• KURDÎ
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri
    • Resim Galerisi
    • Video
No Result
View All Result
Pajk - Kürdistan Kadın Özgürlük Partisi
No Result
View All Result

4 NİSAN İNSANLIĞIN ZİRVESEL DOĞUŞUDUR

2 April 2014
in DEĞERLENDİRME
A A
Share on FacebookShare on Twitter

Toprak ERDEM

Doğuş, varlığın yokluğa karşı direnmesinin zafere ulaşma halidir. İnsan ve toplumu söz konusu olduğunda yeniden varlık kazanma, varlığın anlamını büyütmesidir. Günümüzde ise egemenlikli sistemin saptırmaları nedeniyle fiziksel sınırlara çekilmiş durumdadır. Tıpkı insanın makineleşmesi, insan olmanın temel vasıflarının asgariye çekilip yitirilme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılması ve insan olmaktan çıkması durumuna benzer bir anlam yüklenir. Ve bu nedenle her doğuş, egemen sistemce fiziksel varlık sınırlarına çekilerek anlamın hapsedilmesine dönüştürülmek istenir.

Bu tür doğuşlar fiziksel yaşamla sınırlı kılındığından ancak ölüm korkusu karşısında anlam ifade eder hale getirilir. Bu tarzda empoze edilen doğuş algısı, aslında sürekli ölümü çağrıştıran, hatta bizzat üreten bir zihniyet durumunu ifade eder. Hakim sistem bu zihniyete dayanarak ölümleri yaygınlaştırdığı gibi tam da bu amacına denk bir yaklaşımla fiziksel sınırlarda varlığı sözde kutsamadan edemez. Oysa bir insan için en çok iradesi dışında gerçekleşen doğuş, fiziksel olanıdır. Egemen sistemin yüklendiği püf nokta da budur: “Doğuş, ne olursa olsun, insan iradesinin dışında kalmalı, bu sınırda tutulmalıdır.” Bu sayede varlık, kendi gerçek anlamından uzaklaştırılır, hatta tersine dönüştürülür. Bu tarzda yarattığı algı ile şekillendirdiği zihniyeti istediği gibi yönlendirebilmeyi, yaşamı kendi çıkarları doğrultusunda kutsayıp kendi çıkarları doğrultusunda bitirmeyi meşrulaştırır. Ve bu nedenle egemen sistemin koşullandırdığı gerçeklik içinde varlık, ölüm korkusu karşısında sığınılan bir sığınak olmanın ötesine geçemez, gerçek anlamına kavuşturulamaz. Doğmak ise bu gerçekliğe adım atılan anı hatırlatır. Bu çarkın dışına çıkamayan, bu sınırı aşamayan, yaşamını anlamlandıramayan her insan ölümün tutsaklığından kurtulmak bir yana, onu sürekli üreten ve ürettiğinin korkusuyla kuşanan bir pozisyonda olmasından ötürü türünün yok oluşuna bizzat kaynaklık etmekten kurtulamaz. O halde söz konusu olan insansa, insanın doğuşuysa, tanımladığımız bu durum açık ki bir nevi ölüm durumudur. Bu durumda egemen sistem tanımları içinde her doğuş özünde ölümün çoğalmasıdır. Çünkü direnmesiz hapsolmuş, hareketsiz bir varlık durumu söz konusudur. Direnmesizlik ise özde kendi katilini çoğaltmaktır.

Bu nedenle üzerinde durulması gereken en temel konu doğuşun kendi öz tanımına kavuşturulması, bizzat anlamlı kılınmasıdır. Bu ise kuşkusuz kendi kökleri üzerinde tanımlanmayı gerektirir. İnsan söz konusu olduğunda toplumun var oluş yasalarının insanda dile gelişini doğuş olarak tanımlamak bu nedenle yerindedir.

4 Nisan bu tanımlama çerçevesinde insanlığın zirvesel doğuşudur. Çünkü sürekli varlığın anlamlı kılınmasına, doğum ile ölüm arasındaki perdenin kaldırılmasına, insan hayatının anlamlı kılınmasına kaynaklık eden tarihsel andır. İnsanlığın üzerinde yükseldiği temel varlık kanunlarının ona yokluğu dayatan egemen sistem karşısında var olmakta ısrarıdır. Kapitalist egemenlikli sistem nasıl insanlığın yok edilişinin zirvesel ifadesiyse 4 Nisan da insanlığın yeniden zirvesel doğuşudur. Önderlikte dile gelen, insanlığın doğuşuna kaynaklık eden değerler sistemi ile bu değerler sistemini sürekli gerileterek varlık kazanan egemen sistem arasındaki çelişkinin insanlık lehine çözümlenmesi, kendi gerçek tanımına kavuşturulmasıdır. Önderliğimizin bu çelişkiyi tüm insanlık lehine çözme arayışı sürekli anlamı büyütmesinin de temel dayanağıdır. Önderliğimiz doğmuş olmaya ‘nasıl yaşamalı’ sorusu ile anlam yüklemekle birçoğumuzun daha doğarken hapsedildiği egemenlikli sınırları da aşmış, yaşamı kendi gerçek tanımına kavuşturmuştur. Bu, doğuşun gerçek tanımına yeniden dönüştür. Tüm insanlık adına varlığın anlamlı, iradesel kılınmasıdır. Gerçekleştirilen doğuş, tüm insanlık adına olduğu gibi kökenini de insanlığın bir başka ifadeyle toplumsallaşmanın temeline dayandırmakta, tüm insanlığın doğuşu ile anlamlandırmaktadır. Egemen sistemin toplumsal olanı çarpıtması, giderek her bir bireye dek zihniyet ve vicdan durumunu parça parça ederek dayattığı sanal yaşam bir başka ifadeyle ölüm karşısında tek kişilikte insanlığı bütünlüklü anlamlandırma, toplumsallığı temsil etme, gerçekleşir kılma mücadelesi ile bu anlamı kalıcı kılmasıdır.

Önderliğimizin daha çocuk yaşta doğuşa kaynaklık eden analık gerçeğine yüklediği anlam böyle bir arayışı yansıtmaktadır. Analık, kendisine yüklenmiş tüm anlamsızlıklardan arındırılarak insan toplumuna kaynaklık etme rolü güncelleştirilerek iradesel kılınmaktadır. Ataerkil-devletçi sistemin anlamlı doğuşları engellemede en etkili araç olarak kullanmak için bir çocuk doğum aracı olmaya indirgediği analık tanımı, özgür kılınmakla doğuşun da özgür kılınması sağlanmaktadır.

Önderliğimizin dayatılan egemenlikli ilişki tarzına daha çocuk yaşta direnişi, Üveyş ana şahsında direnen Neolitik toplum özelliklerini sonuç alıcı mücadele tarzına kavuşturma arayışı, kaynağını bu yönlü sorgulamadan almaktadır. Bu ilişki tarzına yüklediği anlamı daha sonra AİHM savunmalarında şöyle değerlendirecektir: “Dönüp geriye baktığımda, onun ana tanrıça kültürünün soylu bir sesi olduğunu ve bu sesi bana ulaştırdığını büyük bir minnetle anacak ve kabul edecektim. İsyan ettiğim anam değil, kadını, anayı hiçleştiren erkek egemen toplumun zalim, yabancılaştıran, ikiyüzlü düzeniydi.” Önderliğimizin bu değerlendirmesinin yanında birçok değerlendirmesi daha, ana-evlat ilişkisini özgür kılma ve toplumsallaştırma arayışını yansıtır. Buradaki doğuş, doğmuş olmak tanımı elbette verili anlamın çok ötesine geçmiştir. Kadının toplumsallaşmada öncülük rolüyle bütünleşen analık rolüne bu kez doğru evlat olma rolüyle yanıt verilmekte, beş bin yıldır analık olgusunu anlamsızlaştıran her tür egemen sistem yaklaşımına savaş açılmaktadır. Kendi toplumsallığını kurma arayışı ananın toplumsallığın gelişimindeki rolünü açığa çıkarma arayışı ile bütünleştirilmektedir. Doğal doğuş bu arayışla birinci doğuş olarak iradesel anlam yüklenmekte, yeni doğuşları sürekli besleyecek bir kaynak olarak anlam kazanmaktadır. Önderliğimizin kendi toplumsallığını kurma iddiası doğuşu iradeli kılmayı ifadelendirmektedir.

Bu doğuşun kaynaklık ettiği ikinci doğuş ise kendi toplumsallığını kurma tarzını örgütlü yapıya yansıtması, mücadele araçlarına kavuşturmasıdır. PKK olarak kendi kimliğini bulma, birinci doğuş iddiasını daha da büyüterek kendi toplumsallığını kurma mücadelesine yöneltmedir. Birinci doğuşa kaynaklık eden iddia ikinci doğuşla mücadeleye, örgütlü harekete dönüştürülmüştür. Önderliksel doğuş olarak anlam kazanmış, bir halkın, kadının yeniden doğuşu olarak tarihsel sonuçlara yol açmıştır. Bu sürece yönelik değerlendirmelerinde Önderliğimizin en çok üzerinde durduğu konu, ikinci doğuşa kaynaklık eden arayış ile bu arayışla hedeflenen sonuçların yetersiz kalmasının kaynaklarının aydınlatılması ve aşılmasıdır. Bu aynı zamanda Önderliksel doğuşun yol açtığı toplumsal yeniden doğuşa dayatılan ve toplum için ölüm anlamına gelen sapmaların da köklü çözümlenmesi, aşılması, toplumsal özgürlüğün yaşamsal kılınması, güncele dayatılması arayışıdır.

Üçüncü doğuş devlet ve iktidar eleştirisiyle derinleştirdiği direniş kapsamıyla anlam taşır. Doğal doğuşun ve ikinci doğuşun anlamlandırılması, ölümsüz kılınmasıdır. Doğuşun korunup toplumsal olan için ölüm anlamına gelen her türlü sapmanın önünü almak üzere gerçekleştirilmiştir. Önderliğimizin özgürlüğü zorunluluğun aşılması olarak tanımlaması, demokratik konfederalizm sistemi ile gerçekleşir kılması bu yaklaşımın ürünüdür. Bu yolla toplumsal olan hakim sistemin zemini dışına çıkarılıp kendi zemininde kendi doğuşunu gerçekleştirip kendini var kıldıkça kendi gerçek tanımına da kavuşmakta, hakim sisteme karşı direniş gücünü yükselterek toplumu özgür kılmaktadır. Toplumun güncel koşullarda yeniden doğuşu olarak da anlam kazanan bu doğuşun insanı sonuna kadar iradeli kıldığı, her tür iradesizleştirici, dolayısıyla varlığı anlamsızlaştırıcı saldırı karşısında toplumun zihnini ve vicdanını aydınlatarak insanlığın var oluşunu zafere taşıdığı açıktır. Bu yolla yaşam ve ona kaynaklık eden doğuş fiziksel sınırları aşmakta, bizzat insanın kendisine ait zihniyet ve vicdanın yeniden doğuşu, varlık kazanması anlamına kavuşturulmaktadır. Özgürlük mücadelesi sağlam temeller üzerine oturtulmaktadır. Özgürlük, toplumsal ölüme yol açan her türlü saptırma karşısında koruyucu ana güç olduğundan sağlıklı, gerçek anlamda doğuşların temel gıdası olarak sürekli geliştirilmesi, sürekli insanlığın doğuşunu besleyen bir ana kaynak olarak tanımlanmaktadır. Toplumun özgürlük bilincinin yükseltilmesi, toplumsal vicdanın ayaklanması ile yaratılan direniş güçlendikçe kaynak da beslenmekte, karşılıklı besleme ilişkisi sürekli doğuş, sürekli varlığın anlamının büyümesi olarak toplumsal doğuşu büyütmektedir. Anlamın büyümesi kuşkusuz otuz yıllık mücadele tarihimizin de kanıtladığı gibi toplumsallaşmasıyla gerçekleşmekte, egemenlikli sistemin her türlü saldırısı karşısında kendi kökleriyle beslenerek direnişe geçen toplum ana kaynağı özgürlükle giderek daha fazla bağlanmaktadır. Bu yolla ‘nasıl yaşamalı’ sorusu tüm diğer soruların önüne geçerek yaşamı anlamlı kılma arayışının derinleşmesini sağlamaktadır.

Doğuşunu, varlık kazanmasını ‘nasıl yaşamalı’ sorusu ile anlamlandıran Önderliğimizin ulaştığı özgürlük tanımı ve çizdiği mücadele perspektifinin hepimiz açısından yaşamı, doğmuş olmayı anlamlı kılmasından, bizi var etmesinden, kendimiz olma bilincine ve direniş gücüne ulaştırmasındandır ki 4 Nisan’ı doğum günümüz olarak hissediyor, bugünü özgürlük yoluna girerek anlamı büyütmemizi sağlayan tarihsel an olarak kutluyoruz. 4 Nisan’ı kutlu kılan, Önderlikteki özgürlük arayışı ve egemenlikli sistem karşısındaki direniş gücünün büyüklüğüdür. O halde 4 Nisan’ı kendi gerçek tanımına denk bir yaklaşımla direnişi yükselterek karşılamak, kendi kutsallığımızı büyütmenin, kendi doğuşumuzu anlamlandırmanın da tek geçerli yoludur. Hele de bu direniş Üveyş anada dile gelen ana tanrıçanın soylu sesine yanıt olmak, ana tanrıçaya layık olmak adına gelişmiş, büyümüş, güçlenmiş ve insanlığın temel kanunlarının güncel kılınmasına kaynaklık edecek düzeye gelmişse en çok da biz kadınlar olarak herkesten daha fazla 4 Nisan’ı direnişi yükselterek kutlamalıyız.

ShareTweetPin
  • Anasayfa
  • Önder APO
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
  • Araştırma-İnceleme
  • Galeri

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • Önder APO
    • Önderlik Perspektifleri
  • ÖZGÜRLÜK ŞEHİTLERİ
  • AÇIKLAMALAR
  • DEĞERLENDİRME
  • GERİLLA
    • Gerilla Anıları
    • Gerillanın Kaleminden
    • Amargi
    • zeynep kinaci
  • Araştırma
  • Galeri
    • Video
  • Kurdi

©2020 PAJK Hemû mafên wê parastîne - Ji aliyê Pajk