• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

ÖZEL SAVAŞ-20

22 June 2025
in Araştırma-İnceleme
A A
ÖZEL SAVAŞ-20
Share on FacebookShare on Twitter

d)Rojavayê Kürdistan:

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecinde imzalanan Sykes-Picot antlaşması (1916) gereği, Fransa hegemonyasında Suriye’de manda rejim oluşturulmuştur. Buna göre sınırlar çizilmiş, tren hattı yeni Türkiye Cumhuriyeti ve Suriye devletinin sınırı sayılmıştır. 1946 yılında Fransız mandası altından çıkan Suriye rejimi, 1963 yılında BAAS partisinin başa geçmesiyle beraber yeni bir mecraya girmiştir. Kürtleri etkisizleştirmek amacıyla 1962 yılında uygulamaya koydukları Arap Kemeri politikasıyla asimilasyon, demografya değişimi, kimliksizleştirme, öz değerlerinden kopartmak gibi yöntemlerle halka karşı özel savaş ilanını geliştirmiştir. Önderlik, Suriye devletinin geçtiği bu aşamaları şu şekilde özetlemektedir: “Birinci Dünya Savaşı’nda üçlü ihtilaf devletlerinden biri olan Fransa’nın çıkarları gözetilerek, daha ulusal kurtuluş savaşının başlangıcında, 1920’nin sonlarında Ankara Antlaşması imzalanmıştır. Daha sonra Suriye olarak ilan edilecek devletin sınırları içinde bırakılan Kürtlerin, hatta Türkmenlerin hiçbir varlık gerekçesi dikkate alınmadan sadece askeri ve siyasi güç dengesi hesaba katılarak oldu-bittiye getirilmişlerdir. Kaldı ki, Arapların konumu da herhangi bir yasallığa bağlanmamıştır. Sadece mandacı devletin (Fransa’nın) çıkarları gözetilmiştir. Kendi başına bu durumun ne denli sorunlara yol açacağı baştan çizilen statükodan bellidir. Nitekim 1920’den beri Suriye devleti bir türlü normalleşememiştir. Halen sıkıyönetimle resmen idare edilmektedir. Toplumsal uzlaşıdan geçen bir anayasal sisteme sahip değildir. Kürtlerin önemli bir kısmı vatandaş bile değildir. Yani yok hükmünde (hukuki açıdan) sayılmaktadır. Geriye kalanların hiçbir yasal, kültürel, ekonomik, idari ve siyasi hakları yoktur. Önce Fransa’nın mandater çıkarları, daha sonra Arap milli çıkarları gereği sömürge konumundan daha geri (tıpkı Türkçü ulus-devlet sisteminde olduğu gibi) varlıkları üzerinde inkâr, imha ve kültürel soykırım süreci başlatılmıştır. Günümüze kadar hegemonik iktidarların denge hesaplarına göre bu statüko, kısmi değişikliklerle ama sonuçta yoğunlaşarak devam etmiştir.”

Beyaz sömürgecilik ya da beyaz imha olarak adlandırabileceğimiz asimilasyoncu politikaların esas amacı Kürtleri kimliksel olarak eritmek ve kendine dahil etmektir. Nihayetinde Kürtler varlık olarak resmi ülke vatandaşı bile sayılmamakta, bu nedenle resmi mülk edinme, tapuyla mülk edinme engellenmektedir. Bu uygulama günümüze kadar devam etmektedir. Yabancı sıfatıyla Rojava Kürdistan toplumu isimlendirilmekte, bir devlet sınırında bile belirlenmiş haklardan yararlanamamakta, ikincilik statüsü sadece bir yaklaşım değil, resmi politika olarak dayatılmaktadır. Nitekim vatandaş sayılmayan Kürtlerin Üniversite okumaları zordur, kısmi bazı aileler vatandaş sayılmaktadır. Üniversite okuyanlarda her yerde görev alamamaktadır. Çocukların altı yıl okumaları zorunlu olmakla birlikte, bu altı yıl askeri üniformalarla tam devlet hizmetli çocuklar yetiştirme adına işleyen bir asimilasyon sürecidir. Tıpkı 12 Eylül Türkiye’si gibi askeri ders sorunlu kılınmış, bu ders subaylar tarafından verilerek devletin zoru küçücük çocukların beynini şekillendirmeye yöneltilmiştir. Çocuklar yedinci sınıftan sonra BAAS gençliğine üye kabul edilmekte, daha doğrusu bu zorunluluk dayatılmaktadır. Rojava Kürdistan’ı bu şekilde hiçleştirilme politikasıyla, yaşamın dar tanımı ve o sınırlarda katılım zorunluluğuyla karşı karşıya kalmaktadır. İkincilik içsel bir duruma yol açmıştır. Bu bir özel savaş politikasıdır. Kürdistan bölgesine hiçbir ekonomik yatırım yapılmamakta, alanda çıkan petrol devlet denetiminde işletilmekte, rafine için başka yerlere aktarılmaktadır. İl statüsü verilen hiçbir Kürdistan şehri yoktur. Haseki Kürdistan’a sınır kabul edildiğinden demografyası Araplardan oluşturularak küçücük bir ilçeyken il statüsü verilmiş, Rojava’nın Cizre mıntıkası buraya bağlanmıştır. Aynı şekilde Afrin ve Kobani Halep’in ilçeleri sayılırken Kürtlere yerel yönetim imkanı verilmemiştir. Ekonomisi zayıf, kendi içinde silikleşmiş bir yaşam standardına mahkum edilen Rojava Kürdistanı devlete bağımlılık sınırlarında tutulmuştur. Şehirleşme imkanı sanayileşme anlamında tanınmamış, iş alanları oluşturulmamış, Kürdistan dışında İşçilik, inşaatlarda çalışma ve değişik tortu işler Kürtlerin alanı olarak görülmüştür. Şam’ın varoşları çalışma zorunluluğuyla oraya göç eden Kürtlerden oluşmaktadır. Şehrin en iskana el vermeyen yerlerinde yerleşmiş, tortu işlerin çalışanı olmuş, hep küçük görülmüşlerdir. Yani Kürdistan’ın diğer parçalarında yaşanan durum Rojavada belki daha da geri bir tarzda kendisini yansıtmıştır. Göç eden kitleye Araplaşma dayatılmakta, Kürtçenin kullanımı yasaklanmakta ya da küçük düşürülerek halkın dilini kullanma eğilimini zayıflatmaktadır. Düşünce tarzı itibariyle yaşamla sınırların daraltılması, kapalı rejimlerin içe dönüklüğü toplumsal yapıyı yüzeysel ve kendi halinde kılmakta, çelişkisizlik, dönüşüm iradesini geliştirememe, tabi olma gibi bir duruşa yol açmaktadır. Rojava Kürdistan’ın da en erken dirilen çelişki ulusaldır, çünkü sınır hattının parçalanmışlığı gözler önündedir. Fakat işgali ağırlıkta diğer devletlerin işi sayma, yani yaşadığı ülkenin rejimiyle çelişki yaşamama uzun süre bir sorun olmuştur. Kürt halkının direnişçi yönleri onu kimliksel olarak korurken, dil vb. konularda asimilasyon daha az etkili olurken, özde devlet politikalarından etkilenen boyutlarda söz konusudur. Baas Rejimi esas stratejisini Arap milliyetçiliğine dayalı kendisi dışındakilerini hiçleştirmeye dayandırmıştır. Esat ailesinin iktidara gelmesi, Alevi oluşları, Kürtlere karşı politikayı yumuşatmış gibi görünse de bir istihbarat devleti olan Esat Suriye’si aslında Kürtleri çeper çevre sarmalamıştır. İstihbarat devletlerinde büyük, donanımlı ordular yoktur, tüm güvenlik anlayışı muhalefeti ezme üzerine kuruludur. En ufak refleks gösterenler ihbar edilir, gizli kaçırılır, sorgulanır, olmadı ortadan kaldırılır. Hiçbir hukuk sistemi ve korunma koşulları devrede tutulmaz. Bu nedenle istihbarat devletleri en çok korku salandır. Devlet her yerdedir düşüncesini geliştirir, evde bile rahat konuşamaz hale getirir. Tedirginlik bir toplumsal durum haline gelir, mücadele gerekçesine dönüştürülmemiş tedirginlik teslimiyete götürür.

Suriye bir parlamentoya sahip olmasına rağmen bu parlamento tek partilidir, seçim sistemi cumhurbaşkanlığında tek adaya dayalıdır, hanedan üzerinden süren bir yönetim geleneği vardır, bu anlamda klasik-monarşik bir devlet yapılanmasıdır. Biçimsel olarak cumhuriyet ismini alır, devletin zaten cumhuriyetçisi olamaz ama halk direnişlerinin kazanımı olarak devletin katı-otoriter yapısını esnetmesi temelinde gelişen temsili demokrasi Suriye’de monarşinin perdesi haline getirilmiştir. Seçim bir mizansendir, özü tekçiliktir. Devlet olarak büyük güçlerin arasındaki çelişkilere dayalı bir kendini ayakta tutma siyaseti yürütülmüş, hep Rusya cephesinde yer alınmış, böylelikle ABD, AB karşısında kendisini korumaya çalışmıştır. Suriye İsrail-Filistin sorununda Arap dünyasını temsil eder bir pozisyon kazanmak için Filistin’in direnişini tasarruf altına almak istemiş, yıllarca ön cephede yaşanan bu direnişi kendi çatışma alanı var saymış, bunun üzerinden bölgesel bir güç haline gelmek istemiştir. Ama klasik-ulus devlet yapısı ve mücadeleyi demokratik değerlere dayandırmaması nedeniyle ne Filistin hamiliği sonuç almış ne de kendi sorunlarını çözen bir güce dönüşebilmiş. Önderliğimizin Suriye’de bulunma sürecinde siyaset çizgileri her ne kadar Önderciliğimiz bilincinden ve siyaset tarzından etkilense de bu etki düzeyi devletin klasik siyasetini değiştirmesine evirilmemiş, devlet aklı taktik yaklaşmış, bu nedenle Suriye şu an içine girdiği parçalanmışlığın önünü alma şansını kaybetmiştir.

Devlet Kürt halkını pasifleştirme, kendisine tabi kılma, üzerinden siyaset yürütecek bir kesim olarak ele alma siyasetini yürütürken direniş emareleri gördüğü noktada göz korkutucu, sindirici sert uygulamalarda bulunmuştur. Nitekim Amude sinemasının kapılarının dışarıdan kilitlenerek içerdekilerin yakılarak katledilmesi buna örnektir. Yine Uluslararası komplodan sonra Türk devletiyle anlaşmaların özelde Kürtlerin katliamına dayandırılması nedeniyle baskıların Suriye devleti tarafından arttırıldığı, PKK kadrolarının Türkiye’ye teslim edildiği dönemlerde bu tür uygulamalarda bulunmuştur. 12 Mart 2004 yılında Qamışlo’da gerçekleşen katliam, Hafız Esat’ın ölümünden sonra BAAS iktidarının Kürtlere karşı daha sistemli hale getirdiği baskının somut olarak yaşanan bir göstergesi olmuştur. Halka yönelik geliştirilmeye başlanan baskıların yanı sıra, halkın başta Avrupa olmak üzere değişik yerlere göç etmelerinin de önü açılmıştır. Bu göçler bir yandan devletin şiddetine maruz kalanların, yaşama imkanı bulmayanların zorunlu göçü olurken, diğer taraftan da aslında teşvik edilmiştir. Denilebilir ki, Rojava Kürdistan’ında siyasal amaçlı göç en fazla bu süreçte yaşanmıştır.

Kuzey, Doğu ve Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmelerin doğrudan etkisinin görüldüğü Rojava Kürdistan’da Suriye hükümeti yeni politikalar belirlerken, Türkiye ve İran hükümetleriyle de yakın ilişkiler içerisinde olmuştur. Bu çerçevede bu devletlerle de anti-Kürt ittifaklar içerisine girmiştir. Suriye hükümeti bu devletlerle ortak istihbarat, operasyon, teknik donanım vb. konular üzerine antlaşmalar yapmıştır. Esat rejimi bu konuda son derece teslimiyetçi ve ilkesiz davranmıştır. Özelde Erdoğan rejimi ile içine girilen ittifak Kürt halkı karşısında çekinmeden suç işlemenin temel dayanağı olmuştur. Kendisini bölgede ulus devletler ittifakıyla ayakta tutmaya çalışan Suriye devleti Kürtleri ikram etmekten geri durmamıştır. Suriye devletinin içine girdiği bu pozisyon, demokratik dönüşümle Kürtlerle ortak ittifakın kendisi açısından yol açacağı gücü elde etmeyi engellemiştir. Suriye rejimi Kürtlerin varlığı karşısında saygısızdır, değersizleştirir ve kullanım malzemesi olarak görür. Önderliğimizin Suriye’de bulunduğu süreci eğer doğru anlayıp ona göre bir siyasetin gelişimine dönüştürselerdi kuşkusuz hem Suriye hem de Ortadoğu açısından durum başka olabilirdi.

