• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Neden Hukuk Komisyonu?

23 January 2014
in DEĞERLENDİRME
A A
Share on FacebookShare on Twitter

Rojbin GOLAV

Önderliğimizin devletli uygar toplumunu çözümleyip demokratik modernite anlayışını ortaya koyarken önemle üzerinde durduğu alanlardan bir tanesi de hukuk alanıdır. Bu alanın güncel politikada da önemli bir rol oynadığını, BDP heyetiyle yapmış olduğu 7. görüşmede 8 başlık altında önerdiği komisyonlarda da görmek mümkündür. Ki Önderliğimiz, bu komisyonlardan birinin de hukuk komisyonu olması gerektiğini ifade etmiştir

Neden hukuk komisyonuna ihtiyaç var? Hukuk komisyonunun rolü ve misyonu ne olacak? Bu sorulara yanıt arayışına girmek önem taşımaktadır.

Her şeyden önce kavram ve kurum olarak hukukun zihnimizde yarattığı algı nedir, hukuku nasıl ele alıyoruz, yaşamımızdaki yeri ve önemi nedir? Bunlarla başlamak, hukuku daha anlaşılır kılacağı gibi Önderliğimizin de hangi ihtiyaçtan yola çıkarak bir hukuk komisyonu önerisinde bulunduğunu anlamamıza katkı sunacaktır.

Her şeyden önce kavram olarak hukukun taşıdığı anlamı bilmek önemlidir. Hukuk, kurallar sistemi anlamına gelmektedir. Tarihte bilinen ilk sistematik devlet yasalarının Hammurabi yasaları olduğu, yine ilk hukuk sisteminin Roma tarafından M.Ö 750’lerde kent devletine dönüşmesiyle oluşturulan hukuk sistemi olduğu bilinmektedir. Dikkat edilirse, hukukun oluşumu uygarlığın gelişimiyle birlikte oluyor. Uygarlık demek sınıf, şehirve devletin, yani iktidarın oluşması demektir. Bu da toplumun sınıflara bölünmesi, iktidar erkiyle baskı altına alınması anlamına gelmektedir. Böylesi bir aşamaya geçilmeden önce, toplum doğal, politik ve ahlaki bir yapıya sahipti. İhtiyaçlarını kendisi belirleyen, kendi özyönetimini oluşturan, beslenme ve güvenlik ihtiyacını kendisi karşılayan bir pozisyondaydı. Karşılıklı anlayış, dayanışma ve birliktelikle yaşam sürdürülmekteydi. Komünal ve demokratik olan bu yaşam tarzı, yasalara gerek duyulmadan yürüyordu. Hak ve adalet, vicdandı.

5 bin yıllık devletli uygarlık, toplum üzerinde tahakküm kurarak kendini var etti. Bu tahakkümün sürdürülmesi, topluma karşı egemenlik, iktidar ve sömürünün güvence altına alınması için elbette çeşitli araçlara ihtiyaç vardı. Bu araçlardan biri de yargı ve hukuk sistemidir. Günümüze kadar gelen bu yargı ve hukuk sistemi, ulus-devlet yapılanmalarının politik ahlaki toplum gerçeğine karşı oluşturduğu bir sistemdir. Her ne kadar tarih içinde toplumsal mücadeleler sonucu totaliter karakterinden kısmen ödünç vermişse ve bu mücadelelerle hem bireysel hem de kolektif düzeyde birçok hak kabul ettirilebilmişse de, hukuk halen de iktidarın ve devleti savunan temel bir araçtır. Zaten bu amaçla oluşturulmuştur. Öyle iddia edildiği gibi hak, adalet, eşitlik ve özgürlüklerin sağlanmasıyla hiçbir alakası yoktur. Bu yolla toplum ve onun bireyleri sürekli yargılanan, suçlanan, cezalandırılan olurken, iktidar ve devlet erki hep aklanan oluyor. Çünkü hukuk alanının görev ve sorumluluklarını belirleyen kendisidir. Toplum ise gözdağı verilerek sindirilmeye çalışılır. Önderliğimiz “Hukukun esas işlevi, devlet iktidarını daha da pekiştirip toplumsal alanı gittikçe daraltmaktır” demektedir. Sanki hukuk alanı, toplumun hakkını korumak için oluşturulan bir alanmış gibi zihniyetimize yerleştirilmeye çalışıldı ve hepimiz de buna inandırıldık, inandık. Devletin, iktidarın olmadığı bir yerde, toplumun parçalanmadığı, yozlaştırılmadığı, politik ve ahlaki yönünün ön planda olduğu bir yerde neden hukuka ve yargıya ihtiyaç duyulsun ki?

Bu sorunun yanıtını verebilmek için Kürt halkının yakın tarihine bakmak yeterlidir. Neredeyse yüz yıldan beri imha ve inkar politikasına maruz bırakılan Kürt halkı, temel insan hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılmaktadır. Toprakları üzerindeki işgal, sömürü ve asimilasyon, anayasa oyunlarıyla meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu anlamda mevcut yasa ve hukukta belirlenen haklar Kürt halkı için hiçbir zaman geçerli olmadı. Tersine, her türlü devlet baskısı bu yasalarla yasal bir kılıfa sokulmuştur.

Türkiye’deki mevcut hukuk sisteminin, tekçi ve merkeziyetçi olduğu tartışmasıdır. Türkiye’de geniş bir vatandaşlık tanımı olmadığı gibi aynı toprak parçasında yaşayan ve Türk halkı kadar bu toprakların sahibi olan, hatta bu toprakların yerlisi olan diğer etnik gruplar ve halkları da tanımayan, dolayısıyla varlığını inkar eden, yok sayan bir gerçekliğe sahip. Var olan mevcut hukuk da bunun üzerinden işlemektedir.

Kürt halkı 40 yıldır partimiz PKK öncülüğünde büyük bir kararlılıkla varlık inkarına ve soykırımcı zihniyete karşı büyük bir direniş sergilemektedir. Geldiği aşama, artık inkar ve imhaya karşı varlığının ve dolayısıyla haklarının anayasal güvenceye kavuşturulacağı ve resmileşeceği bir aşamadır. Fakat bunun yanı sıra yerel ve bölgesel çapta oluşacak olan demokratik özerklik sistemiyle kendi hukuk sistemini de oluşturacaktır. Önderliğimizin önermiş olduğu hukuk komisyonu bu anlamda büyük önem arz etmektedir.

Bu konuda önemli olan, toplumun bu sürece doğrudan katılımını güvence altına alınmasıdır. Günümüzdeki hukuk sistemlerinin ve anayasaların meşruluğu devlete dayandırılıyor. Fakat bu yapılırken topluma karşı ciddi bir manipülasyon da yürütülmektedir ve bu şekilde hukukun ve yasaların sahibinin de halkın kendisi olduğu algısı geliştirilmektedir. Örneğin Türkiye devlet mahkemelerinde yazılı ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ sözüyle toplumun hukukun sahibi olduğu iddia edilir. Oysa gerçek böyle değil. Tersine, Türkiye örneğinde yasalar, devleti topluma karşı korumak içindir. Batı devletlerinde ise bu manipülasyon daha ince yol ve yöntemlerle geliştiriliyor. Birey, hak ve özgürlüklere sahip olduğuna inandırılarak devlete karşı çelişkisiz kılınmaya çalışılıyor, daha doğrusu devletin hukuk yoluyla bu hak ve özgürlükleri güvence altına alan esas güç olduğu algısı yaratılıyor.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da topluma karşı devleti koruyan hukukun, daha doğrusu hukuksuzluğun acilen aşılması gerekmektedir. Çünkü buradaki hukuk, çok krizli bir durumu ifade etmektedir. Sorun çözme niteliğinden tamamen yoksun olup, tersine habire yeni trajediler yaratan, bireyleri sürekli mağdur eden, devlete karşı tamamen güçsüz kılan ve her türlü baskı ve sömürünün ‘yasal’ zemini olan tek taraflı bir hukuk örneğidir söz konusu olan. Meşruluk ile yasallık arasındaki derin uçurumu çok iyi bir biçimde gözler önüne seren bir örnektir.

Bu çerçevede yeni bir hukuk sisteminin en temel kriteri, meşruluğunu devletten değil bizzat toplumdan almasıdır. Önderliğimizin kurulmasını istediği hukuk komisyonu, amaçlanan yeni anayasanın gerçekten de demokratik bir niteliğe sahip olmasını güvence altına alma konusunda sorumluluk sahibidir. Bir anayasanın mecliste onaylanmış olması, onu demokratik kılmaz. Anayasanın demokratik olabilmesi için toplum tarafından onaylanması lazım. Hatta toplumun bizzat onun oluşum sürecinde yer alması lazım. Bunun için kurulacak komisyon, bölgelerde çalışma yürütecek alt komisyonlar kurabilir. Bu alt komisyonlar, halkla birlikte ‘Nasıl bir anayasa istiyoruz?’, ‘Nasıl bir hukuk geliştireceğiz?’, ‘Ortak yaşamın hukuku nasıl kurulabilir?’, ‘Bireysel ve kolektif düzeyde hangi hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını istiyoruz?’, ‘Hak ile sorumluluk arasında nasıl bir denge kurulacak?’, ‘Kültürlerin özgürce yaşatılabilmesi için ne gibi tedbirlere ihtiyaç var?’ gibi soruları tartışabilir. Toplumun dahil edilmediği bir anayasa kesinlikle ne demokratik ne de meşru olabilir. Bu anlamda temsili demokrasi anlayışının bir yansıması olan uzmanlara dayalı çalışma yerine katılımcı demokrasinin gerekleri yerine getirilmeli.

İktidarın ve devletin hukuku, toplumu öz yönetim ve politikadan yoksun kılmaktadır. Bu nedenle kurulacak hukuk komisyonu mutlaka demokratik siyasetin gelişmesine hizmet etmek durumundadır. Demokratik siyasetin çerçevesi oluşturulmadan, onun kurumları belirlenmeden bu konunun resmiyet kazanması mümkün değildir. Yani toplumsal zeminde bu gibi hususlar belirlendikten sonra sıra, bunların hangi hukukla yasalara ve anayasaya taşınacağını tartışıp kararlaştırmaya gelecektir. Bu çerçevede klasik yerel yönetimler anlayışının ötesinde toplumun farklı düzeylerde (örneğin köy, mahalle, belde, ilçe, il, bölge) kendini nasıl yöneteceği, kendi kararlarını hangi mekanizmalar doğrultusunda ve kurumlaşmalar temelinde alacağı, bu kararların dış müdahalelere karşı nasıl savunulup korunacağı, öz yönetim işleyişinin nasıl olacağı, hangi ilkelerin esas olacağı konularının tartışılıp kararlara bağlanması gerekmektedir. Hukuk komisyonu, yerellerde yürütülecek bu tartışma ve  kararlaşmaların sonuçlarına göre hareket edecektir.

Konunun anlaşılması için somut örnek geliştirelim. Diyelim ki bir ilçede çöp arıtma tesisinin kurulması amaçlanıyor. Bu konudaki karar yetkisi devletin veya bir kurumun değil, bizzat o ilçede yaşayan halkın olmalı. Peki halk, bu konudaki kararını nasıl alacak? Diyelim ki halk, böylesi konularda araç olarak referanduma başvurulmasına karar verdi. Referandumun sonucunun tanınması gerekecektir. Bunun için yasal düzenleme şart. Bu ise hukuk komisyonunun görevidir. Yani toplumun belirleyeceği mekanizmaların anayasa ve yasalarda yer almasını, güvence altına alınmasını sağlayacaktır.

Bu temelde Kürt halkı, hem Türk devletiyle hem de diğer halklarla hukukunu da belirlemiş olacaktır. Bu kez üstten, tek taraflı antidemokratik bir dayatma değil, toplumsal iradeden meşruluğunu alan bir hukuk söz konusu olacaktır. Bununla birlikte Kürt halkı demokratik siyaseti geliştirerek öz yönetimini de pekiştirmiş olacaktır. Demokratik siyaset geliştikçe hukukun yerini demokratik ahlaki toplum alacaktır. Sonuç olarak bu, hem Kürt halkı ile devlet arasındaki ilişkinin demokratik ve siyasi çözüm temelinde yeniden düzenlenmesi anlamına gelecektir, hem de Kürdistan’da demokratik komünal toplum yolunda önemli bir ilerleme sağlanmış olacaktır.  

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk