizginsiz, amaçsız, savunmasız kimselere, sivillere şiddetin yönelmesi ne ahlaka, ne siyasete, ne insanlığa sığar. Bu şiddeti halen böyle sürdürmek yanlıştır. Zarar veriyor. Siyasal ve toplumsal ahlaka aykırıdır. Özgürlüğünden vazgeçmeme adına şiddet olabilir. Eylem yapmayın demiyorum. Barışçıl eylem yapın. Sadece suçlu devlet değil. Devlet bir üst yapıdır. Hep devleti istediğimiz gibi düşünüp, düşündüğümüz gibi olmadığında da devlet anti-demokratiktir demek yanlış. Toplum kendini yönlendirmezse, doğrultu vermezse, her şeyi devletten beklerse bu olmaz. Devleti çok iyi tanıyacaksın. Ona göre politika yapacaksın. Demokrasi sorunlarını ve devleti iyi tanıyıp, sorunları görüp bunlar buluşturulursa o zaman gerçek demokrasi mücadelesi ve zaferi ortaya çıkar. Türkiye’de demokrasi mücadelesi, aşiret, ilkel toplum kavgalarını aşmıyor. Her şey devletle çatışma temelinde hallolmaz. Bu klasik sol anlayıştır. Aynı zamanda her şey devletten de beklenmez.

Partiler bunalım çözümleyici değil bunalımı geliştirme araçları olmuşlardır. Özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında demokrasinin çağdaş ölçülerde gelişmeyişinde, partilerin bu tür güdümlü olmaları temel bir etken olmuştur. Toplumda da demokrasi kültürünün gelişmeyişine, her şeyi devletten beklemeye yol açmıştır. Günümüzde partiler sınırlı dönemler -muhalefetteyken- dışında hep devletçi olmakla günümüz siyasi ve ekonomik krizlerinin temel nedeni olmuşlardır. Cumhuriyetin kurucu partisi CHP bugün siyasi daralma ve muhalefet geliştirememenin temel nedenidir. Bu durum özellikle PKK’ye ve daha önce de devrimci sol hareketlere karşı tümüyle devlet politikalarının gönüllü savunucuları olmalarından kaynaklıdır. Sorunlar için politika üretmek yerine, devletin propaganda ve ajitasyon kolu olmalarını tercih ederek, hem kendilerini hem de devleti çözümsüz bırakarak sorunların dağ gibi büyümesine yol açmıştır.

Türklerde devletin bu tarz oluşum ve işleyiş tarzı kendini en çok Kürt olgusu ve sorununda gösterir. Kürt olgusu ve sorunu devleti anlamak açısından en gizli, açık göstergelerin başında gelmektedir. Devlet farkını ortaya koyuşundan sorunsallığına kadar Kürtleri tam bir güvenlik sorunu olarak algılar. Yaklaşım ya Kürtleri yok saymakta, ya da en ufak bir özgürlük taleplerinde başları ezilmesi gereken korkunç bir tehdit olarak algılamaktadır.

 Devletin şişkinliği gerçekten toplumun çok gerisinde muazzam tutucu bir rol oynamaktadır. Herkes devletten her iş için çözüm beklemektedir. Ancak köklü bir devlet reformuyla bu bürokratik ve toplumsal tutuculuk aşılabilir. Devletin vatandaşlar arasında ayrım yapmayan, uluslararası antlaşmalarla da güvence altına alınmış kültürel varlıklarını özgürce ifade edip yaşamaları, etnik bir kesime kendini dayandırmaması, yine dini ve mezhebi ayrım gütmemesi reform gerektiren hususlardır. Reformun anayasal bir güvenceye kavuşması da temel bir şarttır. Yasalarda gerekli değişiklik ve yeni yasalar aynı amaca hizmet etmelidir.

Toplumsal dönüşümün temelinde toplumsal cinsiyetçi yaklaşımları eşit ve özgür kılmak yeter. Kadını bir mülk olarak gören anlayış ve uygulamalara karşı etkin tedbirler gereklidir. Kadın özgürlüğü için gerekli kültür evleri -sığınma evleri değil- kapsamlı bir proje olarak geliştirilmek durumundadır.

Türban gibi sahte tartışmaları bırakmak gerekir. Ayrıca ekolojik toplum ağırlığını her geçen gün hissettiren bir konudur. Özgür toplum ancak ekolojik olmakla mümkündür. Bilimin son verileri ışığında ekolojiye uyumlu toplum anayasal bir düzeye taşırılmalıdır. Özgür bir toplumda işsizlik, yatırımsızlık, gelir uçurumu gibi olgulara yer yoktur. Toplumun sağlıklı beslenmesini esas alan, doğal gıdaya dayalı bir ekonomiye öncelik vermek gerekir. Kârı esas alan bir ekonomiden sağlıklı beslenme ve çağdaş bir yaşama el veren, metalaşmanın giderek azaldığı, kullanım değerli bir ekonomiye geçiş esas alınmalıdır.

