Ailenin bu durumunu kendi ilişkilerimde çok erken fark ettim. Aile gibi dar bir kurum içine hapsedilmiş kocaman bir yaşamı fark ettim. Bu ne anlama gelir? Bu insanlar başka bir kurum geliştirmemiş ve hatta ailenin en çirkini, en güzeli, en haksızı, en doğrusu, en yaramazı, en iyisi gibi bir düşünceye sahip olmuşlardı. Bu durum haklı olarak beni çok erkenden şüpheye düşürdü. Böyle bir gerçeklik, “benim ailemden olan her şey müthiştir, mükemmeldir, vazgeçilmezdir” diye kendini ifade eder. Korkunç bir ailecilik!.. Tam da burada ailecilik vardır.
Diğer toplumlarda ise aile değersizdir, hatta biraz gelişmenin önünü tutarsa düşmandır. Bizde ailecilik bu anlamda ilkel kabilecilikle, aşiretçilikle birlikte, en kör bir çatışmaya ve tüketmeye götürür. Benim aşiretim, benim kabile çıkarım denilmeseydi, en gelişmeye aday konularda yer alınsaydı, karşı tarafı ezmek için nihayeti beklemeyecekti. En kötüsü de tutucu olmasıdır. Gözü aileden, aşiretten, kabileden başka bir şeyi görmez. Daha iyileri ise, bir ulusal ve toplumsal kurumlaşmaya gitmeyi kabul etmez. Bu halen bizde çok egemen. Bunu biraz daha açmak gerekir.
Eylem planlarımızı bile geliştirirken, ailecilik gerçeğini çok iyi göz önüne getirmek gerekir. Çünkü adamın bütün düzeni aile düzenidir. Onu kurtarmak için ajan, korucu, uşak, en berbat yaramaz bir adam olur. Bunun nedeni aile düzenini kurtarmak içindir. Ve saflarımızdaki sizler, aile sorunlarıyla gırtlağınıza kadar yüklüsünüz. Ailecilik kurumu içinde bir köle, bir esir ve bir tutucu olmuş çıkmışsınız. Zaman zaman ulusal ve toplumsal gerçekliğimiz diyorsunuz, ama bu fazla gerçekçi değil ve inanasım gelmiyor. Hangi ulusal ve toplumsal gerçeklikten bahsedebilirsiniz? Kürt tipinin olsa olsa bir aile gerçekliği vardır, o da ulusallığa ve toplumsallığa karşıdır. Her ikisine de karşıt hale getirilmiştir. Bunun bir öğesi, unsuru olması gerekirken, düşman eliyle yüzyıllardan beri gerici rol oynaya oynaya, toplumsallığa ve ulusallığa karşıt konuma gelmiştir. Bunu iyi görmek gerekir.
Kişiliklerin en kötü yanı da müthiş bir biçimde ailecilik temelinde şekillenmeleridir. Kişiliğe damgasını vuran önemli bir etken de budur. Sık sık söylendiği gibi; “babasının oğlu”, “ailenin kızı.” Bunun dışında bir tanım yoktur. Ulusallık ufkunuz, ulusallık ve hatta sosyal gelişme özellikleriniz oldukça çarpık. Örneğin, ortaya çıkan sonuç; arkadaşlarımızın henüz aile koşullarının bir adım ötesinde bile olmadıklarıdır. Örgütü de öyle sanıyorlar. En üst düzeydeki arkadaşlarımızın konuşturdukları basit bir aileciliktir. Partiyi de kendi aileleri gibi sanıyorlar. Hem de farkına varmayarak bunu yapıyorlar. Partiyi temelde bu tür aileciliklere karşı oluşturduk, ama arkadaşlarımız iki gün içinde Partiyi kendi ailesine çeviriyor. Böyle olmanızın nedeni ailecilik anlayışıdır.
Yedi yaşımdan beri bu aile kurumundan kuşku duydum ve ona karşı savaşarak kendimi geliştirdim. Oysa siz onun has bir yavrususunuz. Ailenin bütün değerlerini özümsemiş olanlar, güçlü ulusal özellikleri konuşturamazlar ve kendilerinde güçlü toplumsal özellikler boy vermez. Sizler güçlü ulusal ve toplumsal özelliklere kavuşamamışsınız. Bunun nedeni çok tutucu aile kişiliğinde kalmanızdır. Buna bölgecilik, diğer ilkel vb. kültürler de eklenebilir ki, bunlarla hayli yüklüsünüz.
Demek ki bizde ailecilik, aileden de öteye bir hastalık durumunu ifade ediyor. Bu, kişilikte son derece etkilidir. Aynı zamanda hem işbirlikçi feodal, yeni yetme burjuva ailelerinde hem de köylü, küçük burjuva kökenli ailelerde etkilidir. “Varım-yoğum her şeyim aile için” sözünde ifadesini bulan temel politika, aile çıkarı tarafından belirlenmiştir. Hatta yaşam sorunu da bununla bağlantılıdır. Oysa ki bizim devrimciliğimizde, başından itibaren bu konuyu eleştiriye tabi tutmadan, birçok etkisini yıkmadan, devrimciliğin yapılamayacağı, particiliğin yapılamayacağı çok iyi bilinir. PKKlilik bu anlamda ailecilik etkilerine karşı sistemli bir savaşın adıdır. Sömürgeci etkiye karşı olduğu kadar, ailecilik etkilerine karşı da savaşır. Aile gerçeğinin bizde vücut bulması böyledir. Hemen hemen toplumun bütün bireylerine çıkar diye yansıtılan, aile çıkarıdır. “Adam ol” denildiğinde, ailenin adamı olmak demektir. “İyi adam ol” denildiğinde, ailesine layık olan birisi olmak demektir. Yani bütün hedefler manzumesi, çaba ayarlaması, ilişki arayışları, hatta okuma vb. şeyler hep ailecilik sınırları dahilinde ifadesini buluyor. Kazandın da ne elde ettin? Aileyi kurtardın da ne oldu? O kurtardığın aile nedir? Aileyi kurtarırken ulus bitti, halk bitti. Diğer çağdaş uluslara bakalım, onları onlar yapan kurum ve kuruluş neyse, sen onların yanından bile geçmedin. Ulusun için gerekli olan kurum kuruluşların yanından bile geçmedin, onlara beş metelik bir değer vermedin. Kurtardığın aile karşısında kaybettiklerin bunlardır. Kötü bir aile kurtarmadır. Yine birçok değeri en kötüsünden kaybetme durumu var.
Bu ailecilik kurumuna, felsefesine karşı neden savaşıyoruz? Soysuz, insanlığa, ulusallığa, toplumsallığa kapalı Kürt kişiliğinin basit aile ilişkilerini kurtarmak için satmayacağı hiçbir şeyi yoktur. Yeter ki o ailesini kurtarsın. Biz bu kişiliğe karşı savaş açtık. PKK’nin yaratmak istediği alternatif kişilik, çok radikal ve ulusal kurtuluşçu bir kişiliktir. Çünkü PKK çok iyi biliyor ki bu sorun, ailenin aşılmasıyla bağlantılıdır.
PKK özgür bir toplumsallığa yol açmak istiyor. Bunun için son derece tutucu ve özgürlük karşıtı olan bu aile kurumunu yıkmak durumundadır. Aynı zamanda bu kurumda ihanet diz boyudur. Ulusal kurtuluşa karşıt olduğu için, aile bağlarını parçalamak zorunludur. En azından hainlik temelinde olanları parçalamak gerekiyor. Aile koşullarında yabancılık, toplumsal ve ulusal gerçekliği inkar vardır. Bundan dolayı ulusallığa ve toplumsallığa saldırır. Gerçeklere kapalı olan aile ilişkileri, aile dünyası parçalansın ki, ulusallık ve toplumsallık gelişsin. Bütün bunlar, bizim son zamanlarda daha da açığa çıkartmak istediğimiz erkeği akla getiriyor. Son zamanlarda kadın ve erkeği sorgulamaya önem verdik. Erkeğin sahte ve fazladan erkeksi durumu, kadının da fazladan kadınsılığı bizi düşündürüyor. Erkeklik genel olarak yiğitlikle, cinsellikle özdeşleştiriliyor. “Erkek gibi adam, erkek gibi kadın” diye ifade ediliyor. Bu da bir “avantaj” olarak düşünülüyor. Bizim de ilk çırpıda diyebileceğimiz, madem bu adam erkekse, ne diye kurtuluşçu görevini yapmıyor? Yiğittir, erkektir, o zaman gereklerini yapsın. Dolayısıyla erkek çözümlemesi yapmaya gerek yok. Daha çok Kürt kişiliğindeki erkekliğin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyoruz. Kürt kişiliğindeki erkeklik, en saptırılmış erkeklik özelliklerinden birisidir. Erkeklik duygusuna ulaşmakla sanki bütün çelişkilerini çözmüş gibidir. Özellikle cinsellik konusunda erkeklik, onda sanki sömürgeciliği yenmiş, devlet kurmuş gibi bir duygu yaratıyor. Bu, büyük bir yabancılaşma ve büyük bir yanılsamadır.
Türk toplumunun ve devletinin bazı özelliklerini de akla getirirsek, bu biraz daha iyi anlaşılır. Erkeğin kadına karşı cinsel konumu, sanki ona bir kahramanlık payesi veriyor. Tuhaf bir şey, ama bu bir gerçek. Bu durum diğer toplumlarda bu düzeyde değildir. Bu konuda Kürt erkeğini derinden incelediğimizde göreceğiz ki, o anlamda bir tek tatminle ayaktadır; karısını kadın yapmıştır. Kadınsa zaten daha fazla kadıncadır. Bu temelde kendisi de erkekçedir. Böylelikle bütün çelişkilerin “çözüldüğü” sanılır. Dikkat edin, bunun ailecilik değerlendirmeleriyle sıkı sıkıya bağlantısı var. Nasıl ki aileyi kurtarma vatanı kurtarmadan daha önemliyse, cinsel ilişki de erkeklik açısından o denli önemlidir. Bunun şampiyonu olan erkekte nasıl somutlaşıyor? Yine kadınla ilişkisinde nasıl somutlaşıyor? Aslında Kürt erkeği diğer konularda bitiktir; devlete karşı bitiktir, ulusallığa karşı bitiktir, değerlere ve toplumsal ilişkilere karşı bitiktir. Peki, evin içinde aktif olduğu, despot olduğu ilişki nedir? Bu, kadına yönelik ilişkidir. Cinsellikten başlar her türlü bastırmaya kadar sürer. Dikkat edilirse, erkek cinsellik olayını tam bir egemenlik olayı olarak ele alır. Girdiği her cinsel ilişkiyi, sanki şampiyon olmuş gibi değerlendirir. Bu durum çok ciddi bir ahlaki sapkınlıktır. Bunu böyle değerlendirmek gerekiyor.
Başka toplumlarda, başka tarihi dönemlerde çok doğal olan ilişki, bizde ve toplumsal gerçeğimizde neden farklı bir nitelik kazanıyor? Bu, Türkiye hatta birçok toplum için de geçerlidir. Daha çok bizim toplumsal gerçeğimizi biraz çözmeye çalışıyoruz. Özellikle de şimdi buna muhtacız. Yani toplumsal, ulusal düzenleniş içinde bir halk her şeyini kaybetmişse, her şeyinde bitiklik varsa, kendi insanımızın “ben çok büyüğüm” dememesi gerekir. Bu durum halen alay konusu yapılıyor. Örneğin, Türk erkekleri güya Avrupa karşısında erkeklikleriyle çok övünürlermiş! Hikaye! Bu, Kürt toplumunda biraz daha ilginçtir. Daha fazla toplumsal etkiye ve kötü sonuçlara yol açıyor. Sanıyorum en çok savaş vermemiz gereken bir konu da burasıdır. Hele hele çok erken yaşta cinsellikle böyle tanışan öğeler, acaba neleri kaybetmemişlerdir ki! Özgürlük temelinde cinsellik veya aşk (ki, nasıl bir özgürlük temelinde olacağı tartışmaya açık, doğru değerlendirilirse bu gelişmeye yol açar) yabancılaşmaya değil, buluşmaya, yaşamı anlamlı kılmaya götürür. Eğer böyle bir toplumsal kaos veya toplumsal ilişkiler yumağında en temel çözümleyici araç olarak düşünülürse bu, felakete yol açar. Cinsel tutkuları başarıya ulaşmadığı zaman, intihar edenler de az değil. Aslında bu bir hastalık halidir. Böyle bir durumda kendini bitmiş olarak görüyor. Böyleleri büyük bir yanılgının kurbanıdırlar.
Erkeğin cinsel aktivitesi fazla oldu mu, kendini çok güçlü görür. Bundan kendine övünç payı çıkarır. Dikkat edilirse, en az diğer uç kadar, yani çok pasif olan biri kadar kendini oldukça zorlamıştır. Bu hem gereksiz hem de sakıncalıdır. Toplum en çok bu durumdan çekmiştir. Tabii ki yalnız cinsel güdülerin tatmini açısından değil, toplumsal düzeyde daha kötü sonuçlar ortaya çıkıyor. Cinsel yönden çok aç gözlü olan birisi, bir değil iki, hatta üç kadın alır. Üstelik bir de geneleve gider, o da yetmez açık pazarda kadın arar. Bu durumun ahlaki yönden ne kadar yıkıntıya yol açtığı bir çırpıda anlaşılıyor. Bizdeki toplumsal düzene bakın, en iyi, en namuslu, en aileci geçinenlerin kadın konusundaki durumları bir toplumsal hastalık boyutundadır. Bunların yaydığı hastalık, düşmanın yaydığı hastalıktan daha az değildir.
Benim ilk isyan ettiğim konulardan biri de şuydu; “Seni biz dünyaya getirdik” dediklerinde, siz beni dünyaya getirmekle soysuzluğun daniskasını yaptınız. İyi bir çocuk olarak beni büyütecek hiçbir imkanınız olmadığı halde beni dünyaya getirdiniz ve bunu da başıma kakıyorsunuz. Hiçbir şey veremeyeceğiniz bir çocuğu hangi cesaretle dünyaya getiriyorsunuz diye karşılık veriyordum. Çok küçük yaşta bunu fark ettim. Madem çocuk çok değerliyse, onun dünyasını da hazırlayacaksın. Bizde aileler bunu düşünür mü? Erkek-kadın bunu düşünür mü? Özellikle erkek bunu düşünür mü? Tabii ki her ikisi de düşünmez. Bu konuda büyük ahlaksızdırlar. Çok değerli çocuğun için ne yapıyorsun? İşte şimdi hepsi dünyanın dört bir yanına, metropollere savruluyorlar. Fakat erkek ve kadın suçu çok önceden işlemiş. Tabii o da çaresiz, on beş yaşında yitirilmiş, başka ne yapabilir ki? Bir defa batmış. Kadın ne anlar, erkek ne anlar. Bu durumu yüzyıllardan beri yaşıyorlar. Bu nedenle büyük devrimci çıkış, tüm bu ilişkilere karşıdır. Ama bu konudaki yabancılaşmayı, çarpıklığı görmek gerekiyor.
Belirttiğim gibi, erkek cinsel ilişkideki başarıyı bütün çelişkilerin “çözümü” olarak değerlendiriyor. Tam tersine, müthiş sorunların doğuşu bu kişiliktedir. Hatta ister pasif yönden ister cinsel baskı altında olmaktan dolayı tatmin olmadı mı, deli olur veya saldırganlık içine girer, kompleks içine girer ve her türlü lümpenliği, serseriliği yapar. Dev gibi bir sorun kaynağı olur. Çözümünü doğal, doğru koşullarda aramaksızın, daha da yabancılaştırma, daha da bastırma, kadın alıp kaçırma, zor altında cinsel tatmini sağlama, her türlü gayrı ahlaki yollara ardına kadar sapma durumuna girer. Eğer buna da gücü yoksa, bu kez bir papaz tutumu içine girme durumu yaşanır. Bu da sapıklığı başka türlü geliştirir. Bizde kişilik bu temelde hem parçalanmış hem de hastalıklıdır.
Sırf bir başlık parası, aile kurma parası yirmi-otuz milyondan az değildir. Benim hatırladığım kadarıyla eskiden, bir delikanlı on yıl çalışırdı, ancak bir aile ya kurardı ya kuramazdı. Şimdi daha da zor. Erkek sırf bir aile kurabilmek için, on beş yaşından yirmi beş yaşına kadar kendini ucuzca işgücü pazarında satmak zorunda. Tabii bu, yalnız aileyi korumak, aileyi sürdürmek içindir. Çoluk çocuk oldu mu, daha fazla paraya ihtiyaç var. Bizim insanımız bu mantıkla büyüyor.
Aile kurumu karşısında insan dehşete kapılıyor. Bunları böyle hayatın temel uğraşı olarak değerlendirirken, ilk sorularım bu temelde gelişti. Ailenin, ana-babanın çocuk dünyaya getirmeleri her şeyi izah eder mi? Kendime bu tip sorular sordum. Tepkileri bu temelde geliştirdim. Aile kurumu tehlikeyi ve kendisini bize dayattığında yine sorgulamayı bu temelde geliştirdim. En az düşman cephesi kadar bu cepheyi sorguladım ve doğru tutumlara ulaşıncaya kadar gerçek bir savaş verdim. Bu savaşımın PKK önderliğinde gelişmesine rağmen, varlık nedeni yine PKK’dir. Zor bir savaşım olduğu kadar, bu savaş verilmediği takdirde bir milim yolun bile alınamayacağını düşünüyorum. Burada hemen şunu belirtebiliriz; eğer kişilikleriniz bugün aileciliğin, cinselliğin ağır etkisi altındaysa, çözüme ulaşma gücünü ve mücadelesini kendinde bulamıyorsa, bu durum sizin neden böyle biri olduğunuzu izah ediyor. Bu sorunları zamanında çözememeniz ve özellikle de mücadele diye kendinizi buna veremeyişiniz; zayıflığınızın, güdüklüğünüzün, çok yönlü gelişmeyişinizin büyük savaşçı olamayışınızın bir nedenidir. Tatmini de tutuculuğu da biraz bu çarpılmış kişilikten dolayı yaşıyorsunuz. Aslında bu konuyu işlemek edebiyatçılara düşüyor. Benim bunu fazlaca açmam, bir savaş örgütü için ne kadar gerçekçidir? Fakat yine de ana hatlarıyla bu konuya değinmek gerekiyor. Çünkü Türkiye’deki harp okullarında bile bu sorun ele alınıyor. Sağlam aile yapısını subaylara dayatıyorlar. Bu, subaylık için çok önemli bir koşuldur. Bir subay sağlam aile yaklaşımı içinde olmalı. Onlar bu kurumu tutuculuğun temeli olarak düşünürlerken, tabii ki biz ihtilalin temeli olarak eleştiriye tabi tutuyoruz. En azından şu sorulara da açıklık getirmek gerekiyor; cinsel açıdan iki yönlü büyük bir sapkınlık yaşanıyor; bu da aşırı tatmin arayışı ve cinsel tutkuların sapıkça dile getirilişi tarzında oluyor. Özellikle bizde yaşlı adamların çok küçük yaştaki kızlarla evlenmesi bunun açık bir örneğidir. Tersi bir tutum ise, dini motif altında hareket ederek, dünyadan el-etek çekme, yaklaşmama ve bunu günah gibi görmedir. Bu da bir sapkınlık türüdür. Bu temelde geliştirilen aile, tam bir çıkmaz içindedir. Aşırı cinselliği tatmin edemediği gibi, dini dogmayı yaşamaktan ötürü de aile zorlanıyor. Ailenin gerçek bir bunalım ocağı haline gelmesinde bu tutumların etkisi büyüktür.
Konu kadın-erkek ilişkileri yönüyle ele alınabilir. Bunun diğer sonuçları da var. En önemlisi, “aileyi iyi kurdum, kadını tam kadın yaptım, tam hakimim” dediğinde, adam mutludur. Adam dünyanın gereklerini sanki tam yerine getirmiştir. Aile içinde kadın-erkek ilişkisi bu biçimde kuruldu mu, tutuculuğa, gericiliğe, faşizme ve sömürgeciliğe yataklık mükemmel bir zemin bulmuş demektir. Kadını polis yapar, polis kadın silahını iyi kullanır. Nitekim kadını saflarımıza kadar iyi kullanır. Cinsel açgözlülüğü düşürme biçiminde değerlendiriyor. Sinema, televizyon, genelev gibi alanlara sunulan yine kadındır. Kadın satışı oldukça yaygınlaşmıştır; Batman’da, Mardin’de, her tarafta yaygınlaşmıştır ve bunu çok etkili bir biçimde kullanıyorlar. Bırak toplumu, bizi bile düşürmeye çalışıyorlar. Cinselliği günah görenlere karşı da dini silah olarak kullanıyor. Zaten kullandı da. Örneğin, Hizbullah her tarafta “PKK aileyi özgürleştiriyor. Bu, değer yargılarımıza en büyük saldırıdır” diye karşı bir saldırı başlatıyor. Cinsel sapkınlık içinde bulunan bu iki tip, ulusal kurtuluşçuluğa ve devrimciliğe karşı bir rol oynuyor. Bu da aile zemininden kaynaklanıyor. Bu zeminin böyle değerlendirilmesinde de bunlar rol oynuyor. Tabii ki bu zeminler direkt düşmanla ilişki halinde bulunan, düşman etkilerine sonuna kadar açık olan zeminlerdir.
Bunun diğer sonuçları ise; sadece çocukları yedirmek, içirmek için kendini piyasada kırk defa satması gerektiğidir. Okul okumak zordur. Eğitimsizlik, cahillik diz boyu. Yalnız bir çocuk eğitimi yüzünden, bir ana-baba kendini kırk defa bitirmek zorundadır. On-yirmi çocuğu olanlar bunun altından nasıl çıkacaklar? Bu durum dehşetli bir problem olmakla birlikte, gerçek bir köleleşme nedenidir. Sırf bir maaşı kurtarmak, bir iş bulmak için aile reisi ne yapmaz ki. Bunun gibi sorunları halletmese gelip kavga eder, çocukları ve kadını satar. Zaten çocuk evde huzur bulmayınca kendini sokakta bulur. Kız evden kaçar, erkek çocuk lümpenleşir. Müthiş derecede lümpenleşmenin nedeni ailedir. Sözüm ona aileler lümpenliği istemezler. Oysa ki lümpenliğin kaynağı ailedir. Kızların evden kaçmasını istemezler, bunun nedeni yine ailedir, sakat aile anlayışıdır. Tüm bunlara rağmen aileler yine de ahlakın temsilcisi olarak geçinirler.
Sorun bu yönlü ele alınabilir. Biz değişik bir iki yönüne daha açıklık kazandırmak istiyoruz. Özelikle devrimci çözüme doğru gidişte, bazı şeyleri hatırlamakta yarar var. Biraz eleştiri yapıldı, sakat anlayışlara yol açan sorunlar bir bir ortaya konuldu. Bunları daha da genişletebiliriz. Çözüm üzerinde etkili olabilecek değerlendirmelere ihtiyaç var. Bu, ilerde kendini daha fazla hissettirebilir. Sadece toplumda değil, özellikle parti bünyesinde de sorunun çözümünü daha da yakıcı kılabiliriz. Anlaşılması ve açıklık kazandırılması gereken husus şudur; nasıl ki toplumdaki aile kurumu, kadın-erkek ilişkisi düşkünlüğün, kendini her türlü pazarlamanın, her türlü sapıklığın, her türlü yabancılaşmanın bir kurumu olarak değerlendiriliyorsa ve bu değerlendirme ne kadar önemliyse, onun etkileriyle parti içinde de mücadele etmek o kadar önemlidir. Bu etkileri parti içine taşırmamak gerekir. Parti içinde doğru çözüme gitmek, doğru yol almak büyük önem taşır. Aslında bu, çok derin bir konudur. Bu konu o kadar saptırılmış, tarih boyunca her türlü onursuzluğa o kadar zemin hazırlamış ki, ilk başta onu çözmemiz çoğunuzun sandığı gibi kolay değildir. Bu, ne ucuz devrimci evlilikler yapmakla, ne inkar etmekle, ne de zaptiye usulü yöntemleri geliştirmekle halledilebilir. Sorun daha da kapsamlıdır. Sorun tarihi olduğu kadar, uğruna mücadele isteyen bir sorundur. Parti otoritesi gelişirken, parti militanlığı güç kazanırken, ilk akla gelen şey insanlar üzerine hükmetme oluyor. İnsanlara hükmetmenin bir baskıcı ve sömürücü tarzı vardır; otoriteyi bir de onları özgürleştirme tarzında kullanma vardır. Kadromuz geleneksel aile ilişkileri içindeyse, devlet otoritesi temelinde büyütülmüşse bu, parti otoritesini devlet ve aile otoritesiyle karıştırmakta ifadesini buluyor. Dolayısıyla partileri ve halkı otorite altına alayım derken, aslında son derece tehlikeli bir yansıtmayı yapıyor, dışındaki otorite anlayışlarına geçerlilik kazandırıyor. Bu, kölelik biçiminde yansırsa daha da tehlikelidir; edilgendir, pasiftir, otoriteden ve yetkiden haberi yoktur. Bir köleye kim ne derse o yana sürüklenir, o yana gider. Bu da oldukça tehlikelidir. Bunun kadın üzerindeki uygulaması, geleneksel erkek ölçüleriyle oldu mu daha tehlikeli bir hal alır. Özgürlüğe, eşitliğe karşı kısırdır ve en kötüsü de fırsat buldu mu ya inkarcı ya da düşkün yanlarını konuşturur. Her iki durum da tehlikelidir. İki cins arası ilişkilerdeki geleneksel yaklaşımın etkisi altında kaldı mı, onu aşamadı mı, onu inkar etti mi (ki bu, iki tipte de çok etkilidir) bu sorunu ağırlaştırıyor, çözüme doğru götürmüyor. Kültür zayıf, perspektif düzeyi zayıf, en önemlisi de çabası ve mücadelesi zayıf. Sorun bu yaklaşımla çözülemez. Her şeyden önce kendini anlayış düzeyinde hazırlamamış. Cinsler arası ilişkiye hangi temel anlayışla yaklaşılır? Anlayışta ilk aklına gelen; “anam-babama ne yapmışsa, babam anama ne yapmışsa veya sokaklarda, televizyonda nasıl geliştiriliyorsa öyle yaparım” biçimindedir. Tarihi boyutu yok, özgürlük boyutu yok, savaş boyutu yok. Televizyon dizilerine, sinema filmlerine alışmış. Buradan edindiği yaklaşımlar, ailenin alıştırdığı ve aileden gördüğü, bildiği yaklaşımlardır. Bunların ne kadar hastalıklı olduğu biliniyor. Hatta faşizmin körüklediği hastalıklardır. Bunların despotik dönemden kalma yaklaşımlar olduğu çok açıktır.
Önder Apo
Kaynak: Sosyal Devrim Ve Yeni Yaşam