Ruken Bingöl
Gidenlerin ardından söz söyleme cesaretini bulamıyor insan. Kavramlar anlamalarını yitiriyor. Söz bitiyor. Duygudur geride kalan. Duygudur onu ve yaşamını anlatan. Sen sadece yaşıyorsun. Sözcükler yetmiyor duygu seline. Yükleyemiyorsun sözcüklere duygularını. Duygunun görüp yaşadığını anlatamamak hayatın en büyük acısıdır belki de. Buna bilgelerin hüznü derlermiş. Görüp anlatamamak. Sadece acı duymak. Dilsiz kalmak!
Gidenlerin ardından dilsizlerin acısını yaşıyor yüreğim. Anlatamıyorum, kanatıyor yüreğimi. Kanatıyor sözcüklerin acizliği. Ve kabullenemiyorum, alışamıyorum. Her şahadet, bende biraz daha acı ve hüzün bırakıyor. Yüreğimi, bilgelerin hüznüyle dolduruyor. Yüreği hüzünle pekleşenlerin sebat gücü de artarmış. Ne kadar dayanır bilemem, ama yüreğime onların dolduğunu, onlarla pekleştiğini, onlarla yaşam bulduğunu anlıyor, hissediyorum.
Hasan yoldaş alışamadım gidişine! Ne kadar ağır geldiğini bir bilsen! Yüreğimde ağırlığını hissederken hangi sözcüklerle anlatayım seni! Hangi sözcükler anlatır seni, bulabilsem!
Seninle ilkbahar ayında karşılaşmıştık. Baharın en güzel mevsimiydi. Ve sen kuzeyden yeni gelmenin sıcaklığıyla etrafına umut saçıyordun.
2000 yılının bahar ayıydı. Her baharda olduğu gibi yaşam yeniden dirilişin tüm canlılığını taşıyordu üstünde. Dola koke de baharın hareketli bir gününde kuzeyin canlılığını üzerinde taşıyan bir grup arkadaş gelmişti. Hasan arkadaşta aralarındaydı. Baharın açan yaprakları gibi gamzeleri kanla doluydu, güleçti yüzleri. Gözlerinin içi pırıl pırıl bir avuç dolusu gülüşle bakıyordu bizlere.
Hasan arkadaşla ilk karşılaşmamız bahar gibiydi. Hep bahar gibi kaldı aklımda, onu hep o gülüşle gördüm. Çocuk gülüşlerinde bahar vardı. Sanırım onu tanıyanlar da hep o bahar gülüşüyle hatırlarlar. Gerçekten bahar gülüşü! Doğa gibi! Sana bir enerji katar, sen varlığını hissedersin. Güzelliğini duyumsarsın, yüreğine akar, yüreğinde bir iz bırakır ve hiç silinmez. Sana bir şey vermiştir, ama sen bilmezsin. İşte Hasan arkadaşın gülüşü de böyle. Doğa gibi, bahar gibiydi! Çocuk gülüşünde bahar vardı!
Türkiye çalışmalarında birlikte kaldık, belli bir eğitim devresinden sonra Türkiye’nin Antep bölgesine bir grup arkadaşla beraber illegal çalışmalar için gönderildi. Uzun bir süreden sonra alana partinin illegal çalışmalarını yürütmek için giden ilk gruptu. O dönemde pratikçiliği ve duruşuyla büyük bir güven kazandıran Hasan arkadaş alanda önemli bir başlangıç yapan, kitlede güven oluşturan, tekrardan partiyle buluşma heyecanını yaşatan arkadaşlardan biri olmuştu. Demokratik halk insyatifi çalışmalarını başlatan arkadaşlardan biriydi. En zor bir süreçte önderliği sahiplenen eylemleri örgütleyen, korsan eylemleri başlatan, gençlik potansiyelinde önemli bir başlangıç yaptıran arkadaşlardan biriydi. Kısacası kitleyle bütünleşmede hiçbir sorunu olmayan, alabildiğine halkçı, sevilen bir arkadaştı. Alanda deşifre durumundan dolayı ayrılmak zorunda kaldı. Ama halada Antep’ten gelen birçok yurtseverimiz Hasan arkadaşın etkisinden, pratiğinden ve kişiliğinden bahseder.
Onunla en uzun beraber kaldığım süreç Kelareş alanı oldu. 2003 yılında yaklaşık 1 yıl o alanda beraber kaldık. Evet, onu anlatmaya çalışırken bile çok zorlanıyorum. Ben Hasan’la hep paylaşırken, onunla birlikte olurken adeta huzur buluyordum. Çünkü o yaşam ve sevgi dolu bir dost, bir arkadaş, bir erkek, bir militandı. Onun belirgin özelliği, güven veren kararlı duruşu ve katılım düzeyiydi. Güzel bir yoldaşlığı ve paylaşımı vardı. İnsan onunla paylaşımları arasında bir sınır koymak zorunda kalmazdı. Çünkü yoldaşlığı, paylaşımı, kişiliği, sadakati güven verirdi. Yaşamdaki coşkusu ve pratikçiliği onu herkes tarafından sevilmesine ve dikkate alınmasını beraberinde getirirdi. Örgütsel duruşundaki militanlığı ve mücadeleci kişiliği her arkadaşın onunla çalışma istemini doğurabiliyordu. Ben sürekli takılırdım ‘sen ahbap çavuşluk yapıyorsun, grupçuluk yapıyorsun’ dediğimde derdi ‘ bizim ahbaplığımızda, grupçuluğumuz da asla örgüte zarar vermez ve biz buna izin vermeyiz’ diyordu. Yani Hasan arkadaşın bazen yaptığı keyfiyetçilikler olsa da, yeri geldiğinde en ciddi çalışan ve en çok katılan arkadaşlardan biriydi. Yaşça küçük olsa da duruşu ve katılımıyla sürekli güven veren gittiği çalışmada sonuç alan, aslında ne yaptığını bilen, anlayan, girişken bir arkadaştı. Yaşamda hep ona takılırdık, muzip yönleri çoktu herkesin potlarını yakalar karikatürize eder ve arkadaşlara takılırdı. Arkadaşlar ona yakalanmamak için ellerinden gelen çabayı gösterse de o mutlaka yine bulur ve esprisini yapardı. Herkese istisna kişilik özelliklerine göre bir isim takardı, yani her birimize bir lakap takardı. Bizde ona çok takılırdık, ona ‘ çağdaş gui, Napolyon derdik, bazen de kısa ve tıknaz aynı zamanda saçları seyrek olduğu için hep takılırdık ‘ yaptığımız her moralde mutlaka yer alır ve skeçler de çok güzel rol oynardı, iyi bir gözlemci olduğu için yaşamdaki ayrıntılara kadar her şeyi yakalardı. Bizim için Hasan’ın her yorumu dikkate alınırdı onun söylediklerine herkes güvenirdi. Oda arkadaşlarını seçerken ilkesel olarak esas aldığı en temel ölçü, karşısındakinin örgütsel duruşu ve yaşamıydı.
En çok sevdiği şeylerden biri ata binmek ve dörtnala koşuşturmaktı. Kelareş te onunla her göreve gittiğimizde atını dörtnala koşuşturur adeta özgürlüğü keşfetmiş gibi küçük çocuklar gibi mutlu olurdu. Bana ata binmeyi öğreten Hasan arkadaştı. Bir keresinde ben ona hava atmak istedim ve onunla at yarışına girdim bir baktım ki o dörtnala koşarken ben kendimi yerde buldum. Kampa geldikten sonra uzun bir süre benim nasıl düştüğümü anlatarak gülmekten kırılırdı. Onunla diğer bir anımız ise ‘ İran da zozanlar daydık, aralarında tek bayan arkadaş bendim nokta deşifre olduğu için hemen bir arka sırta geçtik çadırımızı kurduk geç olduğu için ben kendime yer yapamadım. O günde içerden gelen kurye ve yeni savaşçılar çok olduğu için yer yoktu, bende 4 erkek arkadaşı alarak oradaki zozanlara gelen çadırlara gittik. Sabah saat 7 sıralarıydı ve ben dışarıda benimle gelen arkadaşları bekliyordum noktaya gidecektik. Dışarıda kadınlarla sohbet ederken 300 metre kadar bir tepe vardı hemen üstümüzde, bizde oldukça düzlükteydik. Araba sesini duydum ama çerçilerdir diye düşünüyordum. 1 dakika geçmedi tepeye doğru 5 ve 10 arası kişiler belirince bende bunlar kim diye bakarken birden İran askerleri olduğunu anladım. Ama ben onları fark ederken onlarda dürbünle beni görünce ben bir adım atamadan ateş açtılar. Yaklaşık 100 kişi vardı. Ben arkadaşlara haber vereyim derken silah sesiyle beraber arkadaşlar daha yüksek bir tepeyi almaya çalışıyorlardı. Onların bulunduğu yöne çok ağır silah atışları yapılıyordu. Ben birçok arkadaşın şehit olduğunu düşünüyordum. Ben hala düzlükten çıkamadığım için ateş edip özellikle ayağımdan yaralayarak yakalamak istiyorlardı. Bir ara ayağım bir taşa takılıp düşünce vurulduğumu sanarak ateşi durdurdular ve bu arada Hasan arkadaş onlara ateş ediyorlardı. Ben bu fırsattan yararlanarak tekrardan daha hızlı bir biçimde koşup bir sırtın arkasına verdim kendimi. Tam o esnada Hasan ark. Bağırıyordu. Bana doğru geliyordu bu defada bütün silahlar o ve başka bir arkadaşın üzerine çalışıyordu. Oldukça atik ve aynı zamanda soğukkanlıydı. O da bir sırtın arkasına geçtikten sonra benim yaralandığımı düşünerek bana ulaşmaya çalışıyorlardı. Çatışma aralıklı akşam saatlerine kadar sürdü. Akşam nokta da buluşunca Hasan arkadaş başladı tek tek potlarımızı ve mimiklerimizi anlatmaya. Sanki o pusuya o değil de başkaları düşmüş, espri ile her birimizin açığını anlatıyordu. Benim oradaki pozisyonumu tek gören Hasan arkadaş ve köylülerdi. Özelliklede köylerde köylülerin aşırıda abartması Hasan arkadaşın ağzına da girince ben artık onun dilinden kurtulamadım. Güneye kadar bile beni tanıyan herkese ‘ xuşka ruken deh tekla hawitiye, dıjmın şaşma ye’ yani her yerde beni köylülerin abarttığı gibi abartarak, gittiği köylerde de beni anlatarak feodal gururlarına dokunurdu. Bunu her benimle paylaştığında yine tekrar tekrar tanıdıkların yanında anlatarak gülmekten kırılırdı. Yani onun yaptığı hiçbir espri kırıcı değildi. Arkadaşlarının hassasiyetlerini hep bu konuda gözetirdi. Ayrıca halay çekmeyi ve türkü söylemeyi çok severdi, istisna her akşam bir grup arkadaşı da toplayarak ateşin başında Türküler söylerdi. Ağırlıklı bizim eski marşlarımızı çok severdi. Hep halayın başını çeker o söyler biz oynardık. PRD marşımız ‘ de bre Hasan türküsüydü’ bu türküyü çok severdi ve o türkü onunla bütünleşmişti. Her ateşin başında önce bu söylenirdi sonra diğerine başlardı. Oda onun parçasıydı. Bu çalışmada emeği en çok geçen, bu çalışmayla duygu ve düşüncesiyle en çok katkısı olan, onsuz bu çalışmayı bile hiçbir arkadaş düşünemiyordu. Birçok kez onun yoldaşlığı ve paylaşımları arkadaşların böyle bir koşulda zorlanmaları olsa da, birbirine güvenerek, tutunarak, çalışmayı beraber götüren arkadaşlardı. O nedenle bizim ve Hasan arkadaşın arasındaki bağlılık ve sevgi, anlatılamayacak kadar derin ve sonsuzdur.
En son olarak PKK eğitim devresine katıldı. Devredeyken arada bir ziyaretine giderdim, sohbetlerimiz paylaşımlarımız olurdu. Sanırım komün sorumlusuydu. Yoğunlaşmaları iyiydi, daha çözümleyici ve derindi. Pek resmiyetlerde konuşmaz konuşursa da iyi tahlil eder, eleştirilerini açık ve kaygısız koyardı. Belli bir örgüt kültürü ve olgunluğu olduğu için yaptığı her belirlemeler de kendisine hastı. Çok anlaşılır ve yalındır. Herkes Hasan arkadaş konuşunca ilgiyle dinler ve söyleyeceğini merak ederdi. Onun için pratik duruş ve kişinin katılım düzeyi, ahlak ve örgüte yaklaşımı esas ölçüydü. Onda hiçbir zaman bu örgüte karşı herhangi bir tereddüt ve güvensizlik görmedim. Ondaki değerlere ve şehitlere bağlılığı o kadar derin ve inançlı ki insan arkadaşa bakınca ‘ böyle yoldaşlarımız olduğu müddetçe bu devrim mutlaka kazanacaktır, gözümüz arkada kalmaz ‘ derdik. Kendini bilen, anlam arayışları güçlü olan, sorgulayıcı bir arkadaştı. Çok tartışmasa da, kendine aşırı güven ve kendinden emin duruşu onun yaşamdaki katılım biçimiydi.
Anlatmakla bitmeyecek kadar derin ve anlaşılmayı bekleyen yüzlerce şehit yoldaşlarımız var. Beklide sadece şahadetlerinden sonra arkaların da söyleyeceğimiz her sözün anlamı olacak mı bilmiyorum ama sadece bizim hep yarım bıraktığımız ama tamamlayamadığımız gerçektir şehitlerimiz. Onlar gibi yürümesini bilecek kadar donanımlı mıyız, onların yaşamını adadığı değerlere değer katacak kadar, vicdanlı ve gerçekçi olabilecek miyiz, ölümle dans eder gibi kahramanca şehit düşen yoldaşlarımızı unutmamak için neler yapıla bilinir. İşte bütün lanetliliklerde, kutsallıklarda bu gerçeğe, bu değerlere yaklaşımda açığa çıkar. Şehitleri unutmak, insanın kendine ihanetidir, kendini inkârdır. Onlar her biri bizim özgürlük bedelimiz ve aynı zamanda kanayan yaramız. Hasan arkadaştan bana kalan derin bir acı ve benden kopan bir parça can. Ondan bana kalan çocuksu gülüşlerinin yüreğimde yarım kalan sevdası. O bir Botan sevdalısıydı. Onun kelareş te şehit düşmesi ve bu kadar erken sevenlerini, bizi terk etmesi çok ağır geldi. Halada onu anımsarken gözlerim doluyor, boğazım düğümleniyor. Birilerinin bunun bir oyun olduğunu söylemesini ne kadar da beklerdim. Son gitmeden de onunla içimden geldiği gibi sohbet ettik, paylaştık ve bazı hayallerimizi ortaklaştırdık. O şahadet beni çok etkiledi. Bir kez daha şahadetler karşısındaki duruşumu, katılımımı ve onun yapmak isteyip de yapamadıklarını yüreğimde hissettim. Artık ben sadece ben değil onlarında duygularının, hayallerinin sesi olmaya çalışacağım.