PAJK Koordinasyonu
Yine sivil toplum komisyonunun oluşturulması mevcut bütün örgütlenmelerin ortak deklerasyonlar dışında da en esnek ortak paydalarda ana başlıklar halinde bir araya gelişini ve gerçek anlamda etkin bir toplumsal güç haline gelişini sağlayacaktır. Sorunların ve çözümlerinin bu kadar devlet-merkezli bakış ve yaklaşımla ele alınması kendi başına aşılması gereken bir zihniyettir. Örneğin Alevilik konusunda demokratik çözüm ve toplumsal perspektifin daha güçlü oturtulması, devletten açılım bekleyen ve talep eden yaklaşımların aşılması çok önemlidir. Hızla konunun politikleştirilmesi ve devlet eksenli bir çözüm arayışına kapı aralanması sakıncalıdır.
Sivil toplumun sadece bir muhalefet gücü olarak değil, toplumun yeniden inşasında bir kurucu güç, toplumsal inisiyatif olarak kendisini yapılandırması gerekmektedir. Eğitim, sağlık, insan hakları, mesleki örgütlenmeler, anti-kapitalist Müslüman, anarşist bütün alternatif yaşam arayışında olan kesimleri, dernekler, birlikler, insiyatifler ve girişim grupları hepsini bir ağ şeklinde tamamen demokratik konfederal esnek örgütlenmesini sağlayacak; bir anlamda devlet karşısında da, geleneksel toplum karşısında da bir üçüncü güç veya alan gibi bir kimliğe kavuşturmayı hedefleyecektir. Alternatif doğal tıbbın oluşumundan, denetiminden, sağlıklı beslenme bilincinin geliştirilmesine, çocukların sosyal-kültürel gelişim ve eğitimine, demokratik kültürün toplumda yer edinmesi için ve başka birçok alanda bilinç yükseltme çalışmalarının geliştirilmesini hedefleyecek. Bu konuda ortak ilkeler, ortak hedefler belirleyecek ve bunun kimliğini oluşturacak. Devletin sınırlandırılması sadece siyasi bir konu olmamaktadır. Toplumun siyasi yapılanmasının yanında güçlü ve gerçek anlamda sivil toplumun geliştirilmesi gerekmektedir. Bunun alt-yapı ve örgütlenme çalışmalarını toparlayacak bir komisyonun oluşumu önemlidir. Şimdiden sivil toplum örgütleri bir araya gelmekte, ortak tavır ve deklerasyonlar geliştirmektedir. Fakat bunun yeterli olmadığı ve sürecin ilerlemesinde çok etkili olmadığı bilinmektedir; devasa bir alan olarak daha güçlü bir kimliğe kavuşturulması önümüzdeki sürecin en temel görevlerindendir.
Aynı şekilde Ekoloji alanının paradigmanın temel ayaklarından birisi olarak örgütsüz ve tali bir alan gibi durması başlı başına bir yetersizliktir. Doğamızda taş üzerine taş bırakılmadığı, bütün eko-sisteminin tahrip edildiği; tamamen savaşa endeksli büyük bir yıkıma uğradığı bilinmekle birlikte; işin gerçek boyutları –özellikle ekonomik-toplum yaşamı ve kültürel-tarih alanında- hala araştırılmış ve belirlenmiş olmaktan uzaktır. Hala ekolojinin bu kadar savaş konseptleriyle çok geniş ve ağır sonuçları olacak imar ve yapım projelerine tabi olması; bu konudaki çalışmaların ve ihtiyacın cılız ve adeta bir hobi niteliğinde ele alınmasından kaynaklıdır. Çoğu zaman bir küçük-burjuva entelektüel işi olarak bakılmaktan kurtarılamadı. Oysa birebir sağlıklı toplumsal yaşam karşısında yaşamın özgürleştirilmesinde en önde gelen ve ağır sorumluluk isteyen bir alandır. Fakat adeta nadasa bırakılmış toprak gibidir. En kapsamlı demokratik mücadele ve örgütlenme alanı olmaktan da öte; vicdani ve toplumsal sorumlulukları ağır bir alandır. Kendiliğinden oluşan bir ekolojik duyarlılığı olan bir çevre vardır. Özellikle yerel inisiyatifler ve somut projelere endeksli bir ekoloji hareketinden bahsedilebilir. Dersim bu konuda önemli bir merkezdir. Bunun derin-tarihsel ve kültürel sebepleri vardır; doğa inancının belki de en derinden yaşandığı ve kendisini koruyabilmiş ender alanlardan birisidir. Kuşkusuz Aleviliğin de bunda derin etkisi vardır. Bunun daha güçlü bir kimliğe kavuşturulması gerekiyor. Özellikle EKOJİN’in başlatmış olduğu Dersim-Hewlere pedalla etkinliği oldukça yaratıcı ve etkili bir eylem olmaktadır. Dersimden Hewlere böylesine bir bağın oluşması ayrıca da her türlü parçalayıcı, ötekileştirici, koparıcı yaklaşımların aşılmasında çok anlamlıdır. Türkiye’de Dersim yanı sıra bu konuda öne çıkan –Bergama gibi- kimi merkezlerin olduğu bilinmektedir. Nükleer santraller, HES’ler, Mayınlı Araziler gibi konular gündemdedir. Fakat genel olarak savaşın etkilerinin ve ağır sonuçlarının çarpıcı bir şekilde kendisini ortaya koyduğu ve hala devam ettirdiği bir alan olarak daha etkili örgütlenmelere kendisini kavuşturması gerekiyor. Devletin bu konuda durdurulması, bu yıkım ve savaş mimarlığının, kentsel dönüşüm adı altında gereksiz dev gösterişli yapıların mantar gibi yükselmesinin önünün alınması ekoloji alanında var olan ama dağınık duran inisiyatiflerin kendisini daha bağlayıcı, somut hedefleri olan bir harekete kavuşturmasını dayatmaktadır. Bunun çok geniş bir demokratik mücadele alanı olduğundan hareketle başta bir Ekoloji Konferansı veya çalıştaylarının yapılması ve bunun için örgütsel adımların atılması lazım. Bütün inisiyatifleri bir araya getirecek, her birinin kendi özerkliğini ve inisiyatifini kırmayacak, somut hedef projelerle birlikte ortak ülkenin bütününü kapsayan bazı koordine merkezlerinin/masalarının oluşturulması önemlidir. Savaşın durdurulması, savaş politikalarının hiçbir alanda kabul edilmemesi ve güçlü bir barış konseptinin bu alanda da oturtulması önem taşımaktadır. Savaş-barış ikileminde bu kadar militarist mantık içerisinde bakış, sorunu salt silahların susması, bırakılması çerçevesinde bakılması, barış gerekçelerinin felsefik ve yaşamsal boyutlarının bu kadar göz ardı edilmesi sakıncalıdır. Ekolojiyi salt birkaç ağacın kurtarılmasına indirgemediğimiz açık. Her şeyden önce barışın gerçek anlamda toplumsallaştırılması gerekiyor. Savaş en çok da toplumsal yaşam alanlarını ve toplumsal barışı vurmaktadır. Bu konuda ciddi felsefik ve sosyolojik bir ekoloji yaklaşımının henüz içi doldurulamamış bir alan olduğu belirtilebilir. Ekoloji Komisyonu var olan yapıların ortak zeminlerde buluşmasını ve daha güçlü bir zihniyet çalışmasını ve örgütlenmesinin zeminlerini yaratması gerekiyor. Bir defa bu çalışmanın yerel-yönetimler çalışmasından bağımsız, kendi başına bir hareket olarak gelişmesi ve örgütlenmesi sorunu vardır. Yerel yönetimlerin bu konuda sorumlulukları olabilir, fakat bu çalışmanın salt yerel yönetimler çerçevesinde ele alınması ve burada örgütlendirilmesi yanlıştır. Sorun bu konuda dar-merkezi birimleşmelere gitmek de değildir.
Diğer bir husus; güvenlik sorunu olmaktadır. En çok tartışılması ve bazı kararlara gidilmesi gereken bir konudur. Demokratik bir rejimde devletin toplum karşısında güvenliği sağlamakla ilgili sınırları nedir; toplumun bu konudaki sorumluluğu ve görevleri nelerdir? Bunların kapsamlı tartışılması gerekiyor. Bu konuda bazı ülke deneyleri ve modelleri araştırılabilir. Örneğin hiç ordusu olmayan ülkeler var. Veya sadece milis gücü olan ülkeler var. Bununla birlikte bu kadar operasyonel güce kavuşmuş, her yeri sarmış, istihbarattan her an silah kullanımına ve öldürmeye kadar oldukça yetkilendirilmiş kabarık bir polis gücü ne yapılacak? Toplumun öz-savunması hangi araçlarla ve hangi biçimlerde olacak? Yine demokratik ulus bağlamında gelişecek bir Kürt ulusal birliği içerisinde Kürtlerin ortak güvenlik ve öz savunma konsepti ve örgütlenmesi nasıl gelişecek? Yerel-bölgesel milis gücü örgütlenmesi olabilir mi? Özsavunma ve meşru savunmanın kapsamı ve formasyonu ne olacak? Aşırı asker-polis yığılmasının bir defa en azından nicel olarak da düşürülmesi gerekiyor; bu konudaki çözüm planının karşılıklı oluşturulması ve asgari düzeyde anlaşmanın sağlanması gerekiyor. Bunlar güvenlik komisyonunun esasta ele alıp; tartışacağı ve ilgili çevrelerle kapsamlı müzakere edeceği konulardır.
Giderek demokratik ulus çerçevesinde gelişen Kürt ulusal birlik çalışmaları Kürdistan’ın mevcut sınırlarının ötesinde birçok etnik yapıyı direkt veya dolaylı bir şekilde kapsayan bir süreç olarak gelişmektedir. Başta Kürt-Türk, Kürt-İran ve Kürt-Arap, Süryani, Ermeni, Asuri, Azeri, Çerkez halkları arasındaki sınırları coğrafik olarak yakınlaştıran, siyasi-kültürel olarak birbirini daha fazla etkileyen ve her türlü milliyetçi-faşist ırkçı eğilimleri zayıflatan bir gerçekliğe dönüşmektedir. Sınırlar var, fakat giderek anlamsızlaşmaktadır. Bu eğilim giderek daha fazla güç ve ivme kazanacaktır. Özellikle Türk-Kürt ilişkilerinin etrafında bölge düzeyinde yeni ilişki ve mantık gelişecektir. Çekirdek ittifaklar, stratejik ortaklıklar böylesine bir zeminde hızla gelişme seyri kazanmaktadır. İlişkilerin stratejik hale gelmesi bütün etnik yapıları ve halkları olumlu yönden etkileyecektir. Bu hususta ötekileştirici, dıştalayıcı veya önemsizleştirici yaklaşımlar olmamalıdır. Tarihten beri bir arada yaşayan kültürleri ve toplumları böylesine kapsamlı bir ittifak perspektifi ile demokratik birlik geliştirmeye yöneltecek çalışmaların yürütülmesi bölgedeki boğazlaşmaların önünü alabilecektir. Hiçbir kültürün üstünlüğü veya egemenliğini dayatmadan, esnek ortak birliktelikler yaratmak mevcut parçalanmışlığı aştıracak zeminlerin yaratılmasını sağlayacaktır. Bunun için bölge halklarının da ufkunu açmayı ve katılımını esas alan çalışmalar aciliyet kazanmaktadır. Bu hususta stratejik ortaklaşmalar, ittifaklara özellikle halklar düzeyinde açık olmak, ikna etmek ve güven arttırıcı politikalar geliştirmek önemlidir. Bunun yol-yöntem ve zeminlerini yaratmak misak-i milli komisyonunun en önemli çalışmaları arasındadır. Her türlü hegemonik anlayış ve politikaların karşısında, barışçıl ve toplumsal modellerin geliştirilmesi önemlidir. Bu anlayışla bütün toplumsal alanlarda giderek siyasal sonuçları olacak ortak etkinlik ve işbirliği zeminlerinin yaratıcı bir şekilde geliştirilmesi şarttır. Hegemonik yaklaşımlar ve devlet-merkezli olmayan, fakat Ortadoğu gerçekliğine daha yakın demokratik konfederal modeller-ittifaklar üzerinde çalışmalar yürütülebilir. Bu konuda özellikle 1. Ortadoğu Kadın Konferansı gibi etkinlikler, ortak mekanizmalar daha fazla gelişmek durumunda. Örneğin tarım-su projeleri, kültürel-sosyal içerikli ortak projeler ve sınırlar ötesi mesleki birlikler gibi çalışmalar bu tür ittifak ve birliklerin gelişmesine ön ayak olacaktır. Bu çerçevede örneğin Ermenilerle ilişkilerin güçlendirilmesi, Kürt-Ermeni Ortak Tarih ve Kültür Konferansı gibi çalışmalar yürütülebilir. Bunlar tümüyle güven ve ortaklaşmayı sağlayacak, giderek daha stratejik ittifaklara götürecek çalışmalardır. Bu salt komisyonun yürüteceği bir çalışma değildir kuşkusuz. Fakat komisyon bu tür çalışmaları daha planlı ve hedefli ele alarak cevap olabilir.
Önderliğimizin önerdiği Kadın Özgürlük Komisyonunu ayrıca ele almak ve kapsamlı değerlendirmek gerekiyor. Fakat kısaca bu demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa döneminde özellikle kadın cephesinden saydığımız bütün konulara ilişkin özgün örgütlenmeler ve projelerin geliştirilmesi oldukça stratejik bir konudur. Kadın cephesinden hukuk alanına, kadının anayasal düzeydeki temsili, anayasaya ilişkin tartışma, karar ve katılım çerçevesini oluşturacaktır. Giderek devlet ile hukuk dışında kendi toplumsal sözleşmesine doğru köklü hazırlıklar; gündem oluşturma, tartışma ve ortaklaşma zeminleri, konferansları ve mekanizmalarını oluşturmak durumundadır. Yine sosyo-ekonomik anlamda, ekoloji ve diğer bütün komisyonlardaki katılım ve temsil düzeyi kadar, bu konularda yürüteceği çalışmaların güçlü bir hazırlık ve örgütlenmeye kavuşturulması gerekmektedir. Oldukça kapsamlı konular ve çalışmalardır. Hızla bu konularda adımların atılması ve kimi karar ve ortaklaşmalara gidilmesi gerekmektedir.
Önderlik son olarak Hakikatleri Araştırma Komisyonunu önermektedir. Bu konuda zaten Meclis bünyesinde bir komisyon çalışması var. Fakat hem oldukça cılız kalmaktadır, herhangi bir etkinliği ve sonucu yoktur; hem de bu çalışma tek yanlı ve sadece özellikle meclis bünyesinde yürütülecek bir çalışma değildir. Her iki tarafın da insan hakları ihlalleri, suç düzeyine varan uygulamalarını inceleyecek, takip edecek ve dökümünü yapacak. Özellikle barışın gelişmesi önünde engel teşkil eden, güven ortamını zedeleyen yakın süre içerisinde gerçekleştirilmiş saldırıları ve uygulamaları araştıracak, sorumlularını ortaya çıkartarak gerekli yargılanmayı sağlayacak adımların atılmasını sağlayacaktır. Bu konuda özellikle sivil insiyatiflerin geliştirilmesi, faillerin ortaya çıkarılması için araştırmaların yapılması, kamuoyu vicdanında teşhir edilmesi ve yargı önüne çıkartmayı hedefleyecek girişimlerin oluşması gerekmektedir.
Sürecin demokratik siyaset açısından temel karakteri büyük örgütlenebilmektir. Bunun somut perspektiflerini, projelerini oluşturmak ve uygulama gücüne kavuşmaktır. Oldukça yaratıcı politika ve örgütlenmelere gitmek, dar-merkezi yapıları aşmak gerekiyor. Her türlü örgütlenmenin giderek kalıcı niteliklere kavuşması ve toplumsallaşması açısından ortak mekanizmaları yaratacak, takip edecek ve karar-uygulama gücü haline gelmesi sürecin en temel görevi ve duruşu olmaktadır.