Zamanın gizinde kadının izini sürmek… Kadının kendine ait olduğu zamanlar kadar kendine yabancılaştığı zamanları anlamak… Ve bu akışın içinde kadın zamanını yeniden yaratmak… Bu ne tek başına bir günle sınırlandırılabilir ne de sadece kadına ait bir zaman dilimi şeklinde tanımlanabilir… Çünkü kadına dair olan herşey tüm insanlığı ilgilendirir. Kadının kapsayıcı doğası salt cins eksenli bir yaklaşımı baştan reddeder. Kadın yaratımlarının tüm insanlığı kapsadığı konusu aynı zamanda Jineoloji’nin temel konularından birini teşkil eder. Bu noktada kadın doğasını anlamak, araştırmak belirleyici bir rol oynar. Bu klasik biyolojik kökenli bir araştırma yönteminden ziyade kadın etrafındaki sosyal ağı doğru çözümlemeyi esas alan bir yöntemi gerektirir. Bu noktada Jineoloji ile yapılacak bir kazı “sosyolojinin tarihselleşmesi” konusunu da aydınlatacaktır. Buna denk düşen anlamın kadının direniş tarihinde saklı olduğunu bilmek önemlidir. Bu noktada 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü doğru anlamlandırmanın da belirleyici bir öneme sahip olduğunu unutmamak gerekir.
Bilindiği üzere 1910 yılında yapılan 2. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edildi. Bu tarih 8 Mart 1857’de, 8 saatlik işgünü için gerçekleştirilen grevde katledilen 129 dokuma işçisi kadının anısına seçildi. Dokuma işçisi kadınların katli binlerce yıldır sürdürülen katliamların son halkalarından biriydi. Yani bir sonuçtu. Yaşamı ilk kuran, emeğe dayanarak toplumsallaşmayı sağlayan kadının ilmek ilmek dokuduğu yaşamın katledilişinin halkalarından biriydi. Elinden mirkutu, teşisi, destarı, tevni, şifalı ilaçları ve daha nice buluşu alınan kadının kapitalist uygarlık ile sistemli bir şekilde katledilen yaşamından bir halkaydı. Medeniyeti temsil ettiğini iddia eden Avrupa’da yüzlerce yıl süren cadı avlarında yakılan kadınların çığlığıydı. Ortadoğu’da diri diri toprağa gömülen Medine Memi’lerin masumiyetiydi. Gericiliğin pazarlara sürdüğü Êzidi kadınlar karşısında susan insanlığımızın utancıydı. Medyada sunulan metaydı. Giyotinlere vurulan, ucuz iş gücü olarak kullanılan, emeği görülmeyen daha nice kadındı. Bu nedenle dokuma işçisi kadınların katliamını tüm bu katliamların bir halkası olarak ele almak kadar kadın direniş tarihinin halkalarından biri olduğunu unutmamak çok önemlidir. 8 saatlik iş günü için greve giden 129 kadının her biri önünde tevni hayatı dokuyan ana tanrıça kültürünün bir parçasıydı. Her şeyden önce dokuduğu yaşamın mücadelesini veren, emeğinin hakkını arayan kadınlardı. Dokuma işçisi kadınlar olarak emeğin ve hayatın kültünü temsil ediyorlardı. Yaptıkları işin anlamı kadının yazılmayan tarihinin şifrelerini içinde taşıyordu. Bu nedenle emekleriyle, direnişleriyle kadın tarihinin bir parçası olmayı başardıkları gibi katledilişleri ile kapitalist uygarlığın gerçek yüzünü deşifre ettiler. Yaşadıkları zamanın ve mekanın özgünlüğüne göre her daim direniş içinde olan ve bunun bedelini fazlasıyla ödeyen kadınları temsil ettiler.
8 Mart’ın, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edilmesini öneren ClaraZetkin’in katliamın yapıldığı yıl yani 1857’de doğması ise tarihin ilginç tesadüflerinden biri olsa gerek… Böylesi bir belirleme garipsenebilir. Kesinliği esas alan bir bilimciliğe göre hareket eden bir düşünce sistematiğinde bunun garipsenmesini yadırgamıyoruz. Ama jineolojik bir yöntemle ele aldığımızda zamanın canlı olduğunu aslında bir oluş hali olduğunu görürüz. Ve buradan zaman ve mekan mesafesine bakmadan gösterilen her duyarlılığın bir anlamı olduğu sonucunu çıkarırız. Bunu kesin bir belirleme olarak ortaya koymayız ama henüz doğduğu bir zamanda yapılan katliamlara karşı zamana ve mekana aldırmaksızın direnen kadınların bir sesi bir işareti olarak yorumlayabiliriz. Bunu Almanya’da kadın ve işçi hareketleri içinde yer alan Clara Zetkin’in emek eksenli arayışına kattığı kadın duyarlılığının bir sonucu olarak anlamlandırırız. Esasında kadınların direniş tarihinin her şeye rağmen nasıl tüm insanlığı kapsadığının bir işareti olarak da ele alabiliriz.
Nitekim temsil ettikleri emek ve gösterdikleri direniş itibariyle kadının mücadele tarihinden güçlü izler taşıyan dokuma işçisi kadınların mücadelesi evrensel bir nitelik taşır. Kadının yazılmayan tarihinin bir özeti gibidir. Hem direniş hem de katlediliş itibariyle böyledir. Bu nedenle evrensel bir gün olarak ele alınması ve kutlanması çok anlamlıdır. Ancak bunu sadece bir günle sınırlı bırakmak kendi içinde bir tuzağı da barındırır. Bu kadın tarihini egemen bir bakış açısıyla ele alma riskini içinde taşır. Burada kadının tarih boyunca tüm statülere inat gelişen direnişinin bir güne sıkıştırılması hatta gözardı edilmesi riski vardır. Yine çok kapsamlı olan bir sorunun bir günle sınırlandırılarak sembolik bir düzeye indirgenmesi ve gerçeğin daraltılması riskini taşır. Bu nedenle 8 Mart’ı sadece kutlanacak bir gün olmaktan ziyade çok yakıcı bir tarihsel ve toplumsal çelişkinin kendini güncelleştirmesi ve çözümünü dayatması olarak anlamlandırmak önemlidir. Aksi halde8 Mart’ı sadece kadın köleliğinin hatırlandığı birgün olarak bırakmak kadın özgürlüğünü ölü ilan etmek anlamına gelecektir.
Zaman-mekan arasındaki bağlantıyı çok güçlü bir şekilde ele alan Jineoloji, kaybedileni kaybedilen yerde aramak felsefesini esas alır. İnsanlığın beşiği olan toprakların insanlığın mezarlığına dönüştüğü bir mekanda yeniden bir canlandırma bilimi de diyebiliriz. Bu nedenle şimdi Kürdistan’da yürüttüğümüz mücadele büyük bir anlama sahiptir. Bu mücadeleyle kadın etrafında oluşan sosyal ağı çözümlemek kadar kadın tarihine gerçek anlamını vermek esastır. Devletli uygarlık güçlerinin tüm yönelimlerine rağmen kadının dilden dile, kuşaktan kuşağa aktardığı kültürü, ilmek ilmek ördüğü hayatı, yürek yürek dokuduğu sevgiyi yeniden canlandırma da denilebilir. 8 Mart bu yönüyle Mezopotamya coğrafyasında çok daha güçlü anlamları içinde barındırıyor. İştarlardan Claralara uzanan kültürü temsil ediyor. Cadı denilerek katledilmelerinden dokuma işçisi olarak yakılmalarına kadar uzanan tarihi yeniden ele alıyor. Kapitalist sistemin sözde feodal kalıpları yıktığı için kadını özgürleştirdiği iddiasının ne büyük bir yalan olduğunu gösteriyor. Birinci ve ikinci doğa için en büyük tehdit haline gelen kapitalist sistemin gerçek yüzünü kadına yaklaşımından yola çıkarak çözümlüyor. Kadından başlayarak tüm gerçekleri saptıran kapitalist sistemin tarihin başlangıcı olarak ifade edilen Sümerlerden bu yana toplum köleliğini ne kadar derinleştirdiğini anlatıyor. Yine toplumsal değerleri temsil eden tüm kesimlerin ne kadar savunmasız bırakıldığını deşifre ediyor.
Dünya kadın kurtuluş mücadelelerini ve bu yönlü arayışları bir bütünlük içinde temsil eden mücadelemizin gelişimine baktığımızda aşama aşama kadının ‘Xwebun’ olma sürecini gerçekleştirdiğini görürüz. 1990’lı yılların başındaki serhıldanlara öncülük eden, kadın ordulaşması, kadın partileşmesi ve kadın konfederalizmi ile bugüne gelen ve dünyada birçok ilki gerçekleştiren mücadelemize öncülük eden Önderimiz Reber APO, 8 Mart 1998 yılında Kadın Kurtuluş İdeolojisi’ni ilan ederek aslında kadınlara verilecek en büyük hediyeyi sundu. Bu sadece 8 Mart’ın değil tüm günlerin kadınların olması anlamına geliyordu. Bu aynı zamanda kadının kendini gerçekleştirme sürecini daha güçlü yapması ve etrafında oluşan sosyal bağları çözerek geleceği kurması anlamına geliyordu. Yine bin yıllardır ailede kurumlaşan, mitoloji, din, felsefe ve bilim ile derinleştirilen kadın köleliğinin aşılması için gerekli mücadele yöntemlerini bulmak demekti. İnsanlık tarihi boyunca kadın etrafında oluşan ilişki ve çelişkiler düzenini ve bugüne kadar gelen biçimlerini çözümlemek için Önderliğimizin Özgürlük Sosyolojisi ile gündemimize koyduğu Jineoloji ile bütün tarihte ve toplumda kendimizi aramaktı. Yöntem ve zihniyet yanılgılarına daha güçlü çözümler bulmak temelinde bilimsel bir bakış açısı ile karanlıkta kalan tarihimizi yeniden ele almaktı. Bu temelde Önderliğimizin, “Sadece 8 Mart’ın değil bütün günlerin özgür kadınlı olması” yönündeki belirlemesi hayati öneme sahiptir. Kadın etrafında örülen zihniyeti aşmak için büyük eylemlerin sahibi olan kadın öncülerimiz Beritanların, Zilanların, Semaların ve Viyanların özgürlük özlemlerinin ancak böyle hayat bulacağı bir gerçektir. Şimdiden dünyanın birçok yerinde Kürt kadınlarının öncülüğünde 8 Mart için aylar öncesinden yapılan hazırlıklar, yine Mart ayı boyunca yapılan kutlamalar tüm günlerimizin 8 Mart gibi ele aldığımızın işaretidir.
Clara Zetkin’lerden Roza Lüksemburglara birçok kadının geçen yüzyılda içinde yer aldıkları direniş kuşkusuz çok önemlidir. Yine feminist hareketin arayışları ve bu yönlü kazanımları da bizim dayandığımız temel bir miras olmaktadır. Ancak sorunu aşmada köklü bir devrim ve değişim yaşanmamıştır. Çünkü kadın özgürlük sorunu çok derin bir tarih ve köklü bir sosyolojik olgudur. Elbette 8 Mart’ın evrensel çapta bütün kadınlar tarafından kutlanması kadının kölelik ve özgürlük tarihinin anlaşılması boyutuyla güç vermektedir. Ancak geçen yüzyıl devrimlerinde bazı açılımlar olmuşsa da tam çözüme gidilmemiştir. Bilimsel sosyalizm adına hareket eden ülkelerde de kadın devrimi gerçekleştirilememiştir. Hatta sorunun klasik yaşam ölçülerinin gerisinde kaldığı bilinmektedir. Ama Önder APO, bu durumu çok evrensel düzeyde ve belirleyici bir noktada ele almıştır. Önder APO, bu konuda, salt bir Ulusal Kurtuluş Devrimi’nin ihtiyaçlarını göz önüne getirerek bir kadın çözümlemesi yapmadığını ya da güncel durumu kurtarmak adına ‘nüfusun yarısıdır, onlarsız devrim olmaz’ yaklaşımının içinde olmadığını çok net belirtmektedir. Daha köklü bir uğraş içinde olduğunu belirten Önder APO, bu çalışmanın kendisi için bir bilim, bir felsefe ve moral çalışması olduğunuz altını çizmektedir. Yaşamın her alanını ilgilendiren bu soruna geleneksel düzen yaklaşımlarının ötesinde ideolojik olmaktan pratik birlikteliklere kadar evrensel bir yaklaşım sergilemektedir. Çünkü Önder APO, kadının özgürlük düzeyine dayanmayan hiçbir toplumsal hareketin başarıya ulaşamayacağını çok net vurgulamaktadır.
Kadın Kurtuluş İdeolojisi ile hayatı yeniden örmek hayati bir sorumluluktur. Toplumun bilimsel analizi kadın kurtuluş ideolojisinin önemini daha fazla göstermektedir. Kadın köleliği ve bunun etrafında kurulan düzen ancak böylesi bir ideoloji ile aşılabilir. Nitekim özgürlük mücadelemiz ve elde ettiğimiz kazanımlar bize bu konuda çok güç de sunmaktadır. Kadın kurtuluş ideolojimizin temel ilkeleri olan yurtseverlik, özgür düşünce ve irade ile kadının karar verme gücü, özgürlüğe dayalı yaşamı paylaşmayı esas alan örgütlülük, bunun mücadelesi ve yaşamın estetikle olan ilişkisini esas alma ise bunun temel ilkelerinin neler olduğunu bize göstermektedir.
Bu temelde kadın tarihini doğru ele almak için her şeyden önce beş bin yıllık erkek egemen sistem ile doğru hesaplaşmak önemlidir. Kendi özgün mekanlarımızda güçlü iradeleşmeyi sağladıktan sonra bu yüzleşmeyi silahımızla, bedenimizle, kalemimizle, her anlamda emeğimizle yaptık, yapıyoruz. Sistemi bütünlüklü çözmenin sistemin yarattığı kadına ayna tuttuğunu gördük. Toplumun tüm alt ve üst yapılarını tarihsel bir bütünlük halinde, pozitivizmin aşırı parçalara bölme hastalığını aşarak inceledik. Özgür ve alternatif kadın bakışının çok zorlu olduğunu kendini uçurumlardan atan, bomba yaparak patlatan, ateş yaparak anlatan öncülerimizin engin direnişlerinden öğrendik. Ve kadına dair herşeyin toplumun sistemsel özelliklerini çözdüğünü gördük. Bu mücadele destanının sonucunda tarih boyunca yaşanan tüm doğa ve toplum katliamlarının temelinde yatan kadın köleliğine karşı güçlü teori, örgüt ve eylem araçları ile karşı durduk.
Yaşadığımız bu kadar deneyimden ve bize bırakılmış güçlü bir mirastan sonra düşünsel alanda kazanmayı bilmek ve özgür kadın zihniyetini yaratarak her günümüzü 8 Mart gibi kutlamak önemlidir. İnsanlığın bilimsel kazanımlarına, kadınların binlerce yıllık toplumsallığı inşa etme deneyimlerine dayanarak zihniyetimizi yarattıkça zamanın her anı her salisesi bizim olacaktır. Doğal olarak toplumun, doğanın olacaktır. Bu temelde Önder APO’nun “Kadının kölelik tarihi henüz yazılmadı, özgürlük tarihi de yazılmayı bekliyor” belirlemesi temelinde kadın tarihini yazmak önemlidir. Bunun için entelektüel çabayla egemen erkekliğin ve köle kadınlığın kodlarını çözebilir ve aşabiliriz. Hem toplumun öz değerleriyle buluşması için hem kadın kurtuluş sorununa devrimci yaklaşım için gerekli teori, program, örgüt ve eylem düzeneklerini yaratmak için tarihimizi yazmak önemlidir. Bunu geliştiremezsek geçmişimizde ve günümüzde ne kadar anlamlı çabalar olursa olsun kadın çalışmaları sistemi rahatlatmaya çalışan liberal kadın faaliyetlerinden öte bir anlam taşımayacaktır. Halbuki tüm dünyada yaşanan sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve ekolojik krizler bir kadın devrimini şart kılmaktadır. Bu devrim sosyal bir devrimdir. Ve bugün uygarlığın beşiği olan Mezopotamya’da gelişen kadın mücadelemizin öncülüğünde bu devrim gelişmeye başlamıştır.
CANDA SU