Önderliğin de belirttiği gibi, Kürtler açısından, özelde Beşar Esad sonrası kültürel soykırım süreci daha da derinleştirilmek istenmiştir. Her ne kadar kuzeyde yasal sorun yaşayan Kürdistani örgütlerin varlığına ses çıkarmamış olsalar da esas amaç tehdit aracı olarak bu örgütleri sürekli el altında tutmaktır. Nitekim PKK’ye yaklaşımları da bu çerçevede olmuşsa da Önderliğimizin bilinç düzeyi ve siyaset anlayışı, bu temelde karşılıklı ihtiyaçların dengeli belirlenmesi bu politikanın önünü almıştır. Hegemonik güçlerin Ortadoğu müdahalesinin temel adımı olan uluslararası komplo sürecini başlatmaları ve Suriye devletinin dış baskıları karşılayacak bir siyaset içinde bulunmaması kuşkusuz kendi pragmatist politikasıyla bağlantılıydı. Komplo sürecinin devamında Önderliğimiz 9 Ekim tarihinde Suriye’den ayrılmasıyla, aslında Suriye bölgesel siyaset ve Kürtlerle ilişkisi anlamında geleneksel politikasına geri dönmeye evrildi. Yukarda da belirttiğimiz gibi bölge güçleriyle ilişkilerini özelde Türkiye ile Kürtler üzerinden ittifaka dönüştürürken, bu konuda demokratik gelişimi içerde ezme, halka baskı, göz altı, işkenceler, Türk devlet yönteminin faşizan uygulamalarını taklit etme ve yoğun ajanlaştırma vb. yaklaşımlarını yoğunlaştırdı. Sosyal politika anlamında da özel savaş yöntemleri devreye girerek Kürdistan’a istihbarat eliyle uyuşturucuyu yaygınlaştırmak, fuhuş sektörünü geliştirmek, modernist yaşam adına gelenekten kopuşu sağlamak, özentili kişilikler yaratmak, Türk dizileri yoluyla kültürle entegrasyona toplumu açık hale getirmek vb yöntemler uygulandı. Aklını Türk ve İran istihbaratlarından alan Beşar Esad rejimi özel savaş yöntemi olarak toplumsal dejenerasyonu sağlamaya yöneldi. Bölge devletleriyle bu kadar Kürt karşıtlığı üzerinden bir araya gelmek Suriye’yi süreç gelişmelerine karşı koruyamazdı ki geleneksel-statükocu devlet uygulamalarında sertleşerek ayakta kalacağını sandı. Kuşkusuz bu Suriye açısından sonucu yıkım olacak bir hataydı ki peşi sıra gelişen süreç bunu doğruladı. 2011’de başlayan, ‘Arap Baharı’ olarak isimlendirilen, Önderliğimiz tarafından da aslında Kürt özgürlük mücadelesinin demokratik dinamikleri harekete geçirmesi anlamında yol açtığı bir süreç olarak ele alınan halk hareketleri süreci başladı. Kuşkusuz hegemon devletler bu gelişmeleri tasarruf altına almada geç kalmadılar ama süreç tümden onların da istediği tarzda gelişmedi. Şu an hem hegemonik ulus-üstü güçlerin müdahalesi var hem de halkların kendi demokratik talepleriyle aktifleşmesi durumu var. 3. Dünya savaşı olarak tabir edilen sürecin en aktif ve bölgesel yayılımlı çatışmalı dönemine girilmiş oldu.  Suriye geleneksel-statükocu politikaları ve bölgesel ulus-devletlerle Kürt imhasına dayalı çıkar ittifakları nedeniyle elbette tüm bu çatışmalı durumun merkezine oturdu. Nihayetinde şu an parçalanmış ve 3. Dünya savaşının meydan alanına dönüşmüş bir Suriye gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Suriye’de yaşanan çatışmalı ortam ve halk ayaklanmalarıyla birlikte Kürtler kırk yıllık mücadele deneyiminin birikimine dayalı en örgütlü güç olarak kendi yerel idari birimlerini oluşturarak devletin veya herhangi bir gücün varlığını etkisizleştirdiler. Rojava Devrimi bu anlamda sadece Kürt halkı açısından değil halkların demokratik örgütlenme hakkını pratikleştirmesinin eylemi ve duruşudur. Kuşkusuz Rêber APO öncülüğünde Demokratik Ekolojik-Kadın özgürlükçü paradigmaya dayalı kendi sistemini yaşamsallaştırma; salt Rojava sınırlarında değil, Dünya halklarına, özelde Ortadoğu halklarına model teşkil etmesi ve iktidarcı-devletçi ideoloji ve yapılanma karşısında alternatif olması itibariyle tarihi öneme sahip bir adımdır. 3. Dünya savaşı uygarlığın, yani 5000 yıllık ömre sahip bir zihniyet ve yapılaşmanın bunalımının sonucudur. Yani lokal-dönemsel krizlerin yol açtığı bir durum değil, köklü değişiklikler gerektiren bir kaosun ürünüdür. Bu nedenle bu kaos aralığında atılacak yerinde ve doğru en küçük bir adım bile büyük kazanımlara yol açar. Rojava Devrimine kaynaklık eden paradigma iktidarın-devletin-erkeğin tam karşısındadır. Yani uygarlık olarak tanımladığımız gerçekle özsel bir çelişki yaşamaktadır. Rojava iktidarcı ideolojiler dışında farklı bir ideolojinin pratik adımıdır; Rojava Devrimi diğer gelişmelerden ayıran esas gerçeklik budur. Yoksa 3. Dünya savaşı kapsamında birçok Ortadoğu ülkesinde değişimler olmuş, iktidarlar parçalanmış el değiştirmiş, haritalar değişmiş, kısa ve keskin gelişmeler yaşanmıştır ama hiçbiri Rojava devriminin içerdiği anlama sahip değildir; çünkü iktidarcı ideolojiden arınmış bir alternatif arayışı değildir. Rojava bu nedenle Dünya özgürlük cephesinin umudu olmakta, yine bu nedenle uluslararası ve bölgesel hegemonik güçlerin kuşatmasına maruz kalmaktadır. Rojava Devrimine karşı gerçekleştirilen her türlü saldırının nedeni öncelikli olarak ideolojik yapısından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle ya karşıdan saldırı ya da ideolojik olarak eritme, marjinalize etme, sistem içileştirme, yani Önder APO’nun ideolojik çizgisinden koparma temelinde özel savaş saldırıların yoğundur, çok yönlüdür, her yöndendir. Bir yandan ABD, Rusya ve bazı Avrupa ülkelerinin sahaya direk inerek savaşı derinleştirme, halkları çatıştırma, kendi sistemlerini ve öncülüklerini örgütleme hamleleri, bir yandan faşist Türk devleti öncülüğünde bölgedeki statükocu devletlerin Özgür Kürt oluşumu karşısındaki tahammülsüzlükleri ve saldırıları, bir yandan Suriye rejiminin inkârcı-pragmatist-statükocu yaklaşımları, bir yandan ihanetçi yapılanmaların devrimi kendi basit çıkarlarına indirgeme ve bunun için devrimi diğer güçlere peşkeş çekme çabaları, işbirlikçi faaliyetleri, diğer taraftan uluslararası ve bölgesel güçlerce örgüt örgütlenmiş, yıkım görevi verilen, özde istihbari örgütlerin denetiminde oluşturulan DAİŞ ve El-Nusra benzeri sözde İslam adına örgütlendirilen faşist unsurların saldırıları tarafından devrim boğdurulmak istenmiştir. Savaş ve saldırılar sürekli gündemde tutularak halkların kendi özgür sistemlerinin kurulması engellenmek istenmektedir. Özel savaş yöntemi olarak sürekli istikrarsızlık, güvende olunmadığı düşüncesi, kazanımlar ne olursa olsun büyük güçlerin sonucu belirleyeceği algısı yaratılarak halkın devrimsel çıkışını sisteme dönüştürmesinin önü alınmak, bu temelde Devrimin geçici olduğu sonucuna toplum inandırılmak istenmekte. Bu amaçla yaratılan savaş psikolojisiyle depresif, bireysel yaşam çıkarları doğrultusunda hareket eden, bunalımlı, yurdunu savunmak yerine kaçışı tercih eden bir tarz geliştirilmeye çalışılmaktadır. Ekonomik açıdan ambargo uygulanarak halk daraltılmak istenmiş ve göçe teşvik edilmiştir. Bu güçlerin sosyal-kültürel politikası istikrarsızlık kadar, yaşam biçiminde dejenerasyon ve modernist yaşam biçiminin geliştirilmesini sağlama, siyasal açıdan Kürtlerin iradesini temsil eden statüsünü görmezden gelme, Kürtlerin haklarından öteye varlığının tanımlanmasını bile yeterli bir hak sayma, askeri direnişi ve kazanımlarını kendi tasarruflarına alma ve Rojava askeri güçlerini Devrim yönetimi ve mekanizmasının dışında ele alma temelindedir. Toplumun temel dinamikleri hedeflenerek bu uygulamalar geliştirilmektedir.

Tüm bu nedenlerden kaynaklı Rojava Devrim alanı 3. Dünya savaşının merkezinde yer almakta, bu nedenle halkların ortak kimlikli Demokratik Ulus deneyimleri hem bölgesel hem de uluslararası güçlerin kıskacında, başarısızlığa uğratılma saldırıları ve amacıyla karşı karşıya kalmaktadır. ABD sistemin kendini yenileme sürecine öncülük etmek isteyen temel hegemon güç olarak 1990’dan bu yana bölgede temel yıkım gücü olma rolündedir. Sözlü argümanını hep demokratik gelişime öncülük etme isteğini dile getirse de ABD’nin demokrasisi yeniden işgal etmekten başka bir anlama sahip değildir.  Rojava Devrimi aslında sadece Rojava parçasını değil, Önderliğimiz öncülüğünde yürütülen kırk yıllık savaşın kendini pratikleştirme alanı ve Kürt halkının, kadınların ve bölge halklarının emeğini temsil etmektedir. Rojava Devrimi bu nedenle yıpratılmak, geriletilmek istendiğinden bölgedeki çete güçlerinin saldırılarına maruz bırakılmaktadır. Kuşkusuz bu durum ABD-Rusya-bölge statükocu güçlerin iç çelişkilerine rağmen ortaklaştığı bir konudur. Halkımızın kendi demokratik-özerk yönetim sistemini oluşturmanın ardından önce El-Nusra gibi çeteler, sonra DAİŞ gibi karakterini Türk Savaş geleneğinden alan çete örgütü devreye konmuş, Kürtlere, Asurilere, Ermenilere, Araplara saldırtılmış, Rojava Kürdistan’ı böylelikle teslim alınmak, boyun eğdirilmek ve kullanım için kıvama konulmak istenmiştir. Nihayetinde ABD’ni bölgede hiçbir başarısı olmazken Kobani kuşatmasıyla Kürtlere geliştirilen saldırılara hepsi sessiz kalmış, izlemiş, Önderlik çizgisinde APO’cu ruh ve geleneğin militan öncülüğü ve özgür halk gerçeğinin direnişi Dünya’da yeni bir özgürlük cephesi oluşturunca DAİŞ’in yenileceği anlaşılınca ABD uçakları iki aydan sonra kurtarıcı gibi DAİŞ mevzilerini bombalamıştır. Amaç; kurtarıcı gibi kendini sunmak, hiçbir başarı yokken bu muazzam direnişi kendine mal etmek ve bu vesileyle Devrimi sızmak, kazanımlarını çalmaktır. Elbette tüm bu süreçler özel savaş kapsamında bir konsepttir. Devrimler en çok oluşma zamanı anlamına gelen birinci adımdan sonra tehlikeye girerler. Başkalaşma, sistem içileşme, çalınma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Rojava Devrimi de bu süreçlerle yüz yüzedir. Bu özel savaş politikalarının kuramcısı ABD’dir, Rusya’dır, AB ülkeleridir, bölge statükocu güçlerdir, gerici-işbirlikçi kesim ve örgütlerdir. Devrime dayatılan taraf olmaktır, dahil olmaktır, ölüm gösterilerek hep sıtmaya razı gösterilmektir. Kürtlerin DAİŞ’le mücadelesi muazzam bir güç açığa çıkarmıştır. Bu gücü kaynağından kopararak ele almak en temel özel savaş yöntemidir. Önderliğimiz şunu belirtmektedir; “YPG’nin başarılarını sahipleniyor ama YPG’yi oluşturan zihniyeti görmezden geliyorlar, bu zihniyeti oluşturan öncülüğü görmezden geliyorlar.” Önderliğimizin belirttiği gibi YPG Önderlik paradigması çerçevesinde halkaların savunma gücüdür. Tüm bunların kaynağı Önderliktir. Önderliğe ‘hayır’, onun ideolojik çizgisini yaşamsallaştırma göreviyle oluşmuş YPG’ye ‘evet’ demek bir saptırmadır, devrimi ve araçlarını çalma, başkalaştırma hedefidir. Rojavaya yönelik ilk ve temel özel savaş politikası bu devrimi Önderlikten çalmaktır, kaynağını muğlaklaştırmaktır, kendine ait kılmaktır. Önderliğin varlığını sadece PKK ile sınırlamak isteyen özel savaş güçleri Önderliğin resimlerinin bile asılmasını sorun yapmakta, Devrimi özünden ve renginden kopararak kendine ait kılmak istemektedir. Uygarlığın en ilk eylemi ve karakteri hırsızlıktır. Kadından, doğadan, insandan, emeğinden çaldı, çaldıklarını kendisi için kullandı, değerlerini çaldığı kesimleri de bu değerlerin kendisine ait olduğuna inandırdı. Kırk defa söylenmiş yalanın doğrunun yerine geçmesi gibi hem çaldı hem benimdir dedi hem de çaldığı insanların gözüne baka baka o yalanı onlara da kabul ettirdi. Uygarlık yine aynı rolde, aynı amaçla hareket etmektedir. Kobani savaşı sonrası Kürdistan’da üs bölgeler oluşturmak devrimin çıkarına bir durum değildir. Demokratik-özerk yönetimi muhatap almak değil, hep onların kabul edilip edilmemesini tartışma konusu yapmak tam bir işgalci politikasıdır. Cenevre ve Astana süreçlerinin dışında bırakılan Kürtler yok sayılmakta ama üs bölgeleri de Kürtlerin koruması altındaki alanlarda bulunmakta, oluşan istikrardan yararlanılmaktadır. Bu konuda rahatsızlıklar gelişince Türkler, çeteler Kürtlere saldırtılmakta ve hep bir şantaj politikası uygulanmaktadır. Kürtler yeryüzünün lanetlileri değildir, yer yüzünün lanetlileri hiçbir halk da değildir. Kürtlere lanetlilermiş, onlara görüşmek bile bir lütufmuş gibi davranmak bir özel savaş politikasıdır. Kürtleri onlar koruyormuş noktasında ikna etmeye çalışmak bir saptırmadır. Nihayetinde özel savaş klikleri bu temelde çalışmakta, KDP’nin yıllardır dışa bağımlı yaşama gerçeğine benzer bir bağımlı duruş geliştirilmeye çalışılmaktadır. Kobani APOCU militanların direnişinin eseridir. Kobani zaferini ABD’ye borçlu değildir, Gelhatların, Özgürlerin, Hebun Deriklerin, Arinlerin, Revan Kobanilerin, Gulan Batmanların ve daha nice APOCU militanın başarısıdır, eseridir. Ona rağmen ABD bölgede kalıp gitmesini bir şantaja dönüştürmek istemekte, ‘ben gidersem öldürülürsünüz’ algısını yaratarak halkı ve Rojava Devrim güçlerini tehdit etmek istemektedir. ABD işgalcidir, bölgede bulunuşu meşru değildir. Tehlike yaratan kendi pazarlarında Kürtleri ele alış tarzlarıdır. Rusya tüm kazanımlarımızı kendi geleneksel-geri politikasına kurban etme, Kürtleri dejenere Rejimin yedeğine almaya çalışma, bu olmayınca da Türkleri, çeteleri üzerimize salma siyaseti yürütmektedir. Hiçbir değere sahip olmayan Rusya Afrin’i Kürtleri teslim almak adına Türklere peşkeş çekmiştir. Kürtleri Kürtlere öldürterek ‘akıllandırma’ siyaseti yürütmektedir. Bölgede varlık göstermeye çalışan başta Fransa olmak üzere AB ülkelerinin de yaklaşımları bunun üzerindendir. İradeyi gölgeleyerek kendimize aidiyeti ve öz gücü engellemek, muhtaç hale getirmek ve kullanmak en büyük amaçlarıdır. Küçük gördükleri, geri buldukları Kürt halkının bu kadar ilerici bir paradigmayı tanımlama ve kendini örgütlemeyi alternatif bir tarzda geliştirmesini anlamamakta, bunu hakir görmekte, efendinin pervasızlığı, kompleksi ve kendine ezmeyi hak gören kibriyle hareket etmektedirler. Bu nedenle özel savaş politikaları egemenin üstünlük anlayışına, duygusuna dayalı gelişmektedir. Rojava Devriminin tüm bunlar karşısında direnişi kendi kaynağını sürekli net tanımlama ve öz iradeye dayalı hareket etme gücü olmalıdır.

Özel savaş Kadın özgürlük çizgimizin açığa çıkardığı değerleri sahiplenme, onları modernist sistemin bir parçası haline getirme çabası içindedir. Kadın özgürlüğü tanımımızı liberalizmin özgürlüğüyle bulanıklaştırma, modernist yaşama özentiyi güçlendirme, kadın özgürlüğünün kaynağını, arka cephesini karatma tutumu söz konusudur. Önderliğimiz “YPJ’yi Elize sarayına çağırıyorlar ama YPJ hangi özgürlük anlayışının sonucudur bunu görmüyorlar, iki yüzlüdürler” değerlendirmesini yapmaktadır. YPJ kadın özgürlük ideolojisinin savunma gücüdür, Rojava Devriminin siyasal örgütlenme sisteminin önemli bir ayağı, bu sistemin demokratik siyaset alanlarından öz savunma kapsamındadır. YPJ’nin niteliğini görmemek, savaş gücünü öne çıkarmak, kırk yıllık kadın özgürlük değerlerinden kopartmak YPJ’yi erkek egemenliğiyle ele almaktır. Nihayetinde YPJ kıyafetlerini moda dünyasına sunmak, popülizme bulaştırmak, onu başkalaştırmak politikasından ve planlanmış bir siyasetten başka bir şey değildir. Aynı Fransa Paris’te şehit düşürülen Sara arkadaş, Rojbin ve Ronahi arkadaşların katledilişine ortaktır, katili gizlemiştir, öldürenin arkasından izleri temizlemiştir, Türk devletini -çıkarları çelişirse kullanacağı bir sürece kadar- korumuştur, katlimize çanak tutmuştur. Rojava halkının iradesinin çözüm mekanizmalarına dahil edilmemesini sorun yapmamıştır ama YPJ’yi alkışlamıştır. Ama aynı YPJ üyelerinin Afrin’de şehit düşürülmelerini sağlayacak bir kirli anlaşma içinde olmuşlardır. Tüm bunlar psikolojik harekettir. Önderliğin varlığını ve kaynaklığını ortaya koymayan hiçbir yaklaşım iyi niyet taşımaz ki iktidarın ve devletin mayasında zaten iyi niyet yoktur. Özel savaş Rojava’da Demokratik Ulus oluşumu ve mekanizmasını onun savunma güçlerinden ayrı ele almakta, farklı mekanizmalarmış gibi davranmakta, aslında karşı karşıya getirerek Demokratik Uluslaşmayı etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Bu bir özel savaş taktiğidir. Parçala, kendine ait kıl, yönet. Klasik İngiliz politikasıdır. Daha yüzlerce örneklerle ele alınabilir. Uluslararası güçlerin Rojava’daki varlığı sadece askeri düzeyde değil, esas saldırı ve işgalleri ideolojiktir-kültüreldir. Askeri biçimde kendi formatlarını yaratmaya çalışmak, davranışta kendilerine benzerliği ileri olarak tanımlamak, kendilerini bir model olarak sunmak bu amaçladır.

Rojava Devrimine karşı geliştirilen bir özel savaş yöntemi de işbirlikçi-çete Kürde alan açmak, muhataplığı onlar üzerinden geliştirmeye çalışmaktır. KDP bir projedir; ilk kurulduğu günden bu yana durum budur. KDP bir amaç ve siyaset temelinde karakter kazandırılmış bir komplo örgütüdür. Kürtlüğü KDP gibi organizasyonlarla tanımlamak, uygarlığın meşru zeminlerinde onlara yer vermek çıkarları gereğidir. Tekel tüm alanlarda nasıl ki gücü elinde biriktirir; iktidar en büyük tekeldir, kollar oluşturur kendine, farklılık gibi görülür ama tüm kollar ona hizmet eder, çünkü onundur. KDP tarzı çete-işbirlikçi örgütler iktidarın kendi kollarıdır, yani Kürtleri değil, Kürtleri kullanmayı ifade ederler. Rojava devriminde parayla satın alınan, işbirlikçiliğin havuzundan harmanlanan bir kesim önce ENKS adın örgütlendirildi, Kürtler adına bunlar muhalif toplantılara katıldılar. MİT bu oluşumun organizatörüdür. Bunlar aracılığıyla Devrim değerleri çalışmak istendi. Rojava’nın özgür iradesi buna izin vermeyince, bu paralı çeteler halktan destek bulmayınca değişik senaryolarla etkin kılınmaya çalışıldılar. Güney alanında hazırlanan ve eğitimi bizzat MİT tarafından verilen, Rojava kaçkınlarından oluşturulmuş Roj peşmergeleri bu kapsamda hazırlanmış bir çete örgütüdür, bunlar Rojava’ya sızdırılarak Devrim kazanımlarına karşı kullanılmak istenmektedir. Sorun farklı düşüncelerin olup olmaması değildir, kaldı ki Rojava bir düşünce ve kimlik mozaiğidir. Sorun işbirlikçi-çete odakların hazırlanılarak bir proje temelinde gündeme getirilmesidir. Rojava’ya her saldırı geliştiğinde ABD, KDP Roj peşmergelerini gündeme getirmektedirler. Özel savaş aygıtıdır. Ölüm gösterilerek sıtmaya razı edilmek budur. Bir yönü de ideolojik dejenerasyondur. Özgür Kürt kimliği karşısında işbirlikçi kürdü dayatmak bir ideolojik saldırıdır, bunu toplumda geliştirmeye çalışmak bir dejenerasyon hamlesidir. İşbirlikçilik sürekli mücadele ile etkisizleştirilmesi gereken en tehlikeli özel savaş aracıdır. Rojava devrimi bununla karşı karşıya getirilmek istenmektedir. Bir güç iktidarcı-devletçi güçlerce destekleniyor ve özel gündeme getiriliyorsa onların projesi demektir. Haliyle Kürtlük yelpazesinde değerlendirilemez. Ait olduğu efendisiyle ele alınmalı ve aynı mücadele tarzıyla cevap verilmelidir.

Rojava’da uygulanan özel savaş politikaların önemli bir yönü de MİT tarafından organize edilmektedir. Türk devleti Rojava Devrimi kendisi açısından bir tehlike olarak görmekte, bu temelde her yönlü saldırmaktadır. Askeri saldırıların yanı sıra istihbari alan üzerinden gerçekleştirdiği saldırılar ciddi anlamda anlaşılmak durumundadır. Arap Baharı olarak tanımlanan sürece bölgeye öncülük misyonu ile kendisini ele alan Türk Çete Devleti yıkım temelinde katılmış, hemen hemen her ülkede bu rolü üstlenmiştir, Mısır, Libya, Suriye bu kapsamdadır. Türk devleti radikal İslam olarak isimlendirilen, özü İslami kültürü de ortadan kaldırmak olan aşırı uçlu çete örgütlerini desteklemiş, Kaddafi’nin insanlık dışı katlini hazırlamış ve alkışlamış, bunu halkın doğal demokratik tepkisi ismini vermiş, kardeşim dediği Beşar Esad’ı en büyük düşman ve hain ilan etmiş ve saldırmıştır. Bölgesel düzeyde Türk devletinin hesapladığı sonuçlar ortaya çıkmayınca çete devlet tüm ağırlığını Kürtleri ezerek kendisini korumaya yöneltmiştir. Bu uğurda vermeyeceği taviz, satmayacağı alan yoktur. Nihayetinde Türk devleti siyasal-ekonomik-toplumsal krizi üst düzeyde yaşamasına rağmen Kürtlerle savaş tüm rank kapılarının perdesi, gölgeleyeni olarak kullanılmaktadır. Sürekli savaş, sürekli çatışma ortamı gerçeğin en iyi gizleneceği ortamdır. Erdoğan çetesinin sürekli ‘beka’ sorunu olarak dile getirdiği Kürt gerçeği bu nedenle en faşizan, ortaklaşmış güruhun saldırılarına maruz kalmaktadır. Türk devleti Kürtlere soykırım dayatmaktadır. Bunun sonucu olarak Rojava Devrimine karşı geliştirilen saldırılardan ilk elden sorumlu olandır, örgütleyendir, destek verendir, bizzat yapandır. DAİŞ’le ortaklığı özsel olmakla birlikte gerçekliği bu amaçları çerçevesinde sağlanan ortaklıktır. DAİŞ karakter ve savaş niteliği anlamında Türk devletini model almakta, onlardan eğitim görmektedir. Türk devletinin kafa kesme, cenazelerle oynama, diri diri yakma, korku solma, kendini savunamazları şiddetle ezme taktiği DAİŞ’in uygulamalarıdır. Rojava’da DAİŞ’in tanklarla yürüttüğü savaş taktikleri, cephede sergilediği yöntemler de Önderlik tarafından; “bu taktik ve yöntemler Türk Genelkurmayı’nın özel savaş rejiminin uyguladığı yöntemlerdir. Yoksa Arapları tanırım, böyle savaşma özellikleri, yetenekleri yoktur” tarzında değerlendirmiştir. DAİŞ’in Şengal saldırısı ve kız çocuklarına el koyma yaklaşımlarına ilişkin Önderlik; “İŞİD’in kız çocuklarına el koyma yaklaşımlarını ilk duyduğumda aklıma Dersim katliamında el konulan ve subay ailelerine verilen Kürt kız çocukları geldi. Yöntem aynıydı” demiştir. Dolayısıyla Önderlik, başından beri DAİŞ olgusunu AKP’nin yarattığı faşist Sünni cephenin vurucu gücü olarak değerlendirmiş ve kurgulanıp pratikleştirilmesinde de Türk özel savaş rejiminin belirleyici bir rolünün olduğunu belirtmiştir. Doğru analiz edebilen herkes de şunu bilir ki; kendine has stratejik bir akla sahip olan bir örgüt, Irak’ta ve Suriye’de önemli mevziler kazanmışken, bunları tahkim edip örgütlülüğünü derinleştirmek yerine neden birdenbire yönünü Kürtlere verip bunda ısrar etsin? Kendini tüketme pahasına da olsa Kürt düşmanlığında ısrar, ırkçı Türk özel savaş rejiminin bir özelliğidir. IŞİD’in uyguladığı yöntemlere baktığımızda da ağırlıkta Türk özel savaş rejiminin izleriyle karşılaşırız. Türk çete devleti DAİŞ’i Kürtlere saldırtmış, böylelikle devrimi etkisizleştirmek istemiş, Türk subayları buna öncülük etmiş, DAİŞ her türlü lojistik desteğini Türk devlet çetesinden almış, onların paralı askerleri gibi hizmet etmişlerdir. Türk devleti Kürtlerle sorununu varlık-yokluk sorunu olarak ele aldıklarından kesin imha dayatmaktadırlar. Rojava Devrimine saldırıları bundan kaynaklıdır ve sadece var oluşumuz onun saldırması için yeterli bir nedendir. 2014 Eylülü’nde hazırladıkları ‘Çöktürme’ planı bunun en açık göstergesidir. Çok açık bir şekilde, orada “ateşkes ilan etseler de tanımayacağız” demişlerdir. Yani çözüm şurada kalsın kirli-ranta dayalı kandan beslenenlerin yaşaması için Kürtlerin ölmesi gerekiyor dayatması içindedirler. Bu noktada gözü karadırlar, nihayetinde Afrin işgali bunu en açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Türk devletinin özel savaş politikalarının Kürdistan merkezli kısmına Rejim de kendi çıkarlarına hizmet eder gözüyle bakmakta, zayıflamış Kürtleri kendi amaçlarına uygun bulduklarından bu saldırıları derinleştiren bir pozisyon almaktadır. Nihayetinde MİT faaliyetlerini rejim takip etmekte ama müdahale etmemekte, tersine destek sunmaktadır. Rojava’dan kaçırtılan bir çok kişi resmi olarak rejimin elinde bulunan Qamışlo sınır kapısından geçirilmektedir. Bunların yanı sıra MİT’in Rojava’da ilk elden destekçileri ENKS içinde yer alan KDP örgütlülüğüdür, her türlü kirli uygulamaya milislik yapmakta, iç karışıklık, muğlaklık, kaçırtma, sabotaj gibi işlerde kullanılmaktadırlar. MİT’in uyuyan hücreleri tarafından kadrolara, halka dönük suikast ve saldırılarla halkta korku yaratılarak PKK’den kopartılmak istenmektedir. Kirli propaganda, dezenformasyon, gündem yönlendirme, algı yaratma, toplumu harekete karşı inançsızlaştırma, dedikodu yayma, emeği anlamsızlaştır, gelecek kaygısı yaratma, beklentili, öfkeli ve öfkesini içe yöneltmen bir yönlendirme sağlama vb konularda yoğun çalışmakta, özelde işbirlikçi-ajan kürtleri bu temelde kullanmaktadır. PKK hakkında sosyal medya başta olmak üzere, her yerde anti-propaganda faaliyeti yürütülmektedir. Demokratik ulusun öncülüğünü yapan Özgürlük Hareketi despot, tek tip, rejimle işbirliği içerisinde, ABD güdümündeymiş gibi yansıtılmaktadır. Bu biçimi de Önderlik Çizgisinin Kürtlerin dışında öncülük etmesini engellemeye çalışmakta, ideolojik olarak karalama çalışması yürütmektedir. Devrim sürecinde YPG’ye yoğun katılan, fakat sonrasında farklı gerekçelerle YPG’den kopan kesimler de bu anti-propaganda faaliyetleri çerçevesinde kullanılmaktadır. Özelde son hamlelerle beraber, Araplar başta olmak üzere farklı halk ve inançlardan bazı kesimlerin Demokratik Ulus sistemine karşı kışkırtılması MİT ve rejim ortaklığıyla yürütülmektedir. Bu çerçevede aşiret reisleriyle görüşülerek ve para teklif edilerek, harekete karşı ayaklandırılmak istenmektedir. Demokratik Uluslaşmaya katılan Arap, Ermeni, Süryani, Asuri halkları ve inanç gurupları gerçek anlamda devrimi kalıcılaştırmanın esas zemini ve gücüdür. Bu birliği parçalamak özel savaşın en büyük hedefidir, kışkırtma, provoke etme, faili muğlak suikastler geliştirme, bununla Kürt hareketini suçlama MİT faaliyetidir. Yanı sıra Demokratik Sistem öncülüğünde etkin kadrolara yönelik dezenformasyon yürütmekle birlikte onları etkisizleştirmeye de çalışmaktadır. Özelde kadrolara yönelik ciddi bir istihbari yönelik söz konusudur. Maddi yaşama özendirme, teknik takip, zaaflarını derinleştirme, kararsılaştırmaya çalışma, yapabilirse kaçırtma, bunun için çete şebekeleri oluşturma, her türlü maddi vaatle kişileri satın alma, bunlar üzeriden kadroların örgütle ilişkisini zayıflatma, içe dönük kuşkuculuğu artırma, dedikoduyu meşrulaştırma, dedikoduya dayalı gündem oluşturma, örgüt içi güveni zedeleyici gündemler ve yönlendirmeler geliştirmeye çalışma vb konularda aktif çalışmaktadır. Özellikle geleneksel yönleri kışkırtma, güdüselliğe sevk etme, kadını düşürücü bir öğeye dönüştürme, yeni yapımızla bu temelde oynamaya çalışma, toplumda kadınları ya da erkekleri örgütleyerek sistem öncülerini düşürmeye yöneltme vb çok yönlü ama bildik politikalar geliştirmektedirler. Türk sınır bölgelerinden kaçışlar belirlenen noktalardan örgütlendirilmekte, özelde yeni kadrolar aileleri üzerinden tehdit edilmekte, bu şekilde kaçışa teşvik geliştirilmektedir. Özelde Türkiye sınırına yakın Qamişlo, Derik ve Kobani gibi alanlar, bu politikaların somut pilot bölgeleri olarak belirlenmiştir.

Ş. Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi
Ş. Medya Mawa Devresi

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk