Gül yüzünde dolaştır beni
Ekin ŞOREŞ
Nice güzellikler çektin içine
Nice sevdalıya doyamadın,
Acımasızlığınla acıyı katık ettik,
Gir artık yola, dön bak,
Utan mazinden,
Utan ki suçların dökülsün
Utan ki yüzün gün yüzüne çıksın
Utan ki seni utandıranları göresin.
Utan ki yeryüzü aşkın yüzü olana dek,
Kavgada cenge tutuşan kardelenler
Sana özgürlüğü bahşetsin,
ARJİN’CE yaşamayı öğretsin…
Tanrıçam seni nasıl yazacağım, kalemim sana nasıl kıyıp senin yokluğunu karalayacak, senden sonrasına nasıl cesaret edecek, sen her yerde nefes alırken, o nur yüzünle her yerde doyasıya gülerken, o kelimeleri nereye sığdıracağım! Yokluğuna inanmamışken, her gün geleceğini hayal ederken nasıl yazarım seni, nasıl…
Yokluğunun cehenneminden, ızdırabından, kabullenmişliğin ihanetinden kaçarken, asla hakkını veremeyeceğim o ilahi güzelliği hangi imgelere dökeceğim. Ne olur akıl ver bana, beni bu inanmazlığa inandır. Ne olur yanımızda olduğunu söyle, yine çay iste benden, yine yollara düş, yine en zor anımızda yanımızda ol, dağ gibi yüreğinle sevgi, sabır dolu kucağına al. Cennet ruhunda, saçlarının kıvrımında, gül yüzünde dolaştır beni…
Aşık da OyduMaşuk da
Yine dostça sohbetlerine, ışıkla bezeli huzuruna kat beni… Yine varlığının hepimizin varlığı olduğunu göster. Yine yaşamın zorluklarına rağmen katıla katıla gül, hiç eksilmiyordu yüzünden gülüşler, hiç ama hiç… Hayat ona acı yüzünü gösterse de o kadar tutkuluydu ki aldırış etmeden, acıyı sineye çekerek, hatta güç kaynağı haline getirerek, ikisine de ortak olmayı biliyordu. Biliyordu sevmeyi sevilmeyi, onuru onurlandırmayı, güç olmayı güçlendirmeyi, seni en derinden hissetmeyi, hissettirmeyi, paylaşımı paylaştırmayı, aşklı olmayı aşık ettirmeyi… Aşık da oydu Maşuk da…
Herkese Işık Olurdu
Onda hayat çok bilgeceydi. Duygu düşünce yoğunluğu iki aşık gibiydi. Hissedişlerinin yoğunluğu, cana can katardı. Düşündeki derya deniz, her şeye kulaç açardı. En zor anlardaki soğukkanlılığı, dirayetli duruşu, herkese ışık olurdu. Bir tılsım vardıonda, tasvir edilemeyecek, hiç bir kelimeye dökülemeyecek… Sadece yaşanılacak, sadece bakılacak, sadece izlenilecek, sadece onunla ve onunla tarif edilecek. O yüzden sevileni çoktu ARJİN’in, çok sevdiğinden ötürü…
Onda Hepimiz Vardık
Onun yanında hep kendini güvende hissederdin… Ana kucağı gibi, yoldaşça, dostça olanın erişilmez, tanımlanmaz tadı… Öyle samimi, öyle sade, öyle içten, öyle duyarlıydı ki bir sen vardın ondan içeri, sen, ben, o, hepimiz ondandaydık. Onda hepimiz vardık. O yüzden sevilen, sayılan en çok aranandı. Çok huzur doluydu. Yanında olmadığızamanlar bir şeylerini kaybetmiş gibiydin. İnsanın ruhuna, muhteşem bir doygunluk katıyordu. Ruhunun güzelliği, akışkanlığı, onu her yönüyle aranır kılıyordu.Sırtını dayayabileceğin, sınırsız güven duyabileceğin, asla bir gün yokluğunu düşünemeyeceğin biriydi.
Alnında Yıldız Taşıyanlardandı
Varlığı güzellik, yokluğu ise varoluşundan dolayı katlandığın ince bir acıydı. O kadar güzel, anlamlı, coşku dolu yaşardı ki, bu yaşam selinin bir gün akamayacağını tasavvur edemezdin. Bir gün hiç olamayacağını, başka diyarlara göçeceğine tanık olmak, yaşamın durmasıyla eşdeğerdi. Doğallığının çekiciliği ortaklaşmayı, biraradalığı oluşturuyordu. Toplumcu, sürükleyici en önde olandı. Yaşamın her alanında alnında yıldız taşıyanlardandı.
Gözümüz Yollarda Kaldı
Seni çok özledik ey ışığın kızı, gözümüz yollarda… Yollarda kaldı. Garzan’da 14 özge canla kaldı. Gittiğin günü hatırlıyorum. Ne kadar da mutluydun, uçuyordun, sanki dünyaya yeniden doğmuş gibiydin. Tekrar başladığın diyarlara gitme istemin o kadar büyük bir aşklaydı ki, hiçbir yere sığamıyordu. Bilmem ki insanın doğduğu topraklara yeniden ayak basması böyle bir şey olsa gerek… Konacağın yer, doğduğun, büyüdüğün, yaşamı tanıdığın yer ise kelebek gibi oluveriyor insan.
İçi İçine Sığmıyordu
Arjin, gideceğini duyduğunda güzelliğine başka güzellik eklenmişti. İçi içine sığmıyordu. Kozluk’un, Batman’ın yollarına düşecekti. Mala ALİ Yunus’un efsaneleriyle yeniden buluşacaktı. Çocukluğunda anlatılan efsuni direnişlerin öykülerinden, dedesinin kahramanlarından biri olacaktı. İsyancı Yunus ailesinin tarihine ne kadar yaraşırdı. Heybetli, direngen, asi ve kavgacı duruşuyla… Özgürlüğüne tutkulu, başkaldırıyı yaşam bellemiş, onursuzluğa daima yüreklice, cesurca karşı durmuş bir bilge dedenin torunuydu Arjin… O damar o topraklardan kopsa da ondan hiç eksilmemişti. O hala dedesinin izinde Kozluk ovasının dörtnala koşan çığlığıydı. Batman’ın satırlarla parçalanan, kurşunlara dizilen, ölüsünden bile korkulan, karanlıklara terk edilen cesetlerin intikamını, hep yüreğinde taşır,isyan gecelerinde işlenen faili meçhulleri hafızasında taptaze tutardı. Babasız kalan çocukların umudu, geleceği, sessizliğe gömülen kadınların çığlığı olmaya yeminliydi. Artık çocukların gözleri önünde babalarının vurulmaması, yaşamların hançerlenmemesi için yeminliydi, Berwar’ca intiharı intihar etmeye, yaşamı AGİT’çe yeniden örmeye, dedesinin miras kalan özgürlük kalesini yeniden korumaya… Erivan’la Devrim’le Kozluğu yeniden fethetmeye, anasına özgür bir ülke bahşetmeye…
Neden Özlemlerinin Yolunu Garzan’la Döşüyor
Daha Garzan’agitmemişken, gideceğini duymuşken bile semalarda dolaşıyordun. Adeta toprağının kokusunu içine alıp, okyanuslara dalar gibiydin. Kendi kendime soruyordum. Neden bu kadar şen, neden bu denli uçarcasına, heyecanla dolup taşıyor. Neden özlemlerinin yolunu Garzan’la döşüyor. Bulunduğu her mekânda her şeye o kadar canlı coşkulu katılırken, neden yollara düşüyor. Neden durmuyor, neden içi içine sığmıyor. Neden koşmak, uçmak istiyor. “Artık yaşın geçmiş, Arjin sanki artık o kadar yol yürüyemezsin” diyordum.O ise “İnancım, dağlara olan tutkum, sevdam beni yürütür, gençlere taş çıkartır, Kozluk’a önce ben varırım”diyordu. Gerçekten de öyle oldu. Yol güzergâhı boyunca fiziki olarak çok zorlanmasına rağmen asla yılmamış, hedefinden şaşmamıştı. Geçtiği her yerde çok güzel izler bırakmıştı. Kuzey’den gelen arkadaşlardan sorduğumda herkes onu tanıyordu. Sadece görme değildi. Gören herkesin hatta bir gün bile yanında kaldığı arkadaşların ondan o denli muhteşem bahsetmesi başka bir şeydi. Bu geçtiği her yerde bıraktığı Arjin’ce izlerdi. Bütün yollar, yollarda rastlaştığı yoldaşlar onun güzelliklerini dillendiriyordu.