Ana hatlarını böyle belirleyeceğimiz devlet reformu ve toplumsal dönüşümlü bu yol ve eğilimin Kürt sorununun çözümüyle yakından bağlantısı vardır. Eğilimin Kürt sorununa yansıması, barış ve demokratik çözümün kabulüdür. Barış için öncelikle karşılıklı bir ateşkes gereklidir. Demokratik çözüm için olası iki gelişmeden bahsetmek gerekir: Birinci tarz çözüm, Türkiye demokratikleşmesiyle iç içe gelişmedir. Bunun için kısaca belirtmeye çalıştığımız devlet reformu gereklidir. Kürtlerin kendi demokratikleşmeleri önüne gizli ve açık engeller koymaktan vazgeçilmeli, yasalar engel olmaktan çıkarılmalıdır. Halen Kürtçe toplantı bile yapmamak yasaların engel gücünü göstermektedir. Fiili olarak daha ciddi engeller vardır. Özellikle Kürt, Arap, Asuri, Ermeni, Rumeli ve Kafkas kökenli birçok geleneksel inkârcı işbirlikçiye dayalı devlet kadrolaşması anlayışı artık bırakılmalıdır.

Türkiye halkının temel gündemi kendi öz demokratik duruşunu örgütlü ve eylemli bir harekete dönüştürmeyi başarmasıdır. Reel sosyalist (TKP vb) ve milliyetçi sol akımlar her üç aşamada da devlet odaklı hareketler olmaktan kurtulamadıkları için, objektif olarak kapitalizm sürecini güçlendirmekten öteye bir rol oynayamamışlardır. Fakat güçlü özgürlükçü ve eşitçi bir mirasın var olduğu da bir gerçektir. Sorun bu mirastan tutarlı bir demokratik, özgür ve eşitliğe dayalı kitle tabanlı hareket oluşturmaktır. Ayağa kalkmış demokratik Kürt hareketi bunda en büyük katkıyı yapabilecek durumdadır. Esas gerekli olan, tüm Türkiye sol gruplarının devlet odaklı hareketler olmaktan çıkıp tutarlı bir demokratizme kavuşması, bu temelde birlik kurabilmesidir.

Gerekli olan, bu yön temelinde toplum odaklı, bürokratizmden köklü kopmuş, kitle temeline (yoksul ve işsizler başta olmak üzere, özellikle kır ve varoştakilere) dayalı bir çatı örgütlenmesi ile tabanda çok yaygın sivil toplum, insan hakları, feminist ve ekolojik hareketlerle bir yürüyüşe çıkış yapmaktır. Kürt demokratik hareketinin dinamizmiyle bu yürüyüş Anadolu kapitalizmiyle tamamlanan oligarşik iktidarlara karşı halklarımızın demokratik, özgür ve eşitlikçi özlemlerine gerçek bir yanıt verebilir ve zaferlerini sağlayabilir.

Kemal Pir ile başladığımızda önce Kürt sorununu ortaya çıkartıp sonra birliğe gideceğiz demiştik. Önce ayrılık, sonra özgür birlik. 1990’lara kadar sorunu açığa çıkarma, sonraları da birliğe gitme çabası vardır. Türkiye’yi bölmek gibi bir stratejimiz hiç olmadı. İdeolojik olarak tüm halkların tek cumhuriyet altında yaşamasını istedik. Ortadoğu Federasyonu kavramınız yok mudur?

 Benim açıklamalarım devletle bir pazarlık değildir. İşin önünü açmak için mahkemede verdiğim sözün bir gereğidir. Bu sözün hayata geçirilmesidir. İnsanlar söz verirler, sözlerini yerine getirirler. Ben bunu yapıyorum. Sözümü yerine getiriyorum. Savunmamın son sözünde söylediklerimi yineliyorum; herkesi üzerine düşeni yapmaya çağırıyorum. Sayın Cumhurbaşkanı, sayın Başbakanın sözleri var. Burada ne bir hesap, ne bir pazarlık, ne de bir oyun var. Herkesten ciddiyet ve sağduyu bekleniyor. Barış ve kardeşliğe katkı bekleniyor. Taleplerimiz genel demokratik taleplerdir. Yalnız etnik bir topluluğa özgü hakları talep etmiyoruz. Genel demokratik taleplerdir. Türkiye’nin acil gündemindedir. Dil ve kültür özgürlügü vazgeçilmez demokratik haklardır. Ayrı bir kimlik ve siyasi güç dayatma durumumuz yok. Demokrasi bizim için yeterli. Ayrılıkçı değiliz. Ayrılıkçılık bizim için gerekli değil. Devlet ağır adım atıyor. “Dağ gibi sorunların çözümü o kadar kolay değil. Barış savaştan daha da zordur. Akıl ister. Her savaşın bir barışı vardır. Anlamsız çatışma zarar verir. Teorisi kadar pratiğine de ihtiyaç vardır. Küçümsemeyin. Devletle barışmak, demokratik cumhuriyet ekseninde yol almak büyük bir demokratik hamledir. Barış bu biçimiyle kutsaldır. Türkiye’nin gelişimi zorlu olacak.

Demokrasiyi içinize sindirin. Gerçek bir demokrasi savaşçısı olun yeterli. Demokrasi ve barış büyük çabalar ister. Demokrasi ve barış bireyin topluma en büyük katkısıdır.

. Dikkat etmeniz gerken dört husus sayıyorum:

1- Barışa  ciddi inanacaksınız. Demokrasi, barış dilini egemen kılacaksınız.

2- Ayrılıkçılığa kesin gerek yok. Bütünlükçü olunmalı. Benim tezlerim var. Bütünlük demokrasi için daha gereklidir. Zorla ayrılınmak istensende bütünlüğü savunacağız. Bu konuda inandırıcı olmak gerekir.

3- Kültürel kimlik sorunu vardır. Kültürel kimlik, dil hakkından taviz verilmez. Bunlar temel insan haklarıdır.

4- Ayrılıkçılığı körükleyecek MHP türü milliyetçilikten uzaklaşılmalıdır. Kürt cephesinde de öyle. Dar milliyetçilik tehlikelidir. Cumhuriyeti yıkmıyoruz, cumhuriyeti demokratikleştireceğiz diyeceğiz. Bunun kutsalığı burada demokrasi savaşçılığı çok zordur. Yüreğiniz fazla derin çarpmıyor. Demokrasi için bir saat ayakta kalmak önemlidir. Benim bir günüm bile çok kutsal ve zorlu. 65 milyon insan demokrasiden hiç anlamıyor. Tek başıma dayanmaya, bunları kavratmaya çalışıyorum. Çok önemli. Halen derinliğine anlayamıyorsunuz. Burada demokrasi savaşının nasıl yürütüldüğünü bilmelisiniz. 24 saatinizi vererek demokratik çalışmayı yapacaksınız. Bir somun ekmeğe, 24 saat demokrasi için mücadele.

Savaşmışız, bu devletle en büyük çatışmayı ben yaşamışım. Şimdi barışı pratikleştirmek istiyorum. Benim İtalya’ya gitmemin en temel amacı barış çabalarını yürütmeydi. Suriye’de de bunun için çalıştım. Bunu, PKK ile de yoğun tartıştım. Şimdi İmralı’da derinliğine yürütüyorum. Yalnızca benim canım değil, binlerce canın, onbinlerce canın, kanın dökülmemesi için barış önemlidir. Barış, partilerden ve hatta PKK’den de önemlidir. Bu işi küçümsemeden herkesi ciddiyetle yardımcı olmaya çağırıyorum. Herkesi kan üzerinde siyaset yapmamaya çağırıyorum. Bunu ahlaki buluyorum. Bundan sıkıntı ve acı duyuyorum. Barış için yaşamaya çalışıyorum.

Barış inisiyatiflerinin tam zamanıdır. Devleti çok iyi anlamak gerekir. Bununla politika doğru olarak ortaya konulmalıdır. Barış inisiyatifleri artmalı. Yerel ve bölgesel kapsamlı barış inisiyatifleri olabilir. Diyarbakır, özel konumu gereği, barış inisiyatifi burada bölge kapsamında yürütülebilir. Barış inisiyatifi çok kapsamlı olmalı. Barış için çok çalışmalısınız. Devletten yoğun şikayet edilerek, yakınılarak barış getirilemez. Yoğun bir politik tıkanma vardır. Bu tıkanmayı biraz olsun anlamak çok önemlidir. Bu nedenle tüm çabalarınızı barışın önündeki engelleri kaldırmaya yönelik politikalar üretmeye yoğunlaştırmalısınız. Tüm çabanızı bu yönde kullanın.

 “Barışı stratejik yapmayan yarın olayları anlamaz. Barışın zaferi yeni dönemin politikacılarının zaferdir. Karanlık güçler süreci durdurmaya çalışıyor. Halen kısır bir kafa ile bunları yorumlamak çok kötü. Okuyun, kendinizi yetiştirin. Bir demokratik siyaset kültürü, barış kültürü edinin. Hırs, kin öfke ile hep yaşanmaz ki. Bununla sonuç da alınmaz. Bu toprakların havadan, sudan önce barışa ihtiyacı var, onurlu bir barışa. Barış kimliğini inkar etme değil, kimliğin önünü de açmadır. Siyasallaşma ile kastettiğimiz demokratik birliktir, ayrılma değil.

Halk ‘biz pişman olacak bir şey yapmadık, suç işleyenler bize zulüm yapanlardır’ diyor. Doğrusu budur. Halk değerlendirmelerinde ve tepkilerinde haklıdır. Laik demokratik, sosyal hukuk devleti denilen Cumhuriyeti bu özelliklerinin dışına kimler çıkardıysa af edilmesi gerekenler onlardır. Barış gereklidir. Karşılıklı hoşgörü, toplumsal ahlak açısından da iyidir. Ekonomik kriz başta olmak üzere her türlü krizden de ancak böyle çıkılır. Daha da önemlisi zihniyet krizi yaşanıyor.Zihniyet krizinden de böyle kurtulunur.

(Bu derlemeler Önder APO’nun Bir Halkı Savunmak kitabından ve görüşme notlarından alınmıştır.)

PAJK Önderlik Komitesi

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk