• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

MEDYA MODERNİZMİN EN ETKİLİ BEYİN VE YÜREK YIKAMA ARACIDIR

10 July 2012
in Genel
A A
Share on FacebookShare on Twitter

Reber APO

 

İnsanların sıkça içine düştükleri bir yanılgı toplumsal kurumlara, yapılara doğal gerçeklik atfetmeleridir.  Toplumsal sistemlerin meşruiyet rejimleri kendini hiç değişmezmiş ve kutsalmış gibi sunarlar. Tanrısal kuruluşlara sahip olduklarını, öylece tayin edildiklerini sistemlice vaaz ederler. Kapitalist modernitede toplumda nihai sözün söylendiği, liberal kurumların alternatiflerinin olmadığı, hatta “tarihin sonuna” varıldığı enjekte edilmeye çalışılır. Değişmez, değiştirilemez anayasalardan, siyasi rejimlerden sıkça bahsedilir. Hâlbuki kısa bir tarihçe, bu değişmezlerin ve sarsılmaz yapıların ömrünün yüzyıla bile sığmadığını gösterir. Burada önemli olan, günlük olarak insan düşünce, iradesini bağlayacak ideolojik ve siyasi söylemdir. İktidar ve istismar odakları için bu ideolojik ve siyasi retoriklere şiddetle ihtiyaç vardır.

Güçlü bir ideolojik ve siyasi retoriğe başvurmadan günümüz toplumlarını yönetmek çok zordur. Medya organları bu nedenle çok geliştirilmişlerdir. Yine bilimsel ve düşünsel kuruluşlar ezici biçimde iktidar ve istismar odaklarına bağlanmışlardır. Toplumsal gerçeklerin sıkça inşa edilmiş gerçekler olduğunun ne kadar bilincinde olursak, yıkılmaları ve yeniden inşa edilmeleri gereğine o denli daha iyi hükmedebiliriz. Yıkılmaz, değişmez toplumsal gerçeklikler yoktur. Hele hele baskıcı ve sömürgen kurumların yıkılmaları, aşındırılmaları, özgür yaşamın vazgeçilmez gereğidir. Toplumsal gerçek derken tüm ideolojik maddi kurumlarını kastetmekteyiz. Dilden dine, mitolojiden bilime, ekonomiden siyasete, hukuktan sanata, ahlaktan felsefeye kadar tüm toplumsal alanlarda uygun zaman ve mekân koşullarında sürekli toplumsal gerçeklikler kurulur, yıkılır, restore edilir ve yenileri oluşturulur.

Kapitalist uygarlıkta kültürün rolü hayatidir. Tüm toplumsal alanların zihniyet toplamı olarak kültürün önce asimile edilip (ekonomik ve siyasi iktidara uyarlanma) sonra da yaygınca ve yoğunca tüm dünya topluluklarına (uluslar, halklar, ulus-devletler, sivil toplum ve şirketler) taşırılması için bir endüstri haline getirilir. Edebiyat, bilim, felsefe, sanatın diğer alanları, tarih, din ve hukuk gibi belli başlı alanlar objeleştirilerek metalaştırılır. Kitap, film, gazete, tv, internet, radyo gibi araçlar bu endüstrinin metaları olarak işlev görürler. Burada kültürel metalar dev bir maddi kazanca yol açmakla birlikte, esas tahripkar işlevlerini zihinsel tutsaklığı tarihte eşi görülmemiş boyutlarda gerçekleştirilip sığırdan beter sınıf, ulus, aşiret ve her tür cemaat anlamını yitirmiş, özce amorf, şekilsiz, maymun iştahlı bir KİTLE oluşturarak oynarlar. Baş mimarları ulus-devletler, küresel şirketler ve medya tekelleridir. Toplumu para kazanmak ve tüketmek dışında hiçbir şey esas olarak ilgilendirmemektedir. En yoksullaştırılmış kesimler bile bir gün çok kazanarak dilediğince yaşama amacı dışında düşünemez kılınmışlardır. Yoksullaştırılmanın bir kültürel olgu olarak kullanıldığına dikkat edelim. Beğenmediğimiz ortaçağlar bile yoksullaşmayı isyan nedeni bellerken, resmi kültürel hegemonya altında ücrete kavuşmayı amaç haline getirmenin sistemin kültürel zaferini gösterir. Kültürel endüstrinin iç içe olduğu seks endüstrisiyle birlikte sağladığı egemenlik, dolayısıyla tutsaklığın en vahim yanı gönüllüce, hatta özgürlük patlaması olarak algılandırılması, yönetimin en güçlü dayanağı, meşruiyet aracı olduğu kesindir. Kapitalizmin imparatorluk aşaması, ancak kültürel endüstriyle mümkündür.

Kapitalizmin zihniyet hegemonyasında temelde medya organlarınca yürütülen sanal dünya, diğer çok önemli bir zihinsel araçtır. Yaşamın sanallaşması, analitik aklın en uç sınırlara varmasıdır. Savaş gibi en dehşetli bir olay bile sanal olarak sunulduğunda, ahlakı tek başına yıkması işten bile değildir. İnsan beden ve zihninin deneyimlemediği yaşama eskiden beri sahte yaşam denirdi. Sanal ismi takılmakla sahte olmaktan kurtulamaz. Sanal yaşamı olanaklı hale getiren teknik gelişim kendi başına suçlanmıyor. İstismarı bir kere daha karşımıza birey zihnini felç eden özelliğiyle değerlendiriliyor. Başı boş teknoloji en tehlikeli silahtır. Kapitalizmin tekniğe hakimiyeti ve milyarları yönetme ihtiyacı sanal yaşamı zorlayan esas etkendir. Yaşam artık yaşanmıyor, sürekli sanallaşıyor. Bir nevi ayakta ölüm oluyor. Simülakiler sanal yaşamın en somut halidir. Her olayı, ilişkiyi, eseri, simüle etmekle insan bilgilenmez, aptallaştırılır. Tüm uygarlık eserlerinin taklidi yapılmakla bir gelişme sağlanmıyor. Taklit kültürünün hegemonyası gerçekleştiriliyor, yaşamın özünde yatan farklılaşma, asla tekrara dayanmaz. Tarih bile tekerrür etmez. Taklit gelişmenin zıddıdır. Sanal yaşam ise sınırsız taklide dayanır. Herkes birbirini taklit ederek, birbirine benzetilir. Böylelikle koyun sürüleri yaratılır. Finans çağı sanal yaşam olmadan yaşayamaz. Ancak sınırsız aptallaşmayla yürüyebilir ki, o da sahte sanal yaşamla gerçekleştirilir.

Medya, modernizmin en etkili beyin ve yürek yıkama aracıdır. İletişim teknolojisinin sunduğu olanaklardan yararlanan ulus-devlet bu aygıtlarla dilediği vatandaşı yetiştirmekte büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Özellikle üç (S)’ler seks, spor, sanatın popülerleştirilerek, özünden boşaltılarak topluma sunulması aptal, banal, afyonlanmış vatandaş oluşumunda medya başat rol oynamaktadır.

Medya bu üç alanda da savaşın en etkili aracı konumundadır. Hiçbir araç, tekellerin kontrolündeki medya kadar topluma karşı savaşta tahripkâr rol oynamamıştır. Demokratik uygarlık tarafından kullanıldığında da şüphesiz çok etkili demokratikleşme aracı rolünü oynama konumundadırlar.

Sistemin tüm ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda varlığını inşa etmek ve sürdürmek için yaptığı faaliyetlerin büyük kısmı, tarihte örneğine ender rastlanan terör kapsamındadır. Büyük terörü provokatif unsurlarla gizlemek istemektedir. Paradan para kazanmanın reel ekonominin dışında büyük çapta gerçekleşmesi, tarihte hep karşımıza çıkan güçlü ve kurnaz elin sistem hale gelmesi ve toplumun tepesine oturmasıdır. Kırk haramilerin soygunları finans çağ tekel soygunlarının milyarda biri bile etmez. Böylesine büyük boyutlu soygunlar tam bir terör sisteminde ancak gerçekleşebilir. Bu anlamda iletişim çağı da denilen olgu, ancak finans terörünü örgütlemek için gerekli olabilirdi. Belki de bu amaçla medya terörü dediğimiz kavram anlam kazanabilir. Özcesi, sistemin kendisi tarihten gelmiş, gelecek en büyük teröristtir.

Kapitalist modernitenin en sanal sermaye tekeli olarak finans-kapital çağında, toplum tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar dağılmayla karşı karşıyadır. Toplumun politik ve ahlaki dokusu paramparça edilmiştir. Yaşanan, soykırımdan da ağır bir toplumsal olgu olan ‘toplumkırımdır’. Sanal sermayenin medya egemenliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan daha ağır bir toplumkırımı yürüten silah konumundadır. Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, bilimcilik ve sanatçılık (spor, dizi vb.) toplarını yirmi dört saat boyunca topluma kustururcasına vuran medya silahı karşısında toplum nasıl savunulabilir?

