Ferze Dersim
Herkes birkaç dakikalığına evini, anasını, evdeki kadını düşünsün. Ben mesela bizim evdeki kadınların baş döndürücü bir yoğunlukta olduklarını, bütün kadınların karınca misali hep koşuşturduklarını hatırlarım. Yemek yapar, temizlik yapar, çocuk doğurur, çocuğa bakar, altını temizler, erkekle uğraşır, erkek-kocanın her konuda doyumsuz iştahına cevap olmaya çalışırdı.
Çok şaşırırdım nasıl yorulmuyorlar diye. Bütün programı başkası için doludur ev kadınının. Kendi ihtiyacı nedir, kendisi için ne yapıyor kimse sormaz, oda umursamaz. Sabahtan akşama, akşamdan sabaha programlanmıştır kadın. Bu bizim kadınlar olarak yaşadığınız bir gerçekliktir. Oysa kadın en az toprak-ana kadar emektar, vefakâr ve yaratıcıdır. Kadın ve doğa yakınlığı hep ilgimi çekmiştir. Doğanında kendini yenileyen, mevsimine göre yaratıcılığı, canlılığı ve değişkenliğini hep anlamaya çalıştığım ama zorlandığım bir durumdur. Kadının her ay kendisini yenileyen biyolojik yapısı doğanın her mevsim kendini yenileyen özeliğiyle aynıdır. Doğa, toprak ve kadın özünün bu anlamda birbirine yakın, bir bağ içerisindedir. Bu yazıyı yazmaya yoğunlaştığımda birkaç arkadaşa sordum, ‘emek ve kadın denince ilk aklınıza gelen şey nedir?’ diye. Verilen cevaplar beni şaşırtmayan, zihnimin, duygularımın verdiği cevaplara benzer cevaplardı.
Emek denince benimde aklıma gelen sevgiyle, kendinden katarak, alın teri dökerek yarattığın, verdiğindir. Analık gibi. Analık emeği, sadece çocuğu doğurup, beslemek, büyütmek değil. Ben bu sınırda tutmuyorum. Toprakla, doğadaki canlılarla, toplumsal yaşamın varlığıyla olan ilişkisi büyük bir ahenk yaratır yaşamda. Kadının doğurucu, yaratıcı, sevgiyle, bilgiyle şekillenen özünden süzülerek gelen anlamdır aslında emek. Emek gerçek anlamını kadınla kazandı demek abartılı olmaz. Tohumu ilk toprağa atış, ilk ürünü kaldırma, adil, eşit bir biçimde elde edilen ürünü her kesin ihtiyacına göre paylaşma, yaşamı yaratma eylemi gerçekleşti kadın eliyle. Kadın ev içinde çocuğu, dışarıda canlıları besleyip koruyarak, erkeği de buna dahil ederek toplumsallığı gerçekleştirdi.
İnsanlaşmanın koşulu toplumsallaşmadır. Toplumsallaşmanın koşulu ise ihtiyaçların giderilmesi ve hayata geçirilmesi koşuluyla belirlenir. Ekonomi alanı da bu gerçekliğin merkezindeki bir olgudur. İlk ekonomi kadın eliyle gerçekleştirildi. Ve bu kadın merkezli gelişen toplum yapısı, doğal, özgür ve eşit bir karaktere sahiptir.
Toplumu hayatta tutan, varlığını sürdürmek için olmazsa olmaz üç temel olgu vardır. Bu olgular içgüdü temelinde bütün canlılarda vardır aslında. Ancak insandaki farklı özelliklerinden, duygusal ve analitik aklın daha gelişkin olmasından kaynaklı, toplumsallığı geliştiren, insanı diğer canlılardan ayıran temel dürtüler, güdüler olarak belirlenebilirler. Her canlı, beslenme, üreme ve güvenlik zinciri içerisinde kendisini var edebilir. Bu anlamda her canlı kendisine göre ekonomik sistemini yaratır. İnsan için ise bu süreç bilinçli, örgütlü ve kurumsal olarak gelişir. Yani insan kendi ekonomisini kendisi örgütler. Bu anlamda ekonominin evrensel bir karakter taşıdığını söyleyebiliriz. Üreme, beslenme ve savunma. Bu üç olgu insanlık için vazgeçilmez, toplumsal varoluş gerekçesidir. Kadın üreme, beslenme ve savunma konusunda toplumsallıkta emekçi rolünü tarihten beri oynamıştır. Toplumsallığın geliştirilmesinde ebelik, analık misyonunu yerine getirmiştir. Bu anlamda kadın, bugün sistemin kendisine mal ettiği bütün değerlerin yaratıcısı, emekçisidir. Duygusal ve analitik bilincin emekle yoğrulmuş, yaşamsal çabayla hayat bulmuş ve insanın insan olma gerçeğini yaratım ifadesidir.
Ekonomi, toplumun maddi anlamda kendisini örgütleme, kurumsallaştırma, yaşamsal kılma alanıdır. Tarihsel emek alanıdır. Kadının ekonomiyle ilişkisi ise toplumsal ve varoluşsaldır. İlk ekonomi kadının ev içini örgütlemesi ve düzeni sağlamasıyla gelişir. Yunanlarda ekonomos-ev yasası karşılığında olup bu gerçekliğe cevap olmaktadır. Aslında ekonominin en basit ifadesi yaşamı sürdürme eylemliliğidir. Ve ekonomiyle birlikte toplumsal adalet, eşitlik ilke olarak gelişmiştir. Yaşamın maddi ihtiyaçlarının karşılanması olarak da tanımlayabiliriz. Toplumsal yaşamın sürdürülmesi için toprağı ekme, ürünü kaldırma, dağıtma kutsal törenler biçiminde gerçekleşmiştir. Bu sistemin yaratıcı ve yürütücü gücünü ana-kadın oluşturmaktadır. Bu anlamda ekonomist denince benim aklıma kadın geliyor. Toplumsallaşmanın geliştiği dönemler yani doğal toplum süreçleri bu anlamda öğretici örneklerle doludur. Neolitik toplum kültürü düzenli, adil, güvenlikli bir ekonomik süreci yaşar. Toprağı işleyerek, yabani hayvanları evcilleştirip etinden, sütünden, yününden yaralanarak doğal ekonomiyi geliştirir. Yarattığı ekonominin temeline birikimi değil adaletli, eşit paylaşımı, alım satımdan ziyade armağanı, değişimi, kültür olarak geliştirmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında ekonominin esas sahibinin kadın olduğu anlaşılacaktır.
Kapitalizmin kullanan, tüketen, özünden boşaltan, toplumsal değerleri gasp eden, toplum yararlılığına göre değil, kendi kârına göre şekillenen bir anlayışı vardır. En anlaşılmaz tartışmalara konu olan, ağır ve gerçeklikten kopuk kavramlarla izah edilen bir alan konumuna indirgenmiştir. Sadece toplumun çok dar bir kesiminin değerlendirdiği, asıl ekonominin yaratıcılarının dışlandığı, hiçe sayıldığı, hor görüldüğü bir gerçeklik yaratılmıştır. Ekonomiyi yaratanlar, yaşamın gerçek mimarı kadınlar yarattıklarının gölgesinde yaşamaya mahkûm kılınmışlardır. Bu yaklaşımıyla Kapitalizm toplumsal gelişim zincirini kendisinden başlatarak ekonomiyi kendisine mal etmek istemektedir. Artık zihinlerde öyle bir yer almıştır ki kapitalizm olmasa ekonomi olmazmış gibi işlemiştir algıda. Kadının emeğine bu anlamda el koyan, iktidarcılığı, sınıfçılığı, köleleştirmeyi, işçileşmeyi geliştiren ve her gün bu sistemi yenileyerek, katlayarak derinleştiren bir sistem yaratan kapitalizm inkârcı karakterini de açığa vurmuş bulunuyor. Emeğe, ekonomiye ve özünde kadına büyük hakaret ve inkâr kapitalist sistem tarafından yapılıyor. Yine ekonomiyi sadece paraymış gibi yaklaşım belirleyen zihniyet sorunlu ve sapkın bir zihniyet olup toplumun tarihsel akışına da hakarettir.
Ekonominin geliştirildiği dönemlerde para yoktu ve yaşam daha kolaydı. Armağan ve değişim üzerinden karşılanan ihtiyaçlar toplum ihtiyaçlarına cevap olabiliyordu. Para ekonomi olarak görülmeye başlandıktan sonra haksızlık ve ahlaksızlık başlamıştır. Paranın ekonomiyle ilişkisi olmadığı gibi emeğe karşılık parayla değer belirlemek de mümkün değildir. Her şeyin karşılığı parayla ölçülemez.
“Eğer birey toplumsal ise, toplumsal olduğu için de tarihselse o zaman emek-değerin ölçüye vurulması (ücret, kâr, rant, faiz vs.) imkânsızdır. Çünkü toplumsallığın hangi tarihlerde ve kimlerin kümülatif emekleri ile inşa edildiği ölçülemez. Topluma içerilen inşa, emeklerin nicelik ve nitelikçe bilinmesi daha doğrusu ölçülmesi bu nedenle imkânsız oluyor. Toplum şüphesiz sayısı ve niteliği asla ölçülemeyecek bireysel emeklerin sürekli toplumsallaşmasıyla oluşurken, kendisi de bir bireyine, örneğin bir işçisine, bu yoğunlaşmış kurumlaşmış emeğin bir kısmını vererek onu insanlaştırır. Başta aile kurumu olmak üzere sadece ana rahminde taşınma emeği değil, çocuk olarak büyütülme emeği de değil, hatta yazılı tarih süreci de yetmez bu donmuş emeği fiyatlandırmaya. Eğer adil bir emek ölçüsü istiyorsak, insan türünün tüm toplumsal serüvenini değere katmak gerekecektir.”Rêber APO
Bu çözümleme ile birlikte kapitalist değer ölçüleri anlamsızlaşarak kendini nasıl sürdürebiliyor sorusu cevap verilmesi gereken hayati bir sorudur. Eğer yaşam kendini sürdürme tarihinden ele alınırsa kimin hesabı nasıl görülecek? Uygarlık tarihi boyunca savaşın, gaspın, katliamın, tecavüzün, tekçi, şoven kültürün faturasını nasıl keseceğiz? Kadın, doğa, zamanın adaleti kendi iradesini elbette bir gün açığa çıkaracak ve kendi hakkı olanı alacaktır. Kadını bu inanç yürütüyor, dünyayı bu özlem döndürüyor, evren bu umutla varlık buluyor. İşte gün bugündür. Kadın emeğinin bilincine kavuşması, ekonomik alanda öz örgütlülük geliştirmesi eşittir toplumun sorunlar yumağından kurtuluşudur. Emeğin gaspı, ekonominin amacından sapıp farklı emellere alet edilmesi, kutsal ana kadının her anlamda makineye dönüştürülmesi, doğal özünden kopartılarak cinsel metaya dönüştürülmesi toplumsal felaketin başlangıcı ise, kendisiyle tekrardan buluşan kadın da kurtuluşu getirecektir.
Kürdistan’da süren özgürlük mücadelesi, kadının 5000 yıllık kölelik kaderini önemli ölçüde değiştirmiştir. Zaten geçmişin daha özgür yaşam izleri belli oranda Kürt halkı içinde korunmuştur. Dolayısıyla Kürt kadını özgürlük mücadelesindeki fedakârlığı, cesareti, bağlılığı, kararlılığıyla bu kararlılığı kendi özüyle buluşmakla taçlandıracaktır. Önü açıldıkça daha güçlü bir katılım sergileyen kadın, mevcut durumda da Kürdistan’da kültürel, siyasal, ekonomi, sosyal alanlarda kadın olmasından kaynaklı çok güçlü toplumu peşinden sürükleyen bir performans sergilemektedir. Kürt kadının, Kürtlerin halk olarak kendini bugüne kadar getirmiş olmasına öncülük etmiş, her türlü asimilasyon, yani kültürel, siyasal, toplumsal soykırımı engelleyen asil duruşuyla şimdide koruyuculuğunu yaptığı değerleri geliştirme, büyütme göreviyle karşı karşıyadır. Bu anlamda emek ve çabası toplumsal olarak ayakta kalmamıza, kültürel değerlerimizi korumamıza, dilimizle, özümüzle zayıf da olsa bağlarımızı kalıcı kılmaya yol açmıştır. Kendi komünal, toplumcu sistemini yeniden canlandıracak, eşitliğin, birliğin insanlığın yaşamında hangi düzeyde anlamlı olduğunu köreltilmiş zihinlere kazıyacaktır. Demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum felsefesi toplumun hastalıklarına ilaç olacak niteliktedir. Demokratik özerklik sistemi ne kadar hayat bulursa özgürlüklerin garantisi o kadar sağlanır. Toplum içinde ilk ve en acımasızca köleleştirilen kadın toplumu, özgürlüğe en çok susamış kesim olduğundan bugün de toplum içerisinde en amansız mücadeleyi yürüten kesimdir. Özelikle kapitalist sistemin varlığına, hücrelerine kadar parçaladığı, anlamsızlaştırmaya çalıştığı kadın gerçeğini kabullenmemenin duruşunu demokratik özerklik sistemine sarılarak ortaya koyacaktır. Özgür yaşam için emek bilincinin, öz örgütlülüğün geliştirilmesi amacıyla örgütlenen kadın gerçeği iddiasını ortaya koymuştur.
An, artık kadın renginde yaşamı örgütlemenin, insanlığı huzura kavuşturmanın anıdır. Özgür, eşit, demokratik yaşam seçeneğinin emeğe, eyleme dönüştüğü andır artık.