Ortadoğu uygarlık tarihinde Kürtlerin ve Kürdistan’ın da kendine özgü bir konumunun olduğu, süreçlerin doğru anlaşılması için bu halkın rolünün tanımlanması gerektiği, gerek günümüzdeki gelişmeler açısından, gerek tarih deşildikçe daha iyi anlaşılmaktadır.
Yerleştiği coğrafyası, bitki ve hayvan kültürü nedeniyle Kürdistan’ın dünyada ilk defa neolitik çağa beşiklik ettiği kesindir. Kürdistan tarım ve köy devriminin gerçekleştiği sahadır. MÖ 11 bin yılına kadar eskiye dayanan bir yerleşik kültüre sahip olduğu, bundan daha eski bir tarihin dünyanın hiçbir yerinde bulunmadığı arkeolojik kalıntılardan kanıtlanmaktadır… Zaten Sümerlerden günümüze kadar da, daha sonraki tarihi yazılı kayıtlardan bunu izlemek mümkün olmaktadır. Ortaya çıkan gerçeklik, bugünkü Kürtlerin ataları ve analarının, tüm bu tarih dönemlerinde bölgenin asıl kültür ve dil yaratıcıları olduğunu göstermektedir. Sümerlere kadar ki dönemde bölgede yaşayan tüm topluluklara Proto-Kürtler demek de mümkündür.
Alanın sürekli gelişmeye ve yaratıcılığa imkân vermesi, halkını yerleşik ve tarihin büyük devrimini sürdürmeye elverişli kılmaktadır. Sürekli gelişen ve devrim halinde olan bir kültürün ve insan topluluklarının bu temelde güç kazanacakları ve koparılmazcasına kök salacakları açıktır. Kaldı ki, tüm arkeolojik kayıtlar bu sürekliliği doğrulamaktadır. Lehçelerin farklılık göstermesi bütün dil gruplarında geçerlidir. Hatta Kürtçe lehçeleriyle kıyaslandıklarında, farkları çok daha derindir. Tüm istilalara rağmen, bu kadar uzun bir süreden beri lehçe yakınlıklarını sürdürmeleri, Kürtçe ve Kürtler açısından önemli bir başarıdır… Dört bin yıl önceki bir ezginin içeriği ve melodisinin günümüzde bile söylenmesi bu dil ve kültürün gücünü ifade etmekte ve kanıtlamaktadır. Gerek Gılgamış Destanı, gerek meçhul kızın Gıro adlı ezgisi bu gerçekliği doğrulamaktadır. Bu edebi tarzların tespitli tarihleri en azından MÖ 2000’lere kadar gitmekte ve günümüze kadar gelen Kürt destan biçimleriyle de büyük benzerlik göstermektedir. Yine Sümer İnanna ve Akadçası olan aynı tanrıça İştar’ın kaynağının, bugün bile Kürt kültüründe tanrı, daha sonrası ‘en yüce ve büyük’ anlamına gelen Star, Sterk sözcüğünden türediği açıktır… Kürtçe’deki Sterk hem yıldız anlamına gelmektedir, hem de kültürel olarak en büyük anlamında tanrı veya tanrıçanın kendisi olmaktadır. Tanrıların ilk ortaya çıkarıldıklarında yıldızlarla simgeleştirilmeleri Kürt kültür kaynaklı olup, daha sonraki tüm göksel dinlerin temelini teşkil etmektedir.
Sümer dil ve kültür yapısına bakıldığında, bütün teknik donanımını Yukarı Dicle, Zap ve Fırat havzasındaki neolitik çağın yaratıcı Horritlerinden aldıkları rahatlıkla görülecektir. Temel bilgi ve mitolojik kavramları da daha fazla bu kültürden almışlardır. Sümer dil yapısındaki birçok ön ek ve dişil öğe de bu kültürden alınmadır. Birçok Sümer destan ve şiiri, içerik ve biçim olarak, bugün bile Kürt aşiret kültüründe varlığını sürdürmektedir. Bir Dervişê Avdê destan uyarlaması, kaynağını MÖ 2000’lerde yazılan Sümer tabletlerinde bulmaktadır. Aynı şiir Sincar bölgesinde, meçhul bir kız tarafından Gıro olarak adlandırılan anonim bir halk kahramanı adına seslendirilmektedir… Nuh peygamber efsanesi, yani Tufan olayı da tüm kutsal kitaplarda yer aldığı gibi, başta Gılgamış Destanı olmak üzere birçok Sümer destanında işlenmiştir…. Tufandan kurtulmak için her cinsten bir çiftin bindiği geminin konduğu dağ Cudi’dir. Zaten Cudi’nin Aşağı Mezopotamya’ya en yakın ve yüksekten bakan dağ konumunda olması da bunu doğrular. Cudi halen yörede Nuh efsanesinin yeri olarak anlatılmaktadır. Nuh ve Cudi kelimeleri bugünkü Kürtçe’de ‘yeni’ ve ‘yer gördü’ anlamına gelmektedir (Nuh=yeni, cu=yer, di=gördü). Etimolojik kökleri çok eski olan bu üç kelime, Hint-Avrupa dillerinin tümünün kök kelimesidir. New, geo ve deus kökleri bunu açıkça kanıtlamaktadır. Bu kökler aynı zamanda MÖ 10 bin yıllarında oluştuğu tahmin edilen neolitik tarım dili Aryen dilinin bu yöreden gerçekleşen devrimle bağlantılı olma gerçeğinin de ciddi bir kanıtıdır. Hint’ten Avrupa’ya kadar birçok kök kelime kavramının Verimli Hilal kaynaklı olması bu savı genel olarak doğrulamaktadır. Aryen kök üzerinde yüzlerce dilli halk grubunun gelişim göstermesi, neolitik çağın büyüklüğünün, zaman bakımından uzaklığının, dolayısıyla gücünün de kanıtıdır.
Her ne kadar ilk Sümer toplulukları kendilerine göre farklı bir dil yapısını geliştirmiş olsalar da, bu dilin en büyük kaynağı Aryen ve Semitik kökenli kelimelerle doludur… Böylelikle Kürt tarihinin en önemli bir kaynağı, yazılı tarihi başlatan Sümer tarihiyle de bu temelde iç içe olmaktadır. Bu tarihin dağla ilgili, dağdan gelen tüm kültürel öğeleri, somut ilişki ve çatışmaları, etkileme ve etkilenmeleri aynı zamanda Kürt asıllıların da tarihidir
Neolitik çağı yaratan halkın adlandırılmasının yazılı kaynaklarını Sümerlere borçluyuz…. “Kur” Sümerce’de dağ demektir. ‘-Ti’ eki aidiyet içermektedir. Dolayısıyla ‘Kurti’, dağın halkı, dağlılar anlamına gelmektedir. Sümerlilerin başka adlandırmaları da vardır. Yüksek memleket anlamında ‘Urarti’, öküzlerinin peşinde tarım yaptıkları için öküzleri olan halk anlamında ‘Guti’ (Gud, öküz, Kürtçe’de halen geçerli), sabanla çift süren halk anlamında ‘Aryen’, daha sonra Asurluların muhtemelen maden diyarındakiler anlamında ‘Mata’, Medler, Luwilerin ‘yüksek memleket’ anlamında ‘Gondwana’, Grekçe ‘Kurdiana’, yine çadır ve çoban halkı anlamında ‘Komagene’ çeşitli adlandırmalarla aynı gerçek kavramlaştırılmak istenmiştir. Araplarla temas edildiğinde, bugünkü anlamıyla ‘Ekrad’ (Kürdün çoğulu) denildiği, Büyük Selçuklu Sultanı Sancar’ın da bu yöreyi ‘Kürdistan’ olarak adlandırdığı tarihsel olarak sabittir.
Kürtlerin tarihteki rolü, esas olarak neolitiğin yaratıcı halkı olmasından ileri gelmektedir… Sümer, Mısır, Hititler ve Persler kesinlikle buradaki neolitik toplumdan beslenmişlerdir. Madenin önem kazanması ve en çok maden yatağının burada olması, daha çok saldırı ve işgal konumuna düşmesine yol açmıştır. Dört tarafından sürekli sıkıştırılması, bu neolitiğin yaratıcısı büyük halkı dağlarda sürekli savunma durumunda bırakmıştır. Uygarlığı yaratan ana kaynak uygarlık tarafından adeta tutsak edilmiş gibidir. Bu da neden katı aşiretler halinde kalındığını daha iyi açıklamaktadır. Çünkü dağ koşularında savunma ancak aşiret birlikleri halinde mümkündür. En çok konfederasyon düzenine gelinebilir. Güçlü kent uygarlık merkezleri kurmaya elverişli değildir. Coğrafyasının Ortadoğu’da yükselen bir kale durumunda olması, doğal bir savunma mevziisi rolünü oynamıştır. Bu koşullar 10 bin yıl öncesine dayanan bir kültür orijinalitesinin günümüze kadar nasıl kendini saklayıp geldiğini de açıklamaktadır.
İlk çağda ataerkilliği güçlü bir biçimde yaşayan Kürt ataları sınıfsal ayrışmayı derinliğine yaşamamışlardır. Hiyerarşileri güçlü olmasına karşılık, sınıfsal ayrışmanın zayıflığı, dağ ağırlıklı aşiret göçebeliğinin etkin olmasından kaynaklanır. Akraba grubu olarak aşiret-kabile toplulukları kendi içlerinde köleliğin gelişmesine fırsat tanımazlar. Kaldı ki, kölelik daha çok kent uygarlığının bir ürünüdür. Kürt toplumundaki folklorik öğeler daha çok destan ağırlıklıdır. Destanlar kahramanlığı dile getirdiğinden ötürü, hiyerarşik dönemden kalmış olmaları kuvvetle muhtemeldir. Mem u Zin, Memê Alan ve Derweşê Avdi gibi destan ezgileri kökenlerini Sümer müziğine kadar götürmektedir. Yine muhtemelen Sümer kanalıyla bize kadar gelen M.Ö 4000’lerdeki Hurri boylarının bir yaratımıdırlar. Kürt oyun ve müzik düzeni Ortadoğu’nun en gür ve sanat değeri yüksek kültürüdür. Kürtlerin tarihsel varlığını en çok oyun ve müzik düzenlerinde görmek mümkündür. Yine benzer gözlemleri kadın duruşunda, giyim kuşam tarzlarında, hareket inceliklerinde yapmak mümkündür. Kürtlerin soy asaletleri ilkçağ kaynaklıdır. Dağların sert tabiatı, sürekli ve acımasız işgallere karşı direniş, uzun tarihi geçmiş bu asaletin oluşumunda temel rol oynamıştır.
Kürtler ve memleketleri köleci dönemin tüm saldırılarına tanık olmuştur. Sümerli Gılgamış’tan başlarsak Babilliler, Asurlular, Persler, Helenler, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Araplar, Türkler, Moğollar ardı arkasına işgalleri sürdürmüşlerdir.
İslam ve daha önceki İran uygarlıklarında rolleri, kişilikler ve hanedanlar düzeyinde güçlüdür. Üst tabakası yoğun asimilasyondan geçmiş; kültürünü aşiret varlığı korumuştur. Kapitalist aşamadaki isyanlar aleyhlerine sonuç verip, feodalitenin en gerici bir rol oynamasına yol açmıştır. Türklerin Anadolu’ya girişlerinde, Yavuz’la birlikte İmparatorluğun Doğuya açılışında, Arabistan’ın fethinde temel destekleyici güç rolünü oynamışlardır. Bunun karşılığı da aşiret özgürlüğü ve yerel hükümetler düzeyinde kalmalarıdır. Birinci dünya savaşından sonra parçalanmaları aleyhlerinde olmuştur. Mustafa Kemal önderliğinde ulusal kurtuluşa ve cumhuriyetin kuruluşuna asli öğe, kurtarıcı ve kurucu halk olarak katılmışlardır. Cumhuriyet düzeni beylik ve aşiret düzenini tümüyle bozunca, bir kez daha isyan sürecine girilmiş, bu da kendileri için en tahripkâr sonuca yol açmıştır. Aynı dönemde milliyetçilik ve merkezi devlet anlayışıyla Irak’ta Araplar, İran’da Farslar tarafından isyanlar nedeniyle Kürtler daha da ezilme durumuyla karşı karşıya kalmışlardır. Bundan sonra yoğun bir asimilasyon genelde yaşanan süreç olmuştur.
Kapitalist sistemin yaygınlaşması, ‘ulus-devletin’ biçimlenmesi, Kürt kültürü ve dili üzerindeki asimilasyon sürecini daha da yoğunlaştırdı. Arapça, Farsça baskısına Türkçenin yükselen baskısı da eklendi. İlk ve Orta çağlarda etnisite bünyesinde varlığını koruyan Kürt dili ve kültürü, bilim ve tekniğin artan olanaklarını resmi dil ve kültür olarak kullanan üç hakim dil ve kültürün etkisi altında iyice ezildi, eritildi. Ortaçağda bile birçok edebi eser (Ahmedê Xani, Mem u Zin gibi) veren Kürt dili ve kültüründe siyasi baskının da etkisi ile gittikçe daralma yaşandı. Kürtlük dil ve kültür olarak kuşkulu hale dönüştürüldü. Suç konusu oldu. Giderek Kürt olmak kreminize edildi. Burjuvazinin suç-hapishane pratiğinin en aşırı bir biçimi ile karşı karşıya kalındı. Kürt olgusu ve ona dayalı sorunsallık en tehlikeli suçlar kategorisine sokuldu. Her üç ulus-devlette -Türk, Fars ve Arap ulus-devletinde dil ve kültürü aşan, tüm varlığı üzerinde bir eritme, uzaklaştırma, hakim dil ve kültüre bağlama kampanyası bütün şiddeti ile yürütüldü. Kürtçe anadil eğitimi dahil, tüm eğitim okullarına kavuşma yasaklandı. Ancak o da imkânları olanlar için hakim ulus okullarında modernizm öğrenilebilirdi. Kürt ve Kürtçe her bakımdan modernizm kapsamı dışına çıkarıldı. En basit Kürtçe müzik, gazete, kitap yayını ‘Kürtçülük’ sayılarak siyasi suç kapsamına alındı. Halbuki kendileri kendi dillerinde Hitler’i geride bırakan bir milliyetçiliği uyguluyorlardı. ‘En yüce ulus’ teorilerinden geçilmiyordu. ‘Necip millet’ Arapların unvanıydı. Türklük, mutlu olma gerekçesiydi. Farsçılık en büyük tarihsel soyluluktu. Kapitalizmin uyandırdığı milliyetçi duygular bütün gerilik durumlarını örtbas eden bir uyuşturucuya dönüştürülmüştü.
Ancak kapitalizmin üçüncü büyük küreselleşme hamlesi, yerelliğin yükselen değer haline gelmesi, teknolojinin (radyo, TV) dil yasaklarını anlamsız kılması, yurtdışı faaliyet imkânları Kürt ve Kürtçenin biraz alan bulmasına, kendine gelmesine katkıda bulundu. Tabii bu olgunun temelinde çağdaş direniş gerçeğinin de belirleyici bir etkisi oldu. Ulusal demokratik direniş beraberinde Kürt kimliğini, dil ve kültürünü, kendine güveni getirdi. Asimilasyonu (zoraki) yaratan savaşçı-iktidar zoru karşısında savunmacı direniş, ulusal dil ve kültürün yeniden doğuşuna ebelik ediyordu.
Günümüzde Kürtler Ortadoğu’nun en ezilmiş halkı olarak tutunmaya çalışmaktadır… Kürtler kaos sürecine sürekli krizde katliam kültürünü enselerinde hisseden acımasız bir geleneğin olumsuz yüküyle girmektedirler… Despotik devlet anlayışının Kürtleri bir olgu olarak görme ve dostlukla yaklaşma gibi bir geleneği yoktur. “Başını kaldırırsa ez” bellenen tek politikadır. Bununla birlikte gırtlağına kadar işbirlikçi hain bir Kürt gelenek ‘aileciliği’ de hep devrede tutulur. Yerel despotik devlet anlayışlarıyla olduğu kadar, yeni emperyal efendilerle de ilkesiz her türlü işbirliğini yürütmekten çekinmeyecekleri karakterleri gereğidir… Geriye kalan Kürt olgusu lime lime olmuş, alabildiğine daraltılmış, cehaletin de ötesinde hem zihin hem de yapılanma katliamına uğramış ailecik objeleridir. “Nasıl kendi olunur”un farkında bile değildirler. Ortadoğu kaosunda bu Kürt objeden her tür amaç için yararlanılabilir. Vahşet tarzı kullanmak kadar, yaşanmaya değer bir Ortadoğu yapılanmasında da son derece elverişli bir malzemedir. Eğer Kürtler “nasıl bir kendileri olmak” sorusuna cevabı demokratik özde vermeyi başarırlarsa, şüphesiz kaostan başarılı çıkışın öncü güçlerinden olacaklardır. Sadece kendilerinin değil, tüm talihsiz bölge halklarının makus talihini yeneceklerdir. 5.000 yıllık acımasız uygarlık geleneğinin kanlı bilançosuna son verebileceklerdir. Başlangıçta yol açtıkları ve hep beslenmesine körce hizmet ettikleri uygarlık efendilerinin soylarını sona erdirip, halkların özgür soy çağına da en önemli katkıyı yapabileceklerdir.
Bu kısa tanımlamalar, tarih ve güncellik itibariyle Kürtlerin tek çarelerinin demokratikleşme olduğunu ortaya koymaktadır. Dinin ve milliyetçiliğin genelde aşılmakta oluşu, aşiretçilikle feodalizmin hızla çöküşü, Kürtlerin demokratik kurtuluş şanslarını artıran temel olgulardır. Dünya çapında yükselen demokratik uygarlık kriterleri bu süreci daha da etkilemektedir. Çağdaş demokratik dönüşüm kendilerini çevreleyen çemberin aleyhte değil, lehte rol oynamasına imkân vermektedir.
Tarih Kürt halkına tarihin bu döneminde eşsiz bir rol yüklemiş bulunmaktadır. Parçalanmış sınırlar arasında kalmak bir avantaj konumuna gelmiştir. Milliyetçiliğin zehirlediği bir halk haline gelmemiş olmak bir kazanım durumuna yükselmiştir. Kendini demokratikleştiren Kürt halkı, içinde yaşadığı ülkeyi ve halkını da demokratik çözüme zorlayacaktır. Kürtlerin alınyazısı artık cehalet, isyan, bastırılma ve katliam değil, demokratik bilinç, gelişmiş sivil toplum ve özgür birliktelik olacaktır.
Bununla birlikte meşru savunma kavramına daha geniş bir açıdan baktım. Kendisine dayatılan ‘ne savaş, ne barış’ durumunu çok ifsat ve çürütücü bir durum olarak belirledikten sonra, eğer sorumlu güçler, devletler ve hükümetleri gerekli adımları atmazlarsa, Kürt halkına düşen görev kapsamlı, çok iyi hazırlanmış, nicelik ve nitelikçe her tür saldırıya yanıt veren bir meşru savunma düzenine geçmek ve varlığını korumaktır. Onurlu yaşam için bu tek seçenek olarak Kürt halkının önünde durmaktadır. Çağdaş trajedilere yeniden meydan vermemek için, bunun tüm taraflarca çok iyi kavranarak sorumluluklarının gereklerinin yerine getirilmesini yaşamsal bir konu olarak değerlendirdim. Ortadoğu boyutunda Avrupa uygarlığına verilmesi gereken karşılığın kendi demokratik sistemlerini geliştirmekten geçtiğini vurguladım. Uygarlık temellerine dayalı yeni bir Ortadoğu Rönesans’ı ve demokratikleşmesi, devasa boyutlu sorunları için tek çözüm yolu gibi durmaktadır. Son yüzyılın kısır milliyetçiliği ve onun en son ürünü olan İsrail-Filistin trajedisi, artık bu illetten vazgeçmeyi, demokratik değerlere dönüşü ve buna öncelik verilmesini zorunlu kılmaktadır. Meseleler artık siyasal olmaktan çıkmış, tam bir ahlâki kriz boyutuna varmıştır. Ortadoğu’nun kendi tarihsel ve kültürel varlığına dayanarak geliştireceği bir demokratik seçeneğin, Avrupa uygarlığının dünyaya yaydığı tek taraflı tezlerine önemli anti-tezler dayatarak daha anlamlı bir insanlık sentezine ve ütopyasına katkıda bulunacağına ilişkin güçlü inanç ve umutlarımı da ortaya koydum.
Önder Apo
“Kültür Sanata İlişkin Önderlik Perspektifleri”