Medya da bir nevi ikinci analitik akıl gibi toplum üzerinde işlevseldir. Nasıl ki analitik akıl kendi başına iyi veya kötü değilse, medya da kendi başına nötr bir araçtır. Her silah gibi, rolünü kullanan belirler. Hegemonik güçler her zaman en etkili silahlara sahip oldukları gibi, medya silahının da hâkim gücüdürler. Medyayı ikinci analitik akıl gibi kullandıklarından, toplumun direnme gücünü etkisizleştirmede çok etkilidirler. Bu silahla sanal toplum inşa ediliyor. Sanal toplum, toplumkırımın başka bir biçimidir. Ulus-devleti de toplumkırımın biçimlerinden biri saymak mümkün olmaktadır. Her iki biçimde de toplum kendisi olmaktan çıkarılıyor, yönlendiren tekelin bir aracına dönüştürülüyor. Toplumsal doğayı basite almak çok tehlikeli olduğu gibi, kendisi olmaktan çıkarmak da sınırı belli olmayan tehlikelere açık tutmak anlamına gelir. Finans-sermaye gibi sanal tekel çağı da ancak kendisi olmaktan çıkmış toplumla var olabilir. İkisinin aynı dönemde ortaya çıkması rastlantı olmayıp, birbirleriyle bağ içindedir. Ulus-devletin kendisi olmaktan çıkmış (kendisini ulus-devlet sanan) toplumuyla medyanın baştan çıkardığı toplum, tam anlamıyla yenik toplumdur ve enkazından başka şeyler inşa edilmektedir. Böylesi bir toplumsal çağı yaşadığımızdan kuşku duyulamaz.

Medya tekelleriyle sanal bir dünyada boğuntuya getirilen, köreltilen bir toplum, ne kadar tepkisiz kılınırsa kılınsın, iktidar aygıtlarıyla gözeneklerine kadar ne kadar denetim ve gözetime alınırsa alınsın, genelde beş bin yıllık, özelde ise dört yüz yıllık dünya uygarlık ve modernite sistemi zihniyet ve yapısal bunalımın en dip noktasındadır. Küresel ve hegemonik güç haline gelen finans kapitalizmi bunun en açık kanıtıdır. Çarkları finans kapitalizmi tarafından döndürülen dünya ise bunalımdan kıvranan bir krizler dünyasıdır.

Hegemonya savaşları hiçbir uygarlık dönemiyle kıyaslanamayacak kadar kapsamlı, yoğun ve uzun süreli olmuştur. Savaşa katılan tekeller de ulusal ve uluslararası çapta olmuştur. Dolayısıyla ilk defa dünya çapında savaşlarla tanışılmıştır. Yerel ve bölgesel savaşlar hiçbir zaman eksik olmamıştır. Daha vahimi, giderek toplum tümüyle ulus-devletçe militaristleştirilerek bir nevi savaş hali içine sokulmuştur. Günümüz toplumlarına savaş hali toplumları demek daha gerçekçidir. Dayatılan savaş hali iki kanaldan yürütülmektedir: Birincisi, gerçekçi yol kanalı olan iktidar ve devlet aygıtlarının toplumun tüm gözeneklerini bir ağ gibi sarıp gözetim, denetim ve baskı altına almasıdır. İkinci yol, son elli yıl içinde niteliksel bir devrimle gelişen bilişim teknolojisi kanallarıyla (medya tekelleri) sanal toplumun gerçek toplum yerine ikame edilmesidir. Her iki savaş haline de toplumkırım demek mümkündür. Eskinin daha sınırlı uygulanan soykırımlarıyla birlikte, bu yeni toplumkırımlar daha yoğun ve sürekli halleriyle toplumsal doğanın sonunu hazırlamaktadırlar. Belki insan türüne benzeyen yaratıklar var olmaya devam eder: Ama sürü kitle, faşizm kitlesi olarak. Toplumkırımın bilançosu soykırımlardan daha ağır olarak tüm toplumun ahlaki ve politik niteliğini yitirmesinde kendini gösterir. En ağır toplumsal ve ekolojik felaketlerde bile sorumluluk duymayan insan yığınları bu gerçeği kanıtlar. Bunalım ve kriz ötesi bir durumun yaşandığı inkâr edilemez.

Dünyada günümüzde yaklaşık iki yüz ulus-devlet vardır. Hepsi yukarda belirttiğimiz kurum ve vatandaş kitlesiyle ilişkiler yekûnuyla karşı karşıya gelirse, en az iki yüz tanrılı, binlerce mabetli, sınırsız tarikatlı bir düzen veya hercümerçlik durumunun doğması kaçınılmazdır. Çünkü temsil ettikleri tüm olgular kutsal ve uğruna ölmeye değerdir. Dikkat edelim, karşımızda gerçek toplumsal doğayı yansıtan ahlaki ve politik toplumdan ad düzeyinde bile bahis yoktur. Gerçekten saldırıya uğraması halinde uğrunda ölünecek bir gerçek varsa, o da ahlaki ve politik toplum gerçekliğidir. Ulus-devlette ise, herkes kendi kendine oluşturduğu ve oluşturulup önüne sunulan olgu putları adına savaşmaktadır. Eskinin putlar uğruna savaşımından bin kat daha azıtmış bir putlar uğruna savaşlar dönemiyle karşı karşıyayız. Sonuç sermaye ve ulus-devlet tekellerinin azami kâr kanununun işlemesidir; mutlu azınlığa firavunların bile yaşamadığı yaşantıların peşkeş çekilmesidir. Modern yaşam denilen, pozitivizmin bu gerçeğinin, daha doğrusu gerçekleri katletmesinin sonuçlarından başka bir şey değildir. Bugün sanal toplum çağına eriştik. Hiçbir gerçek, sanal toplum kadar olguculuğu açıklayamaz. Olgucu toplum sanal toplumdur. Sanal toplum olgucu toplumun gerçek yüzü, yüzünün ötesinde hakikatin ta kendisidir. Olguların anlamsızlığı (daha doğrusu kan banyosu, hayali toplum, tüketim toplumu anlamında anlamsızlık anlaşılmalı) sanal toplumla zirve yapıyor. Medyatik toplum, şov toplumu, magazinel toplum hep nesnel, olgucu anlayışın, pozitivizmin açığa çıkmış hakikatidir. Bu da aslında hakikatin inkârıdır…

 

Bugün, Türkiye’de büyük bir ikiyüzlülükle korkunç bir fahişeleşme durumu yaşanıyor. Cinsellik çok kaba ve düzeni kurtarmaya yönelik bir ilişki biçiminde sergileniyor. Günlük olarak basın, televizyon ve hatta edebiyat bununla toplumu uyuşturmaya çalışıyor. Müthiş bir düşürme aracı. Sanıyorum en çok bu araçla toplumun bakış açısını çarpıtıyorlar ve yaşam tutkularını en olumsuza bağlıyorlar. Ortada hatırı sayılır bir yaşam yok; fahişeleşme vardır, çok kaba bir cinsel tatmin vardır ve bunun da çözüm demek olmadığı ortadadır. Kendi sosyal, kültürel yaşamı vardır. Mevcut kültüre, basın-yayına damgasını vuran tamamen burjuva içeriktir, bu da sosyal yaşam tarzında burjuva taklitçiliğidir. Burjuva tüketim toplumunun en geride ve güdüleriyle yaşamadır.

Bir ideolojik bombardıman olmazsa, bu medya yoluyla televizyon, basın yoluyla, yine ekonominin tam özel savaş emrinde kullanılması olmazsa, en önemlisi de bu terörist eylem biçimleri, önemli kesimlerin temsilcilerini hep sindirerek, korkutarak iradesiz bırakma yöntemleri olmazsa, aslında bu rejim dayanamaz, hızla çözülür. Varlığı çok özel yöntemlerle sürdürülmektedir. Burada dediğim gibi, gizlilik, çarpıtma, tehdit, her tür terörist sindirme kullanmayla sürdürülen topyekün özel savaş dediğimiz bir olay söz konusudur. Olağanüstü yoğunlaşmakta ve yerine göre bütün biçimleri kullanmaktadır.

Bu işlere daha inançlı, daha radikal, daha dönüştürmeyi sağlayan bir tarzda yaklaşmak gerekiyor. Emperyalizm ve sömürgecilik sürekli baştan çıkarıyor. Bizde tali olmaktan çıkılmıştır. Bizde gelecek tamamen kirletilmiştir, güncellik zaten yaşanılmıyor. Bunu basın-yayın organları ile askeri ve siyasi organlarıyla, ideolojik saldırılarıyla her gün, amansız bir şekilde yürütüyor. Fakat, bizim de bir direnişimiz var. Bütün bunlara rağmen tarihin günceli, geleceğini her türlü ideolojik, siyasi ve askeri saldırılarıyla boşa çıkarılabileceğini, buna karşı direnilebileceğini bizim pozisyonumuz göstermiştir. Bu bir duruş şekli, yaşam şeklidir.

İnsan iradesi söz konusu olduğunda, insan eylemi, bunun dayandığı yaşama tutkusu kimde güçlüyse, yaşamın haklılığını, güzelliğini kim temsil ediyorsa, bir yerde en gelişmiş tekniğe karşı da o zafere ulaşır. Biz her zaman şunu söyledik; “İnsan en büyük tekniktir” dedik. İnsan bir teknik olarak düşünülürse, atom bombası da dahil, her türlü yıkıcı araçtan daha fazla yıkıcı olabileceği gibi, yapıcı da olabilir. Bu doğrudur. Aslında biz savaşı bu aracı geliştirerek kazanıyoruz. Şu anlama geliyor; PKK içindeki insan, savaşı kazanabilecek insandır. PKK içindeki militan, en büyük teknik savaş gücüdür. PKK’deki savaşçı, en patlayıcı araçtır. Belirttiğimiz gibi bu dönemin karşı-devrim savaşımı, özel savaştır. Bu karşı savaşımda başarı sağlanması için de devrimci savaşlar gerekmektedir. Her düzeyde çok kıyasıya bir karşı koyma ve çıkışlar söz konusudur. Taraflar birbirini alt etmek için günlük olarak içine girmedik bir tutum bırakmazlar, her şeyi kullanırlar. Buna psikolojik savaş deniliyor, moral savaşı deniliyor. Yoğunca yaşanıyor. Özellikle çağdaş teknik araçlar olan basın-yayın, karşı taraf tarafından müthiş kullanılmaya çalışılıyor. Karşı-devrim, en gelişmiş teknikle, devrimci gücü ezmeye çalışır. Ama devrimlerin de bir sırrı var, bir kuvveti vardır. Buna kimisi haklılık der, kimisi doğruluk der, kimisi irade der, kimisi doğruluk teorisi der, kimisi örgüt anlayışı der, eylem çizgisi der. Ne denilirse denilsin, hepsinin de belirli payı vardır.

Alanla ilgili birçok çalışanla yaptığımız değerlendirmelerde, oldukça soyut yaklaşımların, gerek yapısal ve gerekse de biçimsel yetmezliklerin, onların durumlarında mücadelemizin seviyesinin çok gerisinde ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Hatta mücadelemizin derin ideolojik-siyasi gereklerini karşılamak şurada kalsın, onu yansıtma, onu hak ettiği yere oturtmada bile bazı engeller olmakta, bu durum birçok istismarcı kişinin alan üzerindeki tüccar anlayışının boy vermesine yol açmakta ve sonuçta bazı somut yaşam durumlarına baktığımızda bunlar da çok çarpıcı olmaktadır. Burjuvalaşan anlayış, onun ücret anlayışı, neredeyse bu çalışmalarımıza da olduğu gibi damgasını vurmuştur.Basın-yayın biliyorsunuz çok geniş bir mücadele alanımız ve çok büyük bir silah. Bana göre burada çok büyük bir ilkellik var, çirkinlikten geçilmiyor.

Bazıları açıktan oradaki imkan ve olanakları kolektif bir örgütlenme için değil, kendi bireysel yaşamını örgütlemek için kullanıyor. Bu durumda örgüt anlayışında beraberlik olmaz ve bu anlayış örgütlenmeyi engeller. Nitekim hem ideolojik bakış açılarında bir çarpıklık ve hem de örgütlenmede bir çarpıklık var. Zira örgütlenmeye gelmemedeki tutumlar, çabayı oldukça örgütsüz, başıboş ve herkesin kendini konuşturduğu bir alan haline getirmiştir. Her türlü yaşam tarzı sergilenebiliyor. Çok çalışılması, tam bir proleter tutumun takınılması ve disiplin anlayışına sahip olunması gereken bir yerde, bunlara hiç gelmeyenler var. Belli ki bizim ele alabileceğimiz yaklaşımlar böyle ele alınamaz.

Bu alanda çalışmak isteyenlerin ideolojik esaslara dikkat etmesi kadar, sınıf veya emekçiler örgüt anlayışına uygun bir tutum da almalıdır ve bunu somut yaşamında da ispatlamalıdır. Bireyciliğe değil kolektivizme, ayrılığa değil uyuma, çeşitli biçimlerde dayanışmaya, çeşitli biçimlerde birbirini güçlendirmeye, yani ideolojik denilen ilişki esaslarına cevap vermedir. Böyle olmayanların bizim tarafımızdan desteklenmeyeceği açıktır. “Giderlerse geriye çok az kalır” deniliyor; az kalsın, hatta hiç olmasın. Biz kendi emeklerimizle burjuva aydınlarını başımıza bela edemeyiz, küçük-burjuva bireyci tutumlarına alan kazandıramayız. Bu bizim dünya görüşümüze, emekçi halka ihanet olur. Aslında olan da biraz budur. Can verenler, bu konuda en büyük cezayı çekenler emekçilerdir. Bunlara layık olmayanların elbette ki yanımızda yeri olamaz. Aslında bunlar işin alfabesi, fakat bir türlü gerekleri yerine tam getirilememiştir.

Neden gelişemiyorsunuz? Neden ürün kaliteli olamıyor? Bir ideolojik yayın organı eğer ideolojik mücadele görevlerine sahip çıkmazsa elbetteki başa bela olur. Tüm sorunlar tiraja indirgenmiş. Tirajı kurtardık mı, kurtarmadık mı tartışması yapılıyor. Fakat tirajdan çok daha önce, kurtarılması gerekenler vardır. Bu kadar emekçi halk vardır ve hala tiraj sorunu varsa, bu, organın o halklara indirgenemediğini gösterir, halka layık olunmadığını gösterir. Sorunu doğru ele almak gerekiyor.

Sosyalizme, demokrasiye hak ettiği önem verilmezse, bu, ideolojik yayın organlarıyla oynanması gereken rolün oynanmadığı anlamına gelir. Gazete ancak önemli şahısların, halkın nezdinde itibarı olanların demeçleriyle, önemli haber kaynaklarının haberleriyle kurtarılıyor. Hiç kimse sanmasın ki, çok güçlü bir ideolojik yayın organı olarak oynaması gereken rolüne karşılık verdiği için halk destekliyor. Hayır! Bu gerçeği iyi görmek gerekir ve gördükten sonra da kendimizi düzeltmeyi bilmek gerekir. Yoksa sorun yayın kurumunun, personelin başına kim geçecek veya diğer köşe başlarını kim tutacak sorunu değildir. Önemli olan; hangi boşluğun doldurulduğudur.

Temel ideolojik işlev görülüyor mu?

Demokrasinin hangi sorununa güç getiriliyor?

Sosyalizmin hangi ilkesine can veriliyor?

Bu konularda herkes hesap verecektir. Dar bir küçük-burjuva ukalalar takımı çıkmış ortaya, “senin yerin nasıl, benim yerim böyle, kimin yeri sağlam” deyip duruyor. Çok utanmaz bir durumdur bu. Onlara şunu soruyoruz; bir ideolojik olaya mevcut somut koşullar çerçevesinde ne kadar güçlü yaklaşım gösteriyorsunuz? Hazır sunulan her şeye ne kadar layıksınız? Değilseniz ne yapıyorsunuz? Nedir ucuz çekişmeler, işin esası üzerine yoğunlaşmamalar? Bu sorulara cevap veremeyenlerin bize fazla ulaşmaları elbette ki düşünülemez, bizden öyle fazla itibar bulamaz.

Örgütlenme meselesi de en az ideolojik program veya yayın komitesi kadar dikkatle halledilmesi gereken bir işleve sahiptir. Burjuva gazetelerinde buna personel idaresi denir. Biz buna örgütlenme birimi diyebiliriz. Bu birim, halkla sıkı sıkıya ilişkilidir, mücadelenin merkezleriyle sıkı sıkıya ilişkilidir, yurt içi ve yurt dışıyla sıkı sıkı ilişkilidir, diğer yayın organlarıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Burjuva dünyasında çalışmak kadar, halk içinde çalışmakla yükümlüdür. İdeolojik yönden olduğu kadar siyasi ve toplumsal yönden de güçlüdürler, örgütlüdürler. Örgütlenme politikası böyle ele alınır. Yoksa herkesin sırf köşe kapmak için “Ben şuranın muhabiriyim, şuranın köşe yazarıyım, şefiyim” biçiminde bu sorun ele alınamaz. Sağlam bir örgütlenme olmadan yayın organı gelişemez.

Gücünüz yetiyorsa daha geniş komuta görevlerine de anlam verebilirsiniz. Demin çizdiğim bir anlayış vardı. Biz savaşı öyle karşılıklı ateş biçiminde anlamıyoruz. Orası eğer yaşarsa, gelişirse bir ordu kurmayının, ordu kurtuluş çalışmalarının sağlam bir alanı oluyorsa işte en iyi bir savaşı veriyorsunuzdur. Biz de yıllarca ne yaptık? Bu çalışma değil midir? Size çok önemli imkan sunmadık mı? Orası işin göbeğidir. Bu işin tam merkezidir. Sabırla, inatla, ama büyük bir sistematiklik içinde ki, buna bilinciniz vardır, bu işi kökleştirirseniz yarın en büyük savaşın da en sağlam alt yapısı olacaktır. Orayı yenilmez kılmak, her türlü savaşı kazanmaya en sağlam adımı atmak demektir. Eğer iddianız büyükse eğer çalışmayı biliyorsanız ve orası da yaşanacaksa, bu en büyük ordu çalışmasıdır, yarın oraya dayalı Güney’de ve Kuzey’de savaşlar gelişecek. Yeter ki siz dayanın. Yeter ki sisteminiz dayanma ve başarı noktasına yaklaşsın…. Bizim sabrımızı, hazırlıklarımızı biliyorsunuz, Orada bunu derinleştireceksiniz. Yıllarca sürecek bir hazırlık büyük bir zaferi getirecektir. Günü birlik çatışmalarla zafer olmaz. Yenilgi olur kısaca. Toprağa büyük bir inanç,  savaşın doğasına çok büyük bir anlam verme, oradaki kişilikleşmeyi …, bu seviyeyi yakalamış olmak herhalde kendinize yapabileceğiniz en değerli katkıdır. Orada kazandıracak kişilik … büyük bir çalışmanın sorumluluğu demektir. Kısaca bu şans elinizdedir. İtirazsız ve çok iyi geliştirebilen, birçok göreve uzanabilen, aranızda muazzam bir kollektifleşmeyi seferber edebilen ve büyük zaferlerin başlangıç çalışmalarını böylece temsil eden bir konumda olmak şanstır.

Parti geneliyle uğraşmak kadar, konferans bünyemize alınan yoldaşlarla da ileri düzeyde bir çözümlemeyi yaşadık ve gerçekten şahsınızda kazandıracak tarihi ve yeni toplumu ana hatlarıyla ortaya çıkardık. Veya en azından alınan kararlara gereken cevabı verebilirseniz, tarihin de, onun yeni toplumunun da kazanılması, onun ipuçları çarpıcı bir biçimde gündemimizdedir. Yaşamımızdadır. Biz bu temelde bundan sonra hiç şüphesiz çizginin bu kadar açılımına ve kararlara kavuşmasının da bir sonucu olarak daha sağlam yürütme durumunu yaşayacağız ve yaşatacağız. Gerek partisel, gerekse ulusal yönetim ve hatta diğer uluslardan da devrimi hem yararlandırma, hem de ona güç katma anlamında başarılı çıkışları sürdürmeye devam edeceğiz…

Demokratik Modernite’nin tartışılması önemlidir. Buna ihtiyaç var. Sürekli tartışılmalı. Demokratik Modernite bir alternatiftir, alternatif düşünce sistemidir. Dergi’de cezaevindekilerin yazılarına da yer verilmeli. Kendilerini iyi yetiştirmişler, hepsi birer filozof gibi olmuşlar. Kadın konusunda da tartışılmalı. Dergi bu konuyu ele aldığı zaman kadın hareketiyle de görüşülmeli. Onlar da tartışmalıdırlar, dergiye de yazarlar.

Bu temelde biz de destek olmaya çalışacağız. Tüm çalışanların olanca dürüstlüğüyle, fedakarlığıyla, doğru örgüt anlayışıyla karşılık vermelerinin başarı için şart olduğunu söylüyoruz, bunu bekliyoruz ve başarı dileyip selamlarımızı sunuyoruz.

 

 

 

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk