Önder Apo ‘Bizi diğer tüm hareketlerden ayıran temel fark; onlar yaşamlarını kurdukları ideolojiler üzerinden yaşarlarken, biz ise ideolojimizi var olan yaşam üzerinden oluştururur’ diyerek aslında Özgürlük Hareketinin yaşam felsefesini net olarak ortaya koydu. Yaşamımızın temelinde de şehitlerin yarattıkları temel değer yargıları yatar. Özgürlük Hareketi şehitler partisidir. Belki de hiçbir hareketin tarihinde görülmediği kadar, Parti tarihimizde yücelik anlamında bir şehit olgusuna sahibiz. Bugün yolumuzu aydınlatan ve yarattığı değerler üzerinden mücadelemize sarılmamızı sağlayan şehitlerden biri de Ronahi arkadaştır.
Şehitlik olgusunu doğru anlamak, bu gerçekliğin derin bilinciyle hareket etmek, geçmişin doğru değerlendirilmesi kadar, geleceğin sağlam temeller üzerinde inşasını sağlamak anlamına da gelir. Bu gerçekliğin anlamını tüm yönleriyle kavrayabilmek; bugün kitleselleşen özgür yaşam mücadelemizin gelişimini de daha iyi anlamak demektir. Mücadelemizi başarıya götürecek militanca tavrın sahibi olmak demektir. Toplumsal kurtuluşun önünü açıp, her yönüyle yenilenmenin mümkün olduğu devrimci bir kişiliğin yaratılması ve onurlu bir duruşu da bulmak demektir. Şehidi anlamak, amaçlarını edinmek ve bu amaçlar doğrultusunda mücadeleye girişmek, başarı yolunu tüm yönleriyle aydınlatır. Bugün şehitlerimizin büyük fedakârlıkları sonucunda aydınlanan yolda ilerlerken onlara layık olmak ve kurdukları yaşam felsefesi doğrultusunda yaşama kendimizi katmak boynumuzun borcudur.
Şehidi anlatmak kolay olmasa gerek. Şu çelişki istinasız herbirimizde, kendini özgür yaşam arayışına adamış özgürlük savaşçılarında yaşanır. ‘Acaba anlatacaklarım o arkadaşı yeterince tanımlayabilecek mi?’ Ama her şeye rağmen anlatılması gerekir. Sadece anlatmak değil, yaşam felsefelerini, umutlarını, hayallerini yaşamımıza yansıtarak yarınlara ulaştırmak gerekir. Bu temelde burada anlatmaya çalışacaklarımız sadece bir yönüyle şehidi tanımlayacak olsa da, boynumuzun borcu olduğu bilinciyle cesaret edip dillendirmeye çalışacağız.
Yukarıda belirttiğimiz üzere Özgürlük Hareketi şehitler partisidir. Bu şehitlerden biri de Ronahi arkadaştır. Ronahi arkadaş aslen Batmanlı olup ama ne Batman’ı ne de Kürdistan’ı doğru dürüst görmüş bir arkadaştır. Ronahi arkadaş çok küçük yaşlardayken devletin ailesine yaptığı yoğun baskı ve işkenceler sonucunda Türkiye metropollerinden olan İzmir kentine göç etmek zorunda kalır. Ülkesinden uzaklaştıkça kendinden, değerlerinden de uzaklaşacağını sanan düşman çok sonra nasıl bir yanılgı içinde olduğunu anlayacaktır. Ronahi arkadaşın ailesi yurtsever olup, kendi değerlerini yaşamlarının her alanında korumuşlardır. Bu değerleri ve gerçeklikleri çocuklarında da yaşamsallaştırıp bu gerçeklik doğrultusunda onları büyütürler. Her geçen gün büyüyüp kendi farkına varan Ronahi arkadaş bir karar verme aşamasına gelmiştir. Çok önceden kararını vermişti ama daha da anlamlandırıp bu çerçevede tavrını özgür yaşamdan yana koyacaktı. Karar anı geldiğinde tek düşündüğü ve aklını kurcalayan, yıllar önce hiç anımsamadığı o topraklarla kutsal birlikteliğini sağladığında ne yapacaktı? Heyecanı şimdiden sarmıştı onu, gözlerinde tebessüm, bakışlarında mutluluk, yüreğinde göklere savurmak istediği bir çığlığı saklı tutuyordu. Kutsal birlikteliği sağlama anı geldiğinde hafiften bir tebessüm fırlatıyordu Güneş’in gülen gözlerine. İzmir’in karanlık sokaklarını yara yara Güneş’in ve ateşin ülkesine doğru yol aldı. 2004’ün sıcak bir zaman diliminde dağların yolunu tutuyordu bir an olsun tereddüt etmeden. Yüreğinin yangın yerini serinletecek bir tek yer vardı:
Dağlar! Ne de olsa atalarının mirasıydı dağlar. Hep direnişin kalesi olarak seçilmiş, dağlar sayesinde tüm değer yargılarını bugünlere kadar ulaştırmışlardı. Koskoca bir kentin sahte yaşantısı hayallerinde yer edinmemiş, sahteliğini ve çirkinliklerini kendinde deşifre etmişti. Bundandı belki de dağlara bu kadar çabuk alışması ve dağların yüreğinde yer edinmesi.
Soframızda
En başköşesine
Kurulmuş yürekli bir kız
Gözleri bademe çalan
Umutları Munzur’da saklı olan…
İlk gördüğüm andan itibaren sağlam duruşuyla üzerimde etkide bulunan Ronahi arkadaş, kendinden ödün vