15 Ağustos Atılımı, Kürt özgürlük hareketi ve halkı tarafından aynı zamanda ulusal diriliş günü olarak ele alınır. Bunun tek nedeni, ulusal kurtuluş mücadelesinde askeri direnişin resmi başlangıç tarihini oluşturması değildir. Daha doğrusu 15 Ağustos Hamlesi’ni salt gerillaya dayalı silahlı kurtuluş savaşı bağlamında ele almak oldukça eksik kalır. Bu yanıyla birlikte asıl olan toplumsal özgürlük, yani sosyal devrim boyutudur.
Sosyal devrim kendi başına geniş bir konu olmakla birlikte, 19 Temmuz Rojava devriminin 11. yıldönümünü geride bırakırken ve 15 Ağustos Atılımı’nın 39. yıldönümünü karşılarken, bu hamleyi Kürt kadını ve genel olarak toplumu üzerinde yarattığı etkiler bağlamında değerlendirmek önemlidir. Kuşkusuz en önemli etkisi, resmi olarak 1993’te başlayan kadın ordulaşmasına götüren yönüdür. Ancak yol açtığı değişim kadın gerilla ordusu, daha doğrusu kadın öz savunma gücü ile sınırlı değildir. Daha doğrusu söz konusu etki düzeyi 1990’lı yıllardan itibaren kadın ordulaşması, ardından partileşmesi ve sistemleşmesi ile birlikte daha üst seviyelere vardı ki somutluk kazanan bir kadın devrimi gerçeğinden söz ediyoruz, daha doğrusu bu gerçeği yaşıyoruz.
15 Ağustos Atılımı’nın kendisinde, o gün Eruh ve Şemdinli’de yapılan gerilla eylemleri gerçekleştiren birliklerde kadınlar bizzat yer almadı. Fakat bu eylemlerin kararlaştırılması, planlanması ve hazırlanmasında kadınlar vardı. Ki bu dönemde az sayıda da olsa PKK’li kadın militan kırsal alanda geliştirilen mücadelede yerlerini alıyordu. Bu anlamda 1983 yılının yaz aylarında başta Lolan olmak üzere Başûrê Kurdistan’daki kırsal alana geçen ilk gruplar içerisinde kadınlar da bulunuyordu. Burada hem çeşitli çalışmalar yürütüyor hem de silahlı propaganda birliklerinde yer alıyorlardı.
Kadınlar bu tarihten önce de Bakur’un kırsal alanlarında, savunma amaçlı sömürgeci faşist düşman güçleri ile silahlı çatışmalara giriyordu. Bunun sonucu olarak henüz 15 Ağustos 1984’e varmadan önce şehit düşen kadın militanları oldu. İlki, 17 Mart 1981’de Maraş kırsalında devlet güçleriyle çatışarak şehit düşen Besê Anuş’tur. Diğeri, aynı yılın sonunda, 26 Aralık 1981’de Dêrsim’de çatışmada şehadete ulaşan Azime Demirtaş’tır. İki kadın devrimcinin şehadeti ayrı ayrı toplumda büyük etki yaratır. Öyle ki Besê Anuş’un cenaze törenine 4 bine yakın kişi katılır. Aralık 1978’deki Maraş Katliamı’nın daha yaklaşık 2 yıl önce yaşandığı, 12 Eylül faşist darbenin üzerinden ise sadece ayların geçtiği hesaba katıldığında Pazarcık’ta böylesi bir kalabalığın ancak derin bir etki sonucu toplanmış olabileceğini hesaplamak zor değildir. (1976-1984 yılları arasında şehit düşmüş militan ve yurtseverlerin sicil ve kısa özgeçmiş bilgilerinin yer aldığı) PKK’nin ilk şehitler albümünde Besê Anuş için yapılan belirleme, devrim mücadelesinin bu ilk demlerindeki kadın militanlığının toplumdaki etkisini ortaya koyuyor: “O’nun şehit olmasıyla bağımsızlık mücadelemiz ilk kadın militanını yitiriyordu. Bu mücadelede kadınların da aktif görev alabileceği ve dava uğruna canını da verebileceği kanıtlanmış oluyordu.” Azime Demirtaş içinse “Her türlü zorluğa göğüs gerebilen, cesaret ve moral gücü oldukça fazla olan Azime Demirtaş, tüm yoldaşlarına örnek bir devrimciydi. Kendi şahsında Kürdistan kadınının yiğitliğini, mertliğini ve davaya bağlılığını somutlaştırmıştır.”
PKK’den önceki Kürdistan tarihinde, özellikle 20’nci yüzyılın ilk yarısındaki imha ve inkâr politikaları karşısında geliştirilen silahlı direnişlerde kadınlar da yerini aldı. Agirî’de Gülnaz Xanim, Dêrsim’de Besê, Koçgirî’de ise Zarife rolü salt isyan önderi eşlerinin yanında silahlarıyla yer almaları biçiminde tanımlanamaz. Onlar sadece ‘eş’ olarak direnişe geçmediler. Öncü özneler olarak serhildanlarda yerlerini aldılar ve bu yönüyle hem toplum üzerinde büyük etki yarattılar hem de isyanın gidişatında belirgin rol sahibi oldular. Ancak o dönem itibariyle silahlı direnişlere nicel açıdan da güçlü bir kadın katılımından söz edemiyoruz.
Bu durum Koçgirî ve Dêrsim isyanlarından 40 yıl sonra PKK ile birlikte değişime uğruyor ve 15 Ağustos Atılımı da bu yönde temel bir köşe taşı niteliğindedir. Ki Hamle ile birlikte gerilla saflarındaki kadınların sayısı da giderek artıyor. Bu dönemde yapılan afişleme çalışmalarında da kadın gerillasının belirgin bir biçimde resmedildiği dikkat çekiyor. Bu önemli bir noktadır zira söz konusu süreçte hem Kürdistan hem de Ortadoğu’nun farklı bölgelerinde geliştirilen silahlı ulusal kurtuluş hareketlerinde kadınlar savaşçı kimliğiyle pek yer edinemiyor. Hâkim olan yaklaşım feodal, geleneksel, erkek egemenlikli olup kadını ya namusu simgeleyen bir varlık ya savunmasız zayıf halka ya da geleneksel roller doğrultusunda direnişin cephe arkasında destekçi konumdaki kesim olarak görme biçiminde olmuştur.
İşte bu algı PKK ile birlikte kırılmıştır. Değil ki Kürdistan Özgürlük Hareketi’nde kadın gerillalara karşı geleneksel, feodal ve erkek egemen yaklaşım ve dayatmalar gelişmedi. Tersine, 15 Ağustos öncesi ve sonrasında kadını yük olarak gören, kadın savaşçılığını fiziki gerekçelere sarılarak önlemeye çalışan anlayışlar yoğun bir biçimde kendini gösteriyordu. İlk kuşak kadın gerillaları bu gerici anlayışlarla yoğun mücadele ve büyük bedeller vererek saflardaki yerlerini direnerek kazandılar. Bu anlamda 15 Ağustos Hamlesini köleliğe sıkılan ilk kurşun olarak değerlendiriyorsak, cins boyutunda da kadın köleliğine ve erkek egemenliğine sıkılan kurşun olarak ele almalıyız. Dolayısıyla dış düşman yanı sıra içteki düşmana, toplumdaki kölelik düzenine sadece itiraz etme, isyan etme, kurşun sıkma değil, esasen savaş açma durumu söz konusudur. O yüzden 15 Ağustos’u toplumsal devrim hamlesi olarak da okumak gerekiyor. Zira PKK önderliğindeki Kürdistan Özgürlük Mücadelesi kapsamında geliştirilen bu yeni süreç aynı zamanda kadın-erkek ve kadın-kadın ilişkilerini daha yoğunluklu bir biçimde yeniden düzenlemeyi, yoldaşlık temelinde yeniden inşa etmeyi dayatıyor. Eşitlik ve özgürlük doğrultusunda geliştirilen cins ilişkileri aynı zamanda toplumsal ilişkilerin değişim ve dönüşüme uğratılması anlamını taşıyor. Gerilla mücadelesinin filizlendiği dağ alanı bu yönüyle Kürdistan’daki sosyal devrimin serpildiği zemin oluyor.
Burada belirleyici olan, Önder Apo’nun geliştirdiği radikal toplumsal devrimci ideoloji ve mücadele felsefesidir. PKK Önderlik gerçeğindeki, cinsler arası çelişkileri özgürlük ve eşitlik yönde temel bir değişim ve gelişim dinamiğine dönüştürme yaklaşımı, dünya devrimler tarihinde eşi benzeri bulunmayan bir ele alıştır. O yüzden de özellikle 20’nci yüzyıldaki birçok devrimin önü kadınlar öncülüğünde açılmasına rağmen – Rus ve Meksika devrimlerinde olduğu gibi – devrim sürecinde ve sonrasında toplumsal özgürlük ve eşitlik sağlanmamıştır.
Köleliğe sıkılan ilk kurşun olarak 15 Ağustos, bu yönüyle geleneksel, köle, bağımlı, kendine güvenmeyen, zayıf kadını da hedeflemiştir. Mesele elbette salt silah kaldırmakla ilgili değil ama Kürdistan’da kadın gerillanın oluşumu aynı zamanda xwebûn olma yolunda yeni bir kimlik kazanımıdır. Doğal toplumdan tamamen kopmamış, Neolitik değerlerin taşıyıcılığını sürdüren Kürt kadını açısından özgürlük mücadelesinde özneleşmek demek irade, özgüven, bilinç, düşünsel ve fiziki güç kazanmak demektir. Güçlü erkek tarafından savunulması gereken ‘zayıf cins’ olmaktan çıkıp sadece kendinin değil, aynı zamanda toplumun öz savunma gücüne erişmek demektir. Dönemin hâkim toplumsal gerçeklikleri göz önüne getirildiğinde kadın şahsında yaşanan bu değişimin topluma yansıma ve etki düzeyinin ne denli yüksek olduğu tahmin edilebilir. Zira söz konusu olan, birçok tabunun kırılmasıdır – hem kadında hem erkekte hem de genel anlamda toplumda. Bu elbette ki kolay yürüyen bir süreç olmayıp çok çekişmeli, çatışmalı ve ağır bedelli bir mücadele seyri olarak gelişim göstermiştir.
Neredeyse bütün diğer Kürt örgütlerinin direnişten vazgeçtiği bir dönemde PKK önderliğinde geliştirilen silahlı direnişte kadının bu biçimde yer alması bu yönlü de toplumda büyük bir etki yaratmıştır. Bunu, 15 Ağustos Hamlesi’nden sonra yaşanan kadın şehadetlere halkın verdiği yanıtta görebiliyoruz. Örneğin ilk kadın gerillalarından olan Dêrsimli Rahime Kahraman (Saadet), 22 Eylül 1985’te Botan’da düşmanla girdiği çatışmada şehit düştükten sonra halk tarafından toprağa veriliyor. Mezarının adeta türbe haline getirilmesi, halkın kendisine biçtiği kutsallık düzeyini gösteriyor. Öyle ki halk arasında hakkında ölmediğine ve tekrar dirildiğine dair efsaneler dile gelir.
Önder Apo’nun kavram düzeyinde ilk kez 1990 yılındaki bir çözümlemesinde dile getirdiği kadın devriminin tohumları 15 Ağustos sürecinde aranmalı. Besêler, Azimeler, Çiçekler, Sakineler, Rahimeler, Ayşeler ve Saimeler yüksek cesaretleri, devrime olan sarsılmaz inançları, kahramanca direnişleri, tutku düzeyindeki mücadeleleri, özgür yaşam aşkları ve diğer yandan büyük fedakârlık ve bedellerle aradan geçen yaklaşık 40 yıllık süreçte yaşanan gelişme ve sağlanan kazanımların ilk yapı taşlarını döşediler. Kadının öz savunma gücünden kadın partileşmesine, eşit katılım ve temsiliyetten konfederal sistem inşasına, kadın kurtuluş ideolojisinden Jineoloji’ye ve daha birçok boyuta kadar ilmik ilmik örülen Kadın Özgürlük Mücadelesi bugün sadece Kürdistan’da değil, bütün bölgede ve dünyanın dört bir yanında ışıldayan 21. yüzyıl kadın devrimi meşalesini yükseltiyor. Bu meşaleyi yakıp elden ele veren, hangi pahaya olursa olsun asla sönmesine izin vermeyen Kadın Özgürlük Şehitlerimizi minnetle, bağlılıkla anıyor, başarı ve zafer sözümüzü yineliyoruz.
Hêvî Koçero