Yollar Yoldaş Olanı Bilirlerdi
Yollar yoldaş olanı bilirlerdi. Yoldaşlarda yola düşenleri arkadaş bilirlerdi. Yolların dilleri olaydı da o güzellikler dile döküleydi. Güzellikleri lal etmek ne kadar acı, hakkını veremesem de, içim içimi yese de, her anlatışta daha güzel ne olabilir, nasıl anlatabilirim desem de yüreğim mahcupluğa gömülse de anlatmamak daha acı verici geliyor bana… O yollarda onunla olmamak ne kadar zor geliyor bana… Geride kalmanın zorluğu zehir zemberek… Gitmeden önce en son anda da onunla birlikteydim. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Bana sarılmış, yüzümü yüzüme sürerek, kucaklayarak, gözyaşlarını gözyaşıma katarak vedalaşıyordu. Bırakamıyordum onu, bir öksüzlük duygusu kaplamıştı ruhumu… Ayrılmak o kadar acı veriyordu ki bana, ne yapacağımı, kendimi nereye vuracağımı bilemiyordum. Öylece yola düştü.Koştum arkasından, doyasıya bağırdım. Sesimi yollara serpiştirdim. Çığlığımı yüreğine kondurdum. Kayboluncaya kadar da elini salladı. Gülüşlerini yollara döktü. Ben öyle geride kalmıştım. Onun gerillacılığını seyre dalarak… İnadına, iradesine, zorluklarla alay edişine taptım. Yollarına tanrıçaların dualarını fısıldadım. Yolu açık, düşü gerçek olsun diye…
İsyanı İnadını Koştururdu
Bizim gibiler için gidenlerin ardında kalmak ölümden beterdir. Korkunç bir sızıdır, yürek yarasıdır. O hayallerinin peşine düşmeye yol almış tutkulu bir maceracıydı. Kafasına bir şey koydu mu mutlaka yapardı. İsyanı, inadını koştururdu. Gerillada dağların zirvelerine yol alanlar, zirveleşirler. Kanatlanır, uçar zirvelere konarlar. Her gerilla cengin en ön saflarında vuruşmak ister. Özgürlük için kavgada olmak, kanının son damlasına kadar, fedaice direnmek bir tutkuydu. Bu tutkuyu yerine getirmek için şahinler gibi kanatlanır. Ana topraklara doğru yol alınır.Her yol, her başlangıç zordur diyordu. Amaç edindiğin yolun güzelliği ve o yolun sonunda ulaştıkların o zorlukların hepsini unutturur. Daha doğrusu o zorluklar sana o yolu daha çok sevdirir. Yolu sadece sonucu güzelleştirmez. Birde o yolun yolundayken yolu öğrenirsin.
Biz YüreğimizAvucumuzda, Ölümle Dans Ederek, Bayrama Gider Gibi Hazırlandık Cenge
O kutsal yolda yol arkadaşları olan Erivan’la, Berfin’le oradan oraya koşuyor, durmadan hazırlıklarını yapıyorlardı. Yeni elbiselerini saatlerce deneyip çıkarıyor, kendine yakıştırmaya çalışıyordu. Biz böyle hazırlanırdık cenge, yüreğimizi avucumuzda taşıyarak, ölümle dans ederek, bayrama gider gibi düşerdik düşlerimizdeki yolculuklara… Doğduğu topraklarda gerillacılık yapmak her gerillanın bitmez tükenmez sevdasıydı. Zulüm altında, isimleri tarihleri başka okunan, başka yazılan bu yitik toprakların gözü özgürlük savaşçılarındaydı. Yakılan köylerin, küllerinden doğanların, umut bekçilerinin, gözlerinin nuru kızlarını oğullarını bu topraklara adayan anaların, gözleri hep güneşin çocuklarını ararlardı. Gece yarılarına kadar heybelerinde beklettikleri, sevgiyle yoğrulmuş yiyecekleri, onlara kendi elleriyle yedirmenin heyecanıyla, uyku tutmuyordu gözlerini. Öylece saatlerce izlerlerdi onları, baştan aşağı süzerlerdi. İnce ince bakışarak, ömürlerine ömür eklerlerdi. El emeği göz nuruyla hazırladıkları kefiyeleri, ördükleri çorapları, onlara layık olmadıklarını utangaç bakışlarla hissettirerek, çantalarına sıkıştırıverirlerdi. Gecenin koynuna düşüp, usul usul kaybolanların arkasından saatlerce bakar, dualarını fısıldar, yollarının aziz olması için su serperlerdi. Sonra yine bekler, yine beklerlerdi. Acaba gecenin karanlığını kurşunlar yırtacakmıydı? Yine gözyaşları dökülecekmiydi, toprağa düşen acının çığlığı her yeri kaplayacakmıydı? Fidan gibi bedenler, ülkelerinin nehirleri gibi akan sırma saçlılar, bıyıklarıterlememişler, umudun, güzelliğin, özgürlüğün savaşçıları, toprak anayla buluşacaklarmıydı?Ve analar evlatlarının ellerine kına yakıp, tilililerle uğurlayacaklarmıydı? Kahramanların, ateşten yaşamı örenlerin yolları böyleydi.
Kök Salanlar Başkalarının RüzgârınaKapılmazlar
Garzan’a ancak böyle her yönüyle kuşanmış bir kadın gerilla yakışırdı. Silahının bütün inceliklerini tamamlıyor, denemelerde bulunarak, düşmana kolay yenilmemek, öfkesini zaferle taçlandırmak için canla başla bütün ruhuyla adeta yeni katılan bir savaşçının heyecanıyla amansızca hazırlanıyordu. Garzan hissediyor muydun? Arjin senin için delicesine hazırlanırken, ayak seslerini duyuyor muydun? Saçlarının esintisi yüzüne çarpıyor muydu? Gülüşleri yüreğine su serpiyor muydu? Yüreğinin her zaman senin için çarptığını ve çağlayanlar gibi coşarak sana aktığını ve seni doyasıya kucaklamaya can attığını biliyor muydun? Biliyor muydun on yıl Avrupa’da senin hasretinle yanıp tutuştuğunu ve sana kavuşma umudunun ona yaban ellerde güç verdiğini… Biliyor muydun kimsenin gücünün onu bu yoldan vazgeçirmediğini,biliyor muydun onun sana kavuşuncaya kadar her gün senin güzelliğinde secdeye durduğunu… Aşkınla ibadetlerinin duası olduğunu… Onun hiç yaban ellere alışmadığını, oraya benzemediğini, oralı olmadığını her zaman buralı olduğunu, KÜRDİSTAN’LI OLDUĞUNU… Kök salanlar başkalarının rüzgârına kapılmazlar. Onlar kendi fırtınalarında at koştururlar. Kökleri o kadar derindir ki, başka topraklara yar olmazlar. Vitrinlere, beton yığınlarına, makyajlı yaşamlara tenezzül edip bakmazlar. Ötekileştiren, tepeden bakan, acıyı trajediyi bile pazarda sunanlara aldanmazlar. Aynı mekânda ayrı zamanları, ayrı hayatları yaşarlar. Neydi Arjin’i benzeştirmeyen, neydi onu kendisi gibi kılan… Onu kendisi gibi kılan farklılığıydı. Kendisi gibi olmayı başaran herkeslerdendi. Sadeliği, mütevazı duruşu dillere destandı.
İnsanoğlu,Seni Azad Edecek İnsan Kızları
Ey GARZAN cevap ver, biliyor muydun onu bir gün bizden alarak koynuna alacağını… Bahar yüzlü kardelen güzellerini karlarına gömeceğini, niye çığlığını bize duyurmadın? Niye korumadın? İhanetin kanlı pençelerinde dökülen, güzelim canlar kuşatıldığında vicdanın sesi niye onları haberdar etmedi? Nefes nefes kalsaydın, sesini yetiştirseydin çığlık çığlığa canları bahara taşısaydın. Karlar eridiğinde çekildikleri inzivalarını Newroz’a taşısalardı, baharı getirselerdi memleketimize, halaya tutulsalardı, ateşle harlaşıp, özgürlüğe yol alsalardı. Bırakmadılar baharı koklasınlar, çiçeklere dokusunlar, kelebeklerle yarışsınlar, suların ahengiyle dans etsinler, yağmurların altında sırılsıklam olsunlar, zorluklarla büyümenin aşkıyla dans etsinler, yollara meydan okusunlar. Bırakmadılar, nasıl kıydılar, nasıl… Meğer insan ne hale düşmüş, sadece düşmemiş hiç bir şey kalmamış. İnsanlığın hepsi insanoğluna mahkûm olmuş. İnsanoğlu seni azad edecek, insan kızları… Tahammülün olmasa da canlarını kuşatsan da onlar küllerinden yeniden doğarlar. Tilililerle karşılayanlar, omuzlardataşınanlar, güllere boğulanlar, yeni doğan çocuklara kahraman olanlar, isim olanlar asla unutulmazlar. Acılar trajediler hep yüreklerde birer ukde gibidirler. Acılarımıza tuz basmayı öğretiler bize… Kahramanlarımıza sahip çıkmak için tuz bastık, onları yeniden yaşatmak için…
Yüreğinin Sofrası Herkese Açıktı
Arjin’le ilk PKK okulunda karşılaştık. Bazı insanlar vardır onları görür görmez kanın kaynayıverir. Sempatileri, albenileri seni içine alıverir. Hiç tanımadan yüreğine hemen taht kurar. Yüzündeki gamze kalbine işler. Sanki evvelden tanımış gibisindir. İlk olsa da çoktan vardır gibi… Yüreğinin sofrası herkese açıktır. Gönül gözü o kadar güçlüdür ki yanından ayrılmak istemezsin. Arjin yoldaş öyle biriydi. Güzelliği, içtenliği, dikkatimi çekmişti. Yıllar, Avrupa’nın zorlukları sanki onu hiç etkilememiş gibiydi. Avrupa’da hemen hemen bütün çalışmalarda yer almıştı. Hiçbir zaman bir çalışmayı diğerinden üstün tutmaz, ayırım yapmazdı. Ülkeye geldiğinde bile her gün ona çalışma yürüttüğü yerlerden hediyeler, selamlar, sevgiler gelirdi. Yurtseverler yeni doğan çocuklarının müjdesini vermek için resimler gönderir. Kendi kızları gibi belledikleri Arjin’le hayatlarını paylaşırlardı. Halkın içinde bu denli sevilmesi halkçı olmasından kaynaklıydı. Yediği, içtiği, giydiği aynı sofradandı. Halkımız bilir kime gönül vereceğini, kime kapısını açacağını, kime yarenlik edeceğini, kimi bağrına basacağını, bu bilgeliğe ulaştığı için bilir kimi seçeceğini…Beyaz teni, dalgalı, gürmü gür saçları onu okadar güzel gösteriyordu ki kıyamıyordun bakmaya… Selvi boylu incecikti. Heybetli, kendine güvenen duruşu selvi boyuyla birleşince adeta bir yıldız gibi kamaşıyordu. O kadar sıcaktı ki, yanındakilerin hareketsiz, soğuk olmaları imkânsızdı. Sevgi dolu esintileri girdiği ortamı etkilerdi.
Aynı Bedende Kendi Ruhunu, Zamanını Yaşamıştı
O kadar yıl ülkeden kopmuştu, fakat sanki bugün ayrılmış gibiydi. Avrupa’dan geldiğine dair tek işaret üzerindeki sivil elbiselerdi. Sanki hiç oranın havasını solumamıştı. Solusa bile içine çekmemişti. Aynı bedende kendi ruhunu, zamanını yaşamıştı. Heybetli, kendine güvenen duruşuyla çevresine daima güç verirdi. Başını omzuna koyabileceğin, sıkıntılarını anlatabileceğin, sabrına hayran olabileceğin biriydi. O kadar sabırlı ve sağduyuluydu ki onu bazen sinirlendirmek için özel çaba sarfetmen gerekirdi. Derya gibi sabırlı, ilkeler konusunda ise hırçın bir nehir gibiydi. Anaçtı, dostçaydı. Sevgisi tertemizdi. Sırtını dayayabildiklerindendi. Asla gözün arkada kalmazdı. Sana verdiği güven karşısında kendinden utanırdın. O güvene layık olmanın muhteşemliğine kapılırdın. Arkadaşlığının dostluğunun saflığı ve güzelliğiyle adeta seni onure ederdi.
Zayıflıklarla Çarpışır, Eksikliğin Tamlaştırdığına İnanırdı
Kadına çok yakındı. Ruhu, sezgiselliği, doğallığı, inceliği kadınca oluşu ifade ediyordu. Kadın yoldaşlarına olan bağlılığı, her koşul altında onları koruma istemi duruşundaki güzelliği bambaşka kılıyordu. İradeleşmenin kadın için ne kadar hayati olduğunu bildiği için neredeyse yaşamını bunu gerçekleştirmeye adamıştı. Yanındaki yoldaşların güvensizliklerini güvene dönüştürür, onları kanatlandırırdı. Zayıflıklarla çarpışır, eksikliğin tamlaştırdığına inanırdı. Arjin’in güzelliklerini ne kadar yazsam, sıralasam bitmez. Bildiğim tek doğru onu iyi anlatamadığımdır. Ancak aşkın fırçası resmini, özgürlüğün notaları melodisini, güzelliğin edebiyatı romanı olabilir. Dünyanın bütün ressamları söyleyin bana Arjin’in resmini çizebilirmisiniz?
Her şey Herkes Seni Çağrıştırıyor
Bu çağ bu zaman bilmez ki kendini onun için adayanları… Bilmez ki her gömdüğü yüreğin özgürlüğün ruhuna dönüştüğünü… İnsan yoldaşlarını kaybettiği zaman yalnızlığından uçurumlarında dökülüyor gibi… O an yaşam bir utanca, ağırlığa dönüşüyor. Nicelerinin bizlere kazandırdığı yaşam o kadar kutsal ki içinde yaşamaya kıyamıyorsun. Senin gibilerinin yoldaşı olmak, hem çok ağır hem çok güzel… Güzelliği sen ve yaşadıklarımız, paylaştıklarımız, ağırlığı bu yüceliği yaşatabilmek ve sahip çıkmak…
Arjin’im o kadar sevenin var ki, o kadar yürekte yer edinmişsin ki ve o kadar çoğalmışsın ki her şey herkes seni çağrıştırıyor.