Önder APO
Bugün, Türkiye’de büyük bir ikiyüzlülükle korkunç bir fahişeleşme durumu yaşanıyor. Cinsellik çok kaba ve düzeni kurtarmaya yönelik bir ilişki biçiminde sergileniyor. Günlük olarak basın, televizyon ve hatta edebiyat bununla toplumu uyuşturmaya çalışıyor. Müthiş bir düşürme aracı. Sanıyorum en çok bu araçla toplumun bakış açısını çarpıtıyorlar ve yaşam tutkularını en olumsuza bağlıyorlar. Ortada hatırı sayılır bir yaşam yok; fahişeleşme vardır, çok kaba bir cinsel tatmin vardır ve bunun da çözüm demek olmadığı ortadadır. Kendi sosyal, kültürel yaşamı vardır. Mevcut kültüre, basın-yayına damgasını vuran tamamen burjuva içeriktir, bu da sosyal yaşam tarzında burjuva taklitçiliğidir. Burjuva tüketim toplumunun en geride ve güdüleriyle yaşamadır.
Bir ideolojik bombardıman olmazsa, bu medya yoluyla televizyon, basın yoluyla, yine ekonominin tam özel savaş emrinde kullanılması olmazsa, en önemlisi de bu terörist eylem biçimleri, önemli kesimlerin temsilcilerini hep sindirerek, korkutarak iradesiz bırakma yöntemleri olmazsa, aslında bu rejim dayanamaz, hızla çözülür. Varlığı çok özel yöntemlerle sürdürülmektedir. Burada dediğim gibi, gizlilik, çarpıtma, tehdit, her tür terörist sindirme kullanmayla sürdürülen topyekün özel savaş dediğimiz bir olay söz konusudur. Olağanüstü yoğunlaşmakta ve yerine göre bütün biçimleri kullanmaktadır.
Bu işlere daha inançlı, daha radikal, daha dönüştürmeyi sağlayan bir tarzda yaklaşmak gerekiyor. Emperyalizm ve sömürgecilik sürekli baştan çıkarıyor. Bizde tali olmaktan çıkılmıştır. Bizde gelecek tamamen kirletilmiştir, güncellik zaten yaşanılmıyor. Bunu basın-yayın organları ile askeri ve siyasi organlarıyla, ideolojik saldırılarıyla her gün, amansız bir şekilde yürütüyor. Fakat, bizim de bir direnişimiz var. Bütün bunlara rağmen tarihin günceli, geleceğini her türlü ideolojik, siyasi ve askeri saldırılarıyla boşa çıkarılabileceğini, buna karşı direnilebileceğini bizim pozisyonumuz göstermiştir. Bu bir duruş şekli, yaşam şeklidir.
İnsan iradesi söz konusu olduğunda, insan eylemi, bunun dayandığı yaşama tutkusu kimde güçlüyse, yaşamın haklılığını, güzelliğini kim temsil ediyorsa, bir yerde en gelişmiş tekniğe karşı da o zafere ulaşır. Biz her zaman şunu söyledik; “insan en büyük tekniktir” dedik. İnsan bir teknik olarak düşünülürse, atom bombası da dahil, her türlü yıkıcı araçtan daha fazla yıkıcı olabileceği gibi, yapıcı da olabilir. Bu doğrudur. Aslında biz savaşı bu aracı geliştirerek kazanıyoruz. Şu anlama geliyor; PKK içindeki insan, savaşı kazanabilecek insandır. PKK içindeki militan, en büyük teknik savaş gücüdür. PKK’deki savaşçı, en patlayıcı araçtır. Belirttiğimiz gibi bu dönemin karşı-devrim savaşımı, özel savaştır. Bu karşı savaşımda başarı sağlanması için de devrimci savaşlar gerekmektedir. Her düzeyde çok kıyasıya bir karşı koyma ve çıkışlar söz konusudur. Taraflar birbirini alt etmek için günlük olarak içine girmedik bir tutum bırakmazlar, her şeyi kullanırlar. Buna psikolojik savaş deniliyor, moral savaşı deniliyor. Yoğunca yaşanıyor. Özellikle çağdaş teknik araçlar olan basın-yayın, karşı taraf tarafından müthiş kullanılmaya çalışılıyor. Karşı-devrim, en gelişmiş teknikle, devrimci gücü ezmeye çalışır. Ama devrimlerin de bir sırrı var, bir kuvveti vardır. Buna kimisi haklılık der, kimisi doğruluk der, kimisi irade der, kimisi doğruluk teorisi der, kimisi örgüt anlayışı der, eylem çizgisi der. Ne denilirse denilsin, hepsinin de belirli payı vardır.
Alanla ilgili birçok çalışanla yaptığımız değerlendirmelerde, oldukça soyut yaklaşımların, gerek yapısal ve gerekse de biçimsel yetmezliklerin, onların durumlarında mücadelemizin seviyesinin çok gerisinde ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Hatta mücadelemizin derin ideolojik-siyasi gereklerini karşılamak şurada kalsın, onu yansıtma, onu hakkettiği yere oturtmada bile bazı engeller olmakta, bu durum bir çok istismarcı kişinin alan üzerindeki tüccar anlayışının boy vermesine yol açmakta ve sonuçta bazı somut yaşam durumlarına baktığımızda bunlar da çok çarpıcı olmaktadır. Burjuvalaşan anlayış, onun ücret anlayışı, neredeyse bu çalışmalarımıza da olduğu gibi damgasını vurmuştur. Basın-yayın biliyorsunuz çok geniş bir mücadele alanımız ve çok büyük bir silah. Bana göre burada çok büyük bir ilkellik var, çirkinlikten geçilmiyor.
Bazıları açıktan oradaki imkan ve olanakları kolektif bir örgütlenme için değil, kendi bireysel yaşamını örgütlemek için kullanıyor. Bu durumda örgüt anlayışında beraberlik olmaz ve bu anlayış örgütlenmeyi engeller. Nitekim hem ideolojik bakış açılarında bir çarpıklık ve hem de örgütlenmede bir çarpıklık var. Zira örgütlenmeye gelmemedeki tutumlar, çabayı oldukça örgütsüz, başı boş ve herkesin kendini konuşturduğu bir alan haline getirmiştir. Her türlü yaşam tarzı sergilenebiliyor. Çok çalışılması, tam bir proleter tutumun takınılması ve disiplin anlayışının sahip olunması gereken bir yerde, bunlara hiç gelmeyenler var. Belli ki bizim ele alabileceğimiz yaklaşımlar böyle ele alınamaz. Bu alanda çalışmak isteyenlerin ideolojik esaslara dikkat etmesi kadar, sınıf veya emekçiler örgüt anlayışına uygun bir tutum da almalıdır ve bunun somut yaşamında da ispatlamalıdır. Bireyciliğe değil kolektivizme, ayrılığa değil uyuma, çeşitli biçimlerde dayanışmaya, çeşitli biçimlerde birbirini güçlendirmeye, yani ideolojik denilen ilişki esaslarına cevap vermedir. Böyle olmayanların bizim tarafımızdan desteklenmeyeceği açıktır. “Giderlerse geriye çok az kalır” deniliyor; az kalsın, hatta hiç olmasın. Biz kendi emeklerimizle burjuva aydınlarını başımıza bela edemeyiz, küçük-burjuva bireyci tutumlarına alan kazandıramayız. Bu bizim dünya görüşümüze, emekçi halka ihanet olur. Aslında olan da biraz budur. Can verenler, bu konuda en büyük cezayı çekenler emekçilerdir. Bunlara layık olmayanların elbette ki yanımızda yeri olamaz. Aslında bunlar işin alfabesi, fakat bir türlü gerekleri yerine tam getirilememiştir.
Neden gelişemiyorsunuz? Neden ürün kaliteli olamıyor? Bir ideolojik yayın organı eğer ideolojik mücadele görevlerine sahip çıkmazsa elbette ki başa bela olur. Tüm sorunlar tiraja indirgenmiş. Tirajı kurtardık mı, kurtarmadık mı tartışması yapılıyor. Fakat tirajdan çok daha önce, kurtarılması gerekenler vardır. Bu kadar emekçi halk vardır ve hala tiraj sorunu varsa, bu, organın o halklara indirgenemediğini gösterir, halka layık olunmadığını gösterir. Sorunu doğru ele almak gerekiyor.
Sosyalizme, demokrasiye hak ettiği önem verilmezse, bu, ideolojik yayın organlarıyla oynanması gereken rolün oynanmadığı anlamına gelir. Gazete ancak önemli şahısların, halkın nezdinde itibarı olanların demeçleriyle, önemli haber kaynaklarının haberleriyle kurtarılıyor. Hiç kimse sanmasın ki, çok güçlü bir ideolojik yayın organı olarak oynaması gereken rolüne karşılık verdiği için halk destekliyor. Hayır! Bu gerçeği iyi görmek gerekir ve gördükten sonra da kendimizi düzeltmeyi bilmek gerekir. Yoksa sorun yayın kurumunun, personelin başına kim geçecek veya diğer köşe başlarını kim tutacak sorunu değildir. Önemli olan; hangi boşluğun doldurulduğudur.
Temel ideolojik işlev görülüyor mu?
Demokrasinin hangi sorununa güç getiriliyor?
Sosyalizmin hangi ilkesine can veriliyor?
Bu konularda herkes hesap verecektir. Dar bir küçük-burjuva ukalalar takımı çıkmış ortaya, “senin yerin nasıl, benim yerim böyle, kimin yeri sağlam” deyip duruyor. Çok utanmaz bir durumdur bu. Onlara şunu soruyoruz; bir ideolojik olaya mevcut somut koşullar çerçevesinde ne kadar güçle yaklaşım gösteriyorsunuz? Hazır sunulan her şeye ne kadar layıksınız? Değilseniz ne yapıyorsunuz? Nedir ucuz çekişmeler, işin esası üzerine yoğunlaşmamalar? Bu sorulara cevap veremeyenlerin bize fazla ulaşmaları elbette ki düşünülemez, bizden öyle fazla itibar bulamaz.
Örgütlenme meselesi de en az ideolojik program veya yayın komitesi kadar dikkatle halledilmesi gereken bir işleve sahiptir. Burjuva gazetelerinde buna personel idaresi denir. Biz buna örgütlenme birimi diyebiliriz. Bu birim, halkla sıkı sıkıya ilişkilidir, mücadelenin merkezleriyle sıkı sıkıya ilişkilidir, yurt içi ve yurt dışıyla sıkı sıkı ilişkilidir, diğer yayın organlarıyla sıkı sıkıya ilişkilidir. Burjuva dünyasında çalışmak kadar, halk içinde çalışmakla yükümlüdür. İdeolojik yönden olduğu kadar siyasi ve toplumsal yönden de güçlüdürler, örgütlüdürler. Örgütlenme politikası böyle ele alınır. Yoksa herkesin sırf köşe kapmak için “ben şuranın muhabiriyim, şuranın köşe yazarıyım, şefiyim” biçiminde bu sorun ele alınamaz. Sağlam bir örgütlenme olmadan yayın organı gelişemez.