Pajk Koordinasyonu
Önder APO’nun başlattığı, onurlu barış ve demokratik çözüm sürecine dair umut ve kaygının iç içe yaşandığı, her sözün ve her eylemin olumlu olumsuz rol oynadığı bir tarihi an’ın içindeyiz. Bir kaos aralığına daha giriyoruz ve bundan özgürlükle de çıkabiliriz ağır kayıplarla da.
Bu bizim, biz özgürlük militanlarının soluk soluğa, adım adım süreci doğru takip etmesi ve buna göre ilmek ilmek örmesi ile bağlantılı olarak belirlenecek. An’a güçlü başarıları, üretimleri ve yaratımları işleyebilirsek zamanın hükmünü yeneriz. Bunun için bütünü doğru okumalıyız. Hem güncel hem de tarihi yönleri ile yaşanan gelişmeleri zamanında ve yetkin görebilmeliyiz.
İçinden geçtiğimiz süreç son derece hassas ve karmaşık. Yaşanan gelişmeler sistem bunalımının çıkış bulma arayışlarına tekabül ettiği kadar halkların özgür yaşam arayışları açısından da tarihi bir fırsatı değerlendirme niteliğindedir. Bölgeye yönelik saldırıların küresel egemenlik çıkarları önündeki engelleri kaldırmak amacıyla başta ABD olmak üzere batılı güçler tarafından yönlendirilmeye çalışıldığı bilinmektedir. Ancak tüm gelişmeleri batılı güçlerin inisiyatifinde görmek, halkların demokratik iradesi ve özgür yaşam arayışlarından bağımsız olarak düşünmek yerinde bir değerlendirme olmaz. Mısır, Tunus ve Kürdistan’da yaşanan halk direnişlerini ve kadınların öncülük düzeyindeki rollerini dikkate aldığımızda bunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Bu nedenle değerlendirmeleri gelişmelerin her iki boyutunu görerek ele almak önemlidir.
Ortadoğu bölgesinde ve bölgenin kalbinde yer alan Kürdistan’ın bütün parçalarında yaşanan gelişmeler birbiriyle bağlantılı gelişmelerdir. Suriye’deki gelişmeler, Rusya-İran ve ABD görüşmeleri, Maliki- Erdoğan çelişkileri buna Güney Kürdistanlı bazı güçlerin alet edilerek Arap-Kürt çatışmalarına dönmesi, Rojava üzerinde yapılan hesaplar, Türkiye’deki başkanlık rejimine geçme arayışları ve Önderlikle görüşmelerin başlaması gibi olaylar birbiriyle yakından bağlantılıdır. Bölgede yaşanan hiç bir olay, çevresinde yaşanan gelişmelerden bağımsız “iç mesele” sınırlarında değildir. Her olayda, perde arkasında yaşanan çatışma ve uzlaşmaların izini görmek mümkündür. Bütün bu çatışmaların merkezinde Kürdistan vardır. Özellikle son bir iki yıldır bölgesel çatışmalar Kürdistan topraklarındaki farklı güçlerin birbiriyle ve Kürtlerle girdikleri çatışmalarla yoğunlaşmıştır. Bölgesel yeniden dizayn sürecinde Kürtler kilit role sahiptir. Yeni bölgesel sistem Kürdistan üzerinden şekillenecektir. Kürt halkının ve bu topraklarda birlikte yaşadığımız halkların kaderi bu çatışmalarda ortaya konulacak iradenin düzeyine göre belirlenecektir. Mevcut durumda hiç bir güç gelişmeleri tümüyle kendi kontrolünde yürütememektedir. Her türlü olasılığı hesaba katan konseptler oluşturarak hareket edilmektedir. Yani mevcut durumda gelişmelerin ne getireceği, kimlerin süreçten başarılı çıkacağı kesin olarak belirlenebilmiş değildir. Sonuç, mücadele eden güçlerin ideolojik-politik, askeri etkinlik düzeylerine göre şekillenecektir. Bölgesel çatışmalarda ilgili olan bütün güçler açısından felaketleri yaşama ihtimali de vardır, büyük tarihi çıkışlar yapma ihtimali de. Bu sadece devletler için değil halklar için de geçerlidir. Kürdistan’ın dört parçasında ayrı ayrı ama aynı zamanda birbiriyle bağlantılı konseptlerle karşı karşıya olan ve siyasal gelişmelerin en kritik yerinde yer alan halkımız ve hareketimiz açısından çok daha yakıcı bir gerçekliktir.
Suriye’de yaşanan savaşın uzamasında ABD-Rusya anlaşmazlıkları etkilidir. Suriye iç savaşına en aktif müdahil olan, çete güçlerini her açıdan destekleyen ve bunu Ortadoğu egemenliğinde büyük pay sahibi olma hesapları üzerinden yapan Türkiye, durumu kendi lehine kontrol etmeye çalışsa da belirleyici olmaktan uzaktır. Bu konumundan dolayı istemediği sonuçların yaşanması halinde vebalini en fazla Türkiye ödeyecektir. Son dönemlerde Türkiye’nin aşırı İslamcı paramiliter güçler üzerinden Suriye’de etkin olma amacına uluslararası alanda tepkiler gelişirken, radikal Sünnilerin tek başına iktidara getirilme hesaplarının da tutmayacağı görülüyor. Yaşanan tüm gelişmelerden sonra Suriye’de diğer kültürel farklılıkları göz ardı eden bir rejimin, Suriye’nin bölgedeki stratejik konumu açısından ciddi sorun olacağı açıktır. Yani Türkiye’nin Suriye’de Osmanlıcılık hayalleri daha şimdiden suya düşmüş, izlediği siyaset dibe vurmuştur. Suriye’deki yeni rejim modeli, asıl olarak Kürtlere yaklaşım politikasında açığa çıkacaktır. Kendi öz örgütlenme ağlarına sahip, siyasal ve meşru savunma mekanizmaları üzerinden kendi kendini yöneten bir demokratik modeli pratikleştirme yolunda önemli adımlar atmış olan Rojava Kürtlerinin eskisi gibi bastırılma, yok sayılma ihtimali yoktur. Dolayısıyla Suriye’de en fazla Kürtlerle Türkiye’nin çıkarları çatışmakta, çatışmaların süreklileşeceği de görülmektedir. Türkiye devleti bütün gücüyle, Kürtlerin demokratik yönetim modeli içerisinde yer almasını engellemeye odaklanmış durumdadır. Buna karşılık Rojava’da halkımızın Önderliğimizin paradigması ekseninde, oluşturmaya başladığı demokratik öz savunma sistemi daha şimdiden bölge ve dünya çapında emsal oluşturmuştur. Rojava’da gelişen özyönetim ve demokratik sistem modelinin dört parça Kürdistan’da tüm basın organlarımız tarafından etkili olarak işlenmesi, kamuoyunda koruma ve geliştirme anlayışının geliştirilmesi hayati değerde bir husustur. Sadece Rojava halkının kaderi açısından değil bütün Kürdistan’ın kaderi açısından hayatidir.
Türkiye’deki siyasal gelişmeleri Rojava’nın durumundan bağımsız ele alamayız. Mevcut durumda Önderliğimizle başlayan görüşmelerin de bu gelişmelerle bağlantısı vardır. Önderliğin, BDP’lilerle görüşmesine izin veren AKP’nin bu yaklaşımını, Suriye’deki tıkanmasına, içerde gerillanın 2012 yılında geliştirdiği direnişin orduyu çaresiz bırakmasına, açlık grevlerinin dünya kamuoyunda sarsıcı bir etki yaratmasına ve en önemlisi Önderliğimizin ‘ölüm çukuru’ İmralı’daki emsalsiz direnişine bağlamak gerekir. “Öcalansız bu iş çözülmez” noktasına geldikleri için görüşmelere izin verilmiştir. Yani, AKP görüşmeleri başlatmaya mecbur kalmıştır. Siyaseten ve askeri olarak tıkanmış, uyguladığı soykırımcı, tekçi siyaset onu iyice yalnızlaştırmıştır. Sürecin önünün açılması yine Önderliğimize kalmıştır. Ancak AKP bunu yaparken ‘çözüme kendini yatırmıştır, demokratik ve barışçıl bir yaklaşım içerisindedir’ demek de apolitiklik olacaktır. Çeşitli oyunlar ve manipülasyonlarla, durumu kendi lehine çevirmeye hatta hareketimizi tasfiye etmeye ve süreci kendine mal etmeye çalışmaktadır. Ne zihinsel ne yapısal olarak AKP’nin demokratik ve barışçıl çözüme hazır olmadığı açıktır. Suriye’deki gelişmeler, İran’a yönelik olası saldırı durumunda ve içte başkanlık rejimine geçme ve yerel seçimlerde başarı elde etme istemi gibi konularda PKK’nin engel olmaktan çıkarılması hedeflenmektedir. PKK gibi bir hareket söz konusu olunca bu hedefe ulaşmanın çok da kolay olmadığı biliniyor. Bu nedenle oldukça karmaşık bir yaklaşım vardır. Bir yandan görüşmelerin yapılması diğer yandan saldırıların artması söz konusudur. Medya üzerinden bilgi kirliliği yaratarak yalan haber bombardımanıyla algı karmaşasının geliştirilmesi daha başından süreci oldukça muğlâklaştırmış, ciddi kaygılar yaratmıştır. Aklı başında olan herkes AKP’nin politikalarından kuşku duyar. Önderlikle BDP’nin görüşmelerine izin verip basın üzerinden çözüm oldu olacak havaları yaratılırken, Sakine, Rojbin, Leyla arkadaşların katliamında zan altında olması, Qandil’de durumu tartışmak üzere toplantıların yapılacağını tahmin ederek günlerce hava bombardımanlarının yapılması açık ki düşmanca amaçlarında fırsat kollayan yaklaşımlardır. Örgütün yönetim üyelerine karşı imha yaklaşımı, gerilla güçlerini kendisiyle meşgul etmeye çalışması, başka bir yerden vurmak isteme gibi sinsi emeller içerisinde olduğu kuşkuları uyandırıyor. Özellikle Önderliğimizi etkisizleştirme amaçlarına karşı duyarlı olmak önemlidir. Mevcut durumda demokratik ve barışçıl adımlar atan devlet değil, Önderliğimizdir. AKP, zaaflardan faydalanmaya çalışmakla birlikte Önderliğin geliştirdiği bu sürecin sonuçlarını bekleyip kendine mal etmeyi istemektedir. AKP adım atacaksa yine Önderliğimizin yönlendirdiği sürecin zorlamasıyla atacaktır. Önderliğimizin bu süreçteki belirleyiciliğinin herkes farkındadır. Erdoğan’dan ziyade Önderliğimizin ne söylediği gündemi belirlemektedir. Nitekim Önderliğe yaklaşımlarda da ciddi bir değişim vardır. Daha saygılı ve dikkate alan bir üslup gelişmektedir. Elbette bizim açımızdan Önderliğimizin söyledikleri belirleyicidir.
Bu dönemde hesaba katılması gereken asıl önemli güç Önder APO’nun çok ciddi ele alıp uyardığı Yeni Gladio’dur. Paris katliamı başta olmak üzere, HDK’nin Karadeniz gezisinde özellikle Sinop’ta çıkarılan olaylar, medyadaki yalan-yanlış haberlerle yaratılan algı zehirlenmesi, hakikat kırımı, yine hareketin Avrupa ülkelerinde maruz kaldığı siyasi operasyonlar ve Önderliğimizin sürecin durmasının ve sürmesinin turnusol kağıdı olarak gördüğü askeri-siyasi operasyonların bu karanlık güçlerle bağı kesindir. Tüm militan yapımız hem bugünü hem de geçmiş ateşkes-müzakere süreçlerini ve yine benzer deneyimler yaşamış farklı ülke ve hareketlerin pratiklerini bu süreçte iyi incelemeli ve sonuç çıkarmalıdır. Bu güçler onurlu bir barış ve demokratik bir sürecin gelişmemesi için geçmişte ülkenin başbakanını, cumhurbaşkanını bile götürmüşlerdir. 33 asker olayı gibi provokasyonlarla süreci sabote ettikleri biliniyor. Tüm bunlardan ve son olarak Paris katliamından çıkardığımız sonuçları bu dönemdeki katılımımıza, her an’ımıza ve adımımıza yedirmek durumundayız. Her bir militan kadronun, yurtseverimizin duyarlı olması, söz konusu Galdio şebekesinin, Apocu ruhun taşıyıcısı olarak gördüğü güçlerimizi tasfiye etme arayışında olduğunun bilincinde olması ve hem kendi güvenliğine hem de yoldaşlarının güvenliğine karşı üst düzeyde duyarlı olması çok önemlidir. Önder APO felsefesinde en büyük güvenlik anlayışı, yaşamın her anını ve alanını ideolojik ve politik ele almak ve bunun gereklerine göre kendini hücrelerine kadar örgütlü-duyarlı kılmaktır. Halkımızı ve militan yapımızı bu çizgide örgütlü kılıp sürece hazırlıklı olmak Yeni Gladio’yu boşa çıkaracak temel yaklaşımımız olacaktır.
Sürecin riskleri, hassasiyetleri ve kazanımlarını dikkate alarak mücadele etmek, Önderliğimizin elini güçlendirecek politik-ideolojik düzeyi yakalamak sürecin başarılı gelişmesinde etkili olacaktır. Sonuç alınamaması halinde durumun bu sefer çok riskli bir seyir izleyeceğini de unutmamak gerekir. Şu açık ki, Önderliğimiz ve hareketimiz Ortadoğu’nun kaynayan kazan siyasetinde ciddi bir deneyim ve sarsılmaz bir irade sahibidir. Çok riskli ve çok yönlü gelişen bu hassas süreçte tüm mücadele alanlarımızın en yüksek dikkate ve duyarlılığa sahip olması gerekir. AKP en büyük savaşını medya üzerinden özel ve psikolojik savaş yöntemleriyle geliştirdiğini dikkate alarak, bizim de basın-yayın organlarımızı başta olmak üzere elimizdeki tüm imkanları, araçları, gücü demokratik zihniyetin gelişmesi, politik algının yükseltilmesi için değerlendirmemiz sürecin başarısı açısından önemlidir.
Basın-yayın, diplomasi, toplumsal alan çalışmaları üzerinden ideolojik mücadele yürütmek, özgürlük çizgisini günü gününe işlemek son derece önemlidir. Türkiye’de demokratik çözüm ve barış ortamının hazırlanmasına katkı sunmak, kamuoyunu bu konuda sürekli duyarlı kılmak, bilgilendirmek gerekmektedir. Toplumun nabzını tutup, aydınlatmak, gözü, dili olmak, onurlu bir barışın ve demokratik çözümün eylem gücünü oluşturmak için bir seferberlik havası ile kriz masası esprisi ile çalışmamız gerekir.
Yaşadığımız bu yeni kaos aralığından onurlu barışın ve demokratik çözümün gelişebilmesinde en belirleyici role sahip olan güç kadınlardır. Çünkü barışı büyük bir özlemle isteyen, anlamlandıran ve barış çalışmalarını en büyük tutku ile yürüten toplumsal kesim kadınlardır. Sara yoldaş bu hakikatin 40 yıllık yolcusuydu ve katline ferman çıkaranların onda ve onun şahsında bizde öldürmek istedikleri barış ve çözüm umuduydu. Barış ve çözüm çalışmalarına öz savunmayı en üst düzeyde örgütlemek şartıyla en önde ve fedaice katılmak Sara arkadaşa hem borcumuzdur hem de O’nu her adımımızda yaşatmanın en anlamlı biçimidir. Bütün mücadele alanlarındaki kadın arkadaşlar olarak; kadın bakış açısıyla süreci güçlü değerlendirerek, sürece dair görüş ve önerilerini zamanında ve güçlü bir biçimde kadın hareketi ve genel örgüt yönetimi ile paylaşarak, bunun için öncelikli olarak da kendi alanında an’ın görevlerine doğru sahip çıkarak borcumuzu ödeyebiliriz. Hem Paris katliamına hem de katledilen binlerce insanımıza, yoldaşımıza layık bir duruşu yaratabiliriz.
Kuşkusuz siyasal konjoktürel gelişmelerde kadınların etkili olabilmesinin zemini örgütlü alanlarımızın derinliği ve kapsamlılığı paralelinde gelişir. Toplumsal-siyasal sorunlar kadın sorununun özgürlük seyrine göre çözüm yolu bulabilir. Örgütlü kadın gücü olarak, özgün zeminlerimizi her alanda güçlendirme anlayışıyla hareket ederek toplumsal-siyasal sorunları çözmemiz, kalıcı, tarihi sonuçları sağlayabilir. Kadın sorununu toplumun her alanında güçlü bir kadın bilinci ile ele almak, toplumsal yaşamdaki şiddetin temel kaynağını çözmek için toplumda demokratikleşme bilincini ve mücadele iradesini geliştirmek durumundayız. Kültürel, toplumsal, siyasal soykırıma karşı mücadelenin yolu kadın zekası ve duygusuyla örülü bir bakış açısı ve özgürlükçü duruştan geçmektedir. Bu duruş ve bakış açısının eksikliği, verili olana tabi olmayı getirmekte, aynılaşmayı yaratarak, farklığımızı ortadan kaldırmaktadır. Özgürlükçülüğe dayalı duruşun gelişmemesi kadın sorunlarını ele alış ve gündemleştirme tarzımıza da yansımaktadır. Toplumun ve kadının tüm gözeneklerine sızan erkek terörünün basına yansıma biçimi erkeğin şiddetine, iktidarına daha fazla meşrutiyet kazandırmaktadır. Kadın cinayetlerinin tekil olaylara indirgenerek, magazinleştirilmesi, sorununun kaynağını manipüle etmekte, toplumda yanlış algılara yol açarak cinsiyetçiliği derinleştirmektedir. Erkek şiddetinin erkek zihniyetinden, sisteminden kopuk ele alınışı çıplak krala elbise giydirmekte, adeta toplumu körleştirmektedir. Medyada kadın adeta taciz-tecavüz-cinayetle özdeşleşmiş durumdadır. Yaşamın, özgürlüğün öznesi olan kadın, ölümün öznesine dönüştürülerek nesneleştirilmektedir. Yaşamın tüm hücrelerinde, davranış ve söz kalıplarında bu eril dile ve zihniyete karşı kadının ulaştığı özgür bilinç ve örgütlülük düzeyini yansıtan bir dili ve kendini ifade etme gücünü yaratmalıyız. Kadın kırımını gündemleştirme biçimimiz özgürlük mücadelemizin yarattığı kadın devriminden, kadın eksenli demokratik toplum inşasından kopuk kalmamalıdır. Yaşamın, toplumsallığın kendisi olan kadının, sorunlarının da toplumla ilintili ele alınması kadın özgürlük mücadelesini daha fazla geliştirecektir. Önderliğimizin gazetenin kadın sayfasına yaptığı eleştiri ideolojik bakış açımızın en güzel özetidir. “kadınlarla ilgili sadece şiddet ve cinayet haberleri değil, özgürlükleri de işlenmelidir” demişti Önderliğimiz. Sadece kadın sayfalarını güçlü kılma değil –ki o bir yansımadır- yaşamın her an’ını ve alanını özgürlüklerle bezeme, yaşamın doğal toplumun dili olan şiir diline yeniden dönüşünü sağlama ve kadınlara güç, moral verecek, alternatifler sunabilecek, örgütlenme, bilinçlenme ve mücadeleye sevk edecek bir mücadele dili ve yolu yaratmak önemlidir. Akademik çalışmalarımızı, kadın rönesansı ve aydınlanması çalışmalarını, kültür-sanat faaliyetlerimizi, siyaset felsefemizi, öz savunma perspektif ve eylemlerimizi en güçlü düzeyde oluşturma sorumluluğu ile karşı karşıya olduğumuz bir ‘özgürlük an’ındayız.
Kadının özgün örgütlülüğü onun varoluş biçimidir, öznelliğidir, kimliğidir. Bu öznelliğin şematikleştirilmesi, sorunların çözüldüğü tartışıldığı, zemin olmaktan çıkarılması ve yoldaşlık üzerinden güçlü paylaşımların geliştirilmemesi, binilen dalın kesilmesi anlamına gelir. Bu yaklaşım hem kadını güçsüzleştiren hem de genel örgütü zayıflatan bir durum olur. Bu anlamda kadın ortamımızı örgütlü kılmak, yoldaşlık duygu ve düşüncelerimizi derinleştirmek, bizi akışkan kılacak, ortamımızı güzelleştirecek, rengimizi belirginleştirecek ve her bir arkadaşın kendini var edeceği bir zeminin oluşmasını sağlayacaktır. Özgün örgütlenme zeminimiz varoluşumuzun güç kaynağı, moral manevi değer kaynağıdır. Kadınların örgütlü olmadığı yerlerde emeklerine sahip çıkamadıkları gibi verimli olamadıkları, moral, motivasyonun güçlü sağlanamadığı, ilişkilerin eril zihniyetin sızmalarına açık olduğu bu anlamda aslında kadın varlığının ve yoldaşlık ilişkilerinin zedelendiği mücadele tarihimiz boyunca defalarca kanıtlanmış bir gerçekliktir. Dar çalışma sınırlarına hapsolmadan, geniş bir ufuk ve coşkuyla katılmanın verimi arttırdığı kadar öz benliği de geliştirdiği açıktır. Bunu sağlamanın yolu her şeyden önce örgütlü, birbiriyle paylaşan, enerji akıtan ve güçlenen kadın örgütlülüğüdür. Bu defalarca kanıtlanmış bir gerçekliktir. Sayıya takılmadan iki kişi bile olsa mutlaka düzenli eğitimlerle ideolojik olarak beslenmek resmi ve sosyal diyalog kanallarını işlevsel kılmak önemlidir. Maneviyat en çok kadınların olmazsa olmazıdır. Ruhsal ve sosyal olarak ufkumuzu daraltan etkilerden, bireyciliği hortlatıp derinleştiren alışkanlıklardan, rekabeti körükleyen geleneksel kadın ve erkek özelliklerinden, popülizme sürükleyen aldatıcı hitaplardan ruhumuzu arındırmak ve dönemin yaşam biçimini yaratmak zorundayız. Bu her şeyden önce İmralı tabutluğunda yaşamaya mahkum kılınan ve yetersiz yoldaşlığımızın kefaretini de ödeyen Önder APO’ya olan vicdan ve ahlak borcumuzdur. Son olarak Önder APO’nun ’şunu unutmayın; artık ne eskisi gibi yaşanabilir ne de eskisi gibi savaşılabilir’ uyarısından her birimiz payımıza düşeni algılamalı ve yoldaşlığa karşı dürüstlüğün gereği olarak görevlerimize yüklenmeliyiz. O an şimdidir. Tüm köleci ve gerilikçi yaşam zeminleri, ideolojik duruşların gücüyle ve kadınların manevi dünyalarının derinliğiyle karşılandığı zaman çok güçlü motive edici, mücadeleye sevk eden bir zemin haline gelir.
Bilgimizi, yeteneklerimizi, tecrübe ve gücümüzü kadın sevgisini, yoldaşlık ilişkilerini geliştirmek için seferber etmeliyiz. Örgütsel büyümemizin duyguda, düşüncede, ruhta ve yürekte büyümeden geçtiğini unutmamalıyız. Önder APO’nun kadının kadınla ilişkilenmesindeki altın kuralı şu ilkeye dayanıyordu: ‘cinsin senden geriyse yücelt senden ilerideyse ulaş, paylaş’ bu ilke her kadın arkadaşın birlikte yaşadığı, çalıştığı kadın yoldaşı karşısında gönüllüce uyması gereken bir kuraldır. Yaşanan tüm sorunlarımıza bakış açımızda, ele alışımızda ve çözme yaklaşımımızda bu altın kuralı göz önüne almalıyız. Kadın yoldaşlığını başta Sara arkadaş olmak üzere Rojbin, Ronahi ve binlerce kadın yoldaşımızın anısına herşeyden önce saygının gereği olarak derinleştirmeli, güzel ve anlamlı bir tarzda yaratmalıyız. Aksi takdirde devrimciliğin en önemli dayanakları olan moral ve coşkulu katılımda zayıflık yaşanır. Kadın yoldaşlığı açıklık, dürüstlük ve mücadelecilik ilkeleri temelinde güçlendirilmelidir. Geleneksel kadın kişiliğinin ortamı zorlayan, zedeleyen, zihniyet dönüşümüne gelmeyen ve sistemden etkilenen yönleri değişime uğramalıdır.
Belirttiğimiz gibi mücadele tarihimizin bu en kritik sürecinden geçerken, devlet, egemen güçler ideolojik hegemonyalarını özellikle basın üzerinden yürütüyorlar. Özellikle AKP toplumun, ruhunu, düşüncesini, yanılgılı ve şartlanmış algılar yaratarak yönetmeye çalışmaktadır. Siyasal İslam’ın argümanlarını da güçlü kullanarak gerçeği manipüle edip yalan üzerinden hakimiyetini sürdürmektedir. Buna karşı büyük bir azim ve kararlılıkla çalışmak, haklılığımızı doğruluğumuzu dosta düşmana rengimizle, dilimizle ifadelendirmek en temel devrimci görevdir. Yine eril zihniyete, dile karşı kadın bakış açısıyla dünyayı, toplumu ele alıp yorumlamakta kadın kimliğimizin esasıdır. Hepimizin sadece kendi çalışma alanımızla sınırlı kalmadan, tekdüzelikten çıkıp daha yaratıcı, çok yönlü, yaptığımız işi his ve akıl gücüyle anlamlaştıran, anı anına düşmanını takip edip yüksek bir performansla boşa çıkartan bir pratikleşme düzeyini hızla yakalamamız gerekir. Aşkla, tutkuyla işine dört elle sarılmak, kadının inceliğini, sezgiselliğini bir coşku ve heyecan seliyle çalışmasına nakşetmek farklılığımızın bir gereğidir.
PKK’nin ruhu sınır tanımaz, kırılmaz, deli bir çağlayan gibidir. Bu ruhun yaratıcısı olan Önder APO’dur. Önderliğimizin yaşam karşısındaki özgürlüksel refleksleri birinci doğuşundan üçüncü doğuşa kadar sürekli yükselen bir ivme ile gelişim seyretmiştir. Apocu ruhun akışkanlığı, şiirselliğiyle, yaşama kattığı anlam, sistem hastalıkları olan monotonluğun, mekanikliğin, ruhsuzluğun panzehiri olmuştur. Bu akış Önderliğimizin doğum günü olan 4 Nisan 1949 tarihinden beri çağımızı aydınlatmaktadır. Sadece Kürt Halkı ve kadınları açısından değil, insanlık açısından böyledir. Bu ruh ve anlam gücü mücadelemizin besin kaynağıdır. Bu anlamda Önderliğimizin doğum günü, özgür yaşam arayışını toplumsal boyutta geliştirmeye başlama tarihi olarak bizim de doğum günümüzdür. Ağır İmralı koşullarına rağmen Önderliğimizin, bütün bölge dengelerini etkileyen inisiyatif gücünü ortaya koyması, yaşam felsefesi, ruhu ve duruşundaki derin özgürlük düzeyini ifade etmektedir. Özgür insanın sınır tanımayan ve asla esaret altına alınamayan gücünün göstergesidir. Türkiye ve bölge halkları içerisinde de her geçen gün Önderliğimizin varlığı tarihi bir şans olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenlerle Önderliğimizin özgürlüğü kadınların, Kürt halkının ve bölge halklarının da özgürlüğüdür. Bütün kadınlar olarak Önderliğimizin özgürlüğüne kilitlenmek, içinden geçtiğimiz sürecin ihtiyaçlarına ideolojik-politik düzeyimizi yükselterek cevap olmak doğum gününe de verilecek en anlamlı karşılık olacaktır.
Önderliğin özgürlük duruşunun en güçlü takipçilerinden olan Sara arkadaş, en vahşi işkence koşullarından, en özgür mekanlara, en zorlu mücadele koşullarından en kaygan sistem zeminlerine kadar her koşulda sınanmış, bilenmiş, yoğrulmuş sevgi ve bağlılığın emsaliydi. Sara arkadaşın isyancı, direnişçi, devrimci coşkusunu, heyecanını hiç yitirmeyen, kendi farklılığını yaratarak harekete mal olan, kendine has ama herkesleşen özelliklerini kazanmak ve çalışmalarımızda rehber edinmek aynı zamanda Önderlikle yoldaşlığın izinde olmak olacaktır. Rojbin yoldaşın insan sevgisiyle dolup taşan yüreğini, cins sevgisiyle örülü duruşunu, çalışma aşkı ve öz disiplinle bezenmiş performansından güç alarak görevlerimize yönelmek mücadele çizgilerini devam ettirmenin gereği olduğu kadar, katliamı boşa çıkarmanın da gereğidir. Leyla arkadaş gibi adeta her gün yeniden başlar tarzda canlı enerjik olmak da kadın militanlığının özüdür. Bu temelde Paris katliamının Önderliğimize ve kadın hareketine karşı yapılan bir katliam olduğunun bilinciyle hareket ederek, mücadele çizgimizde sürekli canlı tutmak ve bu süreklilik üzerinden kamuoyunda faillerinin bulunması için baskı yaratmak, duyarlılık oluşturmak kadın yoldaşları olarak bizlerin sorumluluğudur. Kadın şehitlerimizin bileşkesi niteliğindeki bu yoldaşlarımıza olan bağlılığımızı onların huzurunda adeta secde eder gibi kendimizi arındırmak, sorumluluğun kutsallaştıran gücüyle görevlerimize sahip çıkmak zorundayız. Mücadelenin başından bugününe kadar büyük bir fedakarlıkla, kahramanlıkla ve bedeller ödeyerek gelen kadınlar, onurlu barışın da, başı dik ve güzel kalmasını bilen duruşunu sergileyeceklerdir. 2013 yılı 8 Mart eylemlerinin Sara, Fidan ve Leyla arkadaşlara adanarak kutlanması ve bunun bütün dünyada örgütlü kadın hareketleri açısından da sahiplenilmesi yerel ve evrensel özgürlük değerlerinin bu yoldaşlarımız şahsındaki somutlaşmasının ifadesi olmuştur. Sara yoldaşımız şahsında kadın özgürlük duruşunun engel tanımayan, tüm kadınlara ve insanlığa ait olan özgürlük değerleri yaşamsallaşmış ve 8 Mart bu değerlerin kadınlar tarafından kucaklandığı gün, günler olmuştur. Kürt kadınları 8 Mart ile 21 Mart’ı aynı özgürlük duruşuyla karşılamış, meydanları doldurmuştur. Bu duruş selamlanması ve her alanda güçlendirilerek, derinleştirilmesi gereken bir duruştur. 8 Mart ve Newroz’un ruhuyla 4 Nisan’ı karşılamak Önderliğimizin özgürlüğü etrafında özgür yarınlara yol almanın adıdır. Bu temelde Önder APO’nun doğum gününü kutluyor, İmralı’da başlayan çok yönlü özgürlük inisiyatifinin kadınlar tarafından güçlü sahiplenilerek özgür yaşamın örüleceğine inanıyor ve bunun için bütün gücümüzle sürecin başarıya ulaşması için rolümüzü oynayacağımızı belirtiyoruz.