• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

Hakikat Yolcularından Güneş’e Mektup-5

21 October 2024
in Gerillanın Kaleminden
A A
Hakikat Yolcularından Güneş’e Mektup-5
Share on FacebookShare on Twitter

İlmik ilmik nakşettiğiniz hayatın zamanlarında öğreniyoruz kendimizi nakşetmeyi…
Önderim;

İlmik ilmik nakşettiğiniz hayatın her bir zamanında değişkenliğini yaşıyoruz benliğimizin. Her gün biraz daha yenileniyor ve bu yenilenme ile kendimizin olmanın anlamını daha bir yaşayanlar oluyoruz. Çünkü insanlığa ait zamanların yaratılmasınadır. Enerjimizi inancımızdan aldığımız tüm kavgalar. Bunun için İmralı’ yadır, bütün çığlıklarımız.

Ve diyoruz ki duy, duyumsa İmralı. Yıllarca evlat acısını yaşayan anaların ağıtlarını, babasını faili meçhul cinayetlerde yitiren çocukların ağlayışlarını ve daha nice acılı yürekleri duymazlıktan gelerek kapama kapılarını adanın. Kapayıp bir tek yalnızlıktan başlayarak milyonların yalnızlığına sebebiyet olma İMRALI. Hem anlamalısın artık. Anlamalısın ki yitirmiş olsalar da yakınlarını yine de özgür yaşamların acılı yaşanmışlıklardan sıyrılıp geldiğini anlamanın bilinci ile bir seste buluşup on binlerce ses, seslerde ise ruh olmanın yengisini yaşıyorlar ve unutulmuşlukların paslanmış, demirini parçalamanın zaferini, coşkusunu taşıyorlar. Kendi zamanlarını yaratmanın en yüksek öğretisini aldıkları Başkan Apo ile yeniden buluşmanın umuduyla.

Bir mavi yaşam da bütün mavi yaşamları kurutan sen olduğundan lanetli ada olarak anılacaksın hep.

Tarihin hiç de okunmak ve hatta çevrilmek bile istenmeyen sayfalarında yüzün. Doğunun her yeni bir gün tazeliği ile doğmakta olan güneşe değil. Batının en karanlık gecelerinde siyahi bir renk olmaktan kurtulamayarak tutsaklığına gömülecektir hep ve kanlı ölümlerin.

Ve sarsıl, kork, ürk, ürper kendinden İmralı. Yeni savaşlara gebe olduğun için.

Olmak istemiyorsan öyle karanlığın timsali, yalıt o zaman acımasızlığından kendini yalıt ki, kirletilmiş denizin tutsak aldığın o ruh deryasının suyunu içerek insanlık mücadelesin uğruna kendilerini arındıranlarca durulansın yeniden.

Önderim,
Ne için mücadele ettiğimizin bilincinde olduğumuz kadar kimler uğruna savaşmanın da bilincindeyiz.

“Benim sevgi anlayışım deniz anlayışıdır” sözlerinizin rehberliği ile sıkça vurgulamış olduğunuz gibi. “Anı anına savaşarak gül bahçesinde biten güller” olarak en yüksek öğretiniz ile sevgi tohumlarının mücadelesine yürüyoruz. Patikaların da dağlarımızın ve toprağa her an dokunan ellerimizle ekiyoruz her bir tohumcuğunu sevginin. Öyle ki doğudan savrulan rüzgarın kanatlarında size uzanıp daha bir hayat buluyoruz. Çünkü asıl aidiyet ilk yaratıcı ellerden olan sizin ellerinizde yeşeriyoruz. Sevgili başkanım mektubumun bu son satırlarını yazarken hayatımızdan bir virgül daha diyorum çünkü mücadelemizden öğrendiğimiz şu ki, noktalama işaretlerinde sonlanmıyor hiçbir şey hayatımızda.

Bir şey daha söylemek istiyorum ki, nakşettiğiniz hayatın zamanlarında yaşayarak anlıyoruz ki, kendimiz olabildiğimiz kadar insanlığın, insanlığın olabildiğimiz kadar ise kendimiz olabiliriz ancak, toprak ananın ciddiyetinde.

Sonsuz sevgilerim ve saygılarımla Zagros eteklerinden İmralı’da bulunan mavi ruh deryasına;
Özlemlerimizle uzanıyoruz size.
Ax Û Welat Amed

Uyandık Düşten

Tarihi hep yeniliyor, yineliyoruz. Buna tarihin tekerrürü, cilvesi de demiyoruz. Çünkü büyük çıkışlara gebe bir toprağın genlerimize işleyen kimliğini yol gösterdiniz. Sonra şiirlerinizden okudur. “Erkeğin zalim, yalancı gerçeğini.” Tanrıçalar dirilttiniz adına Zilan dedik. Tanrıların insanlara kıydığı savaşta biz masal olsun istedik. Sonra öğrendik masal bu değildi. Yağmalanan coğrafyamızın, yağmalanmış bedenlerimizin, beynimizin ve yüreklerimizin hatırlayabildiklerini tarih koynunda masal diye şiir dilinde taşımıştı. Şiirin yasası “Evrene, dünyaya, ülkeme” çizilmiş bir resimde vatan arıyordu. Biz bu vatan için savaşıyorduk.

Bazen de hep o masal çocukları olarak kalmak istiyorduk. O çocuk dünyalarında kostümler seçiyorduk kendimize. Uçsuz bucaksız denizler ortasında “dünyayı kurtarmaya hazırlandığımız bir devrimde Önderimizi tutsak almış” öcülere karşı; “balık” oluyorduk, “martı”, “denizkızı” oluyorduk öcüleri korkutan sevimliliğimizle. Ya da “kelebek” oluyorduk ateş aşkıyla yana yana…

“Güneş”in ateşten bedeninde, henüz hiçbir bilim adamının çözemediği sırlara ulaşıyorduk. Bütün masal imgelerinin insan kişiliğinde toplanmış gerçeklerini ancak böyle duyuruyorduk. Ve ancak bu kadar çocuk kalabiliyorduk. Ama yaşamın hazırlanmış bir “oyun” olmadığını, olamayacağını bilecek kadar da büyümüştük.

Dediniz ki; “Biz kişiliğimizi öyle uygarlık esaslarına göre almadık, doğal esaslara göre ele aldık. Yani sınıflı toplum gelişmesinin kurallarına göre değil, çok doğal esaslar. Nedir bu doğal esaslar? Bazen çocukluk esasları, bazen ilk insanın yaşam esasları. Biz bunu göz ardı etmedik. Bizim hareket tarzımızda bu vardır.” İşte bunun içindir ki; tanklar, toplar, uçaklar yetmiyordu bizi öldürmeye.

Uygarlık kendini hükmetmeyle tanımlıyor. Uzaya yerleştirdiği uydularıyla tekniğiyle insan beynine sızmayı hedefliyor. Sonsuz iktidarına ulaşmak için önce tanrıyı yerinden etti, sonra özelliklerini giyindi. Yine de ele geçiremedikleri hep oldu. Ulaşamadığı yerler vardı. Gılgameş de aramıştı. Bizler de arıyorduk. Belki aynı şeyi… Cudi’de Lawikê Xerîb de arıyormuş. Denilir ki, bulmuş da bilememiş, bilemeden ölmüş. Biz de bulmuştuk, iki ırmak arasında ama Harran’dan taşınmış yağmur sularının yatağını aradığı yerdeydi. Aradığımız o yerde keşfettik “herkesin kendinden bir parça bulduğu” O kutsal mekanı. Ne de büyük ve sınırsızmış bu “yürek,” hiçbir denizin karşısına alamayacağı…  Sırt çantamızla, silahımızla geldik. Kadını, erkeği, çocuğuyla geldik. Körü, sakatı, açıyla geldik. Lanetlisi, düşmüşüyle geldik. Kirlisi, pakıyla geldik. Yerlisi, yabancısıyla geldik. Köylüsü, kentlisiyle geldi. Yurtlusu, yurtsuzuyla, dünyalısıyla, dünyada yeri olmayanıyla. Hepimize açık bir kapıdan girdik. Ta Gılgameş’ten aranan gerçeğin yolunu şaşırmış insanlar, yalancı bir tarihin çarpmasıyla bilincini yitirenler, aradığımızı bulmuştuk.

Aradığımı bulmak ve ona ulaşmak farkındalığımın tarihidir 15 Şubat. Beni dağlara taşıran öfke. Ve bildim ki ülkemin bozkırları kadar “çabuk yanıp sönen” öfkelerim var. Halkımın yazgısı sadece acı, yenilmişlik ve kimsesizlik de değildir. Onun başkaldırıları çoktur. Bu başkaldırı geleneğinde kesintisiz bir devrimin başlangıcındayım. Tarihi bir eylem bilincini öfkemin bilincini büyüteceğim en az Marmara kadar bir yakınlığı hissedecek büyüklükte. Çünkü “yüreği büyük olmayanın eylemi de büyük olamaz” diyordunuz.

Önderim,

15 Şubat deyince yine de sözcükler boyun büküyor, eylemin direncini bilmelerine rağmen. Lanetli yazgım kadar Dicle-Fırat’ın kendini Marmara’ya ulaştıracak taşkın coşkusunu da taşıyorum. Bu inançla yıkıyorum yüreğimi.

annemin ninesinden kalma masallarında
yedi başlı ejderhalara meydan okuyan yiğitler
dünyayı kurtarmayı unutmuşlar mıydı bu zamanda

saklısındayız gecenin
sen günün kendisi
ezeli sabrımda kanıyor yokluğun
harap olmuş yurdumdan hicrete başlıyor
ovadan yaylalara
uzaklara
dağda durak buluyor
dur-durak bilmeyen acı
şimdi savaşıyoruz
toprak geçilmiyor kemikten
çarpışıyoruz göğüs göğüse
“teke tek dövüşlerden“ ziyade
kalabalık devlerle dışımızda
ve içimizdeki cücelerle
tanrıların savaşından arta kalan
katığım umutla bezedim saçlarına taktığım tacı
zamanın hükmü geçmez sarayda
sevda mirasım şiirler adıyorum
asrın konağı evimiz yüreğine
güneş yanığı tenimizde gündoğumu yarınlar
şarkılar duyuyorum ayak sesinden
sloganlara bürüyorum halay sevincimi
ne yer yetiyor ne gök
ne de meydanlara sığıyorum
bilendim aşkla ORTA’sında DOĞU’nun
seyrine aktım nehir nehir ülkemin
kuşatılmış denizler yarıyorum
yücelmiş başlangıçların zirvesi milad
o doğulu gülüşü keşfe çıkıyorum

yıkanıyorum çağımızın ölçülemeyen
efsanelerin zaman hesabında
adı geçmez kaç kahramanın
isa’dan öncesi kaç asır geçti
sonrası kaç asır oldu
bilinmez belki
yeniden bedeninde yıkanıyorum
kesik baºlar topluyorum heybemde
tarihin nal seslerinden artakalan
bize ulaşan söylencelerden
bir de hala duman tüten coğrafyadan
kurumamış kızıl damlaları alnıma sürdüm
fırat’ın kendini vurduğu kaçak sınır boylarında
hudutların ötesinde dicle’yle buluştum

ve koylarına taşındım marmara’nın
masaldan uyandım
annemin ninesinden kalma destanlardan
yedi başlı ejderhalara meydan okuyan
ok geçmez zırhı inanç kuşanmış
kahraman dünyayı kurtarmaya geliyordu bu zamanda
Yoldaşlığın yeterliliğine ulaşana dek sizinle olacağız.

Zin Agıri Laleş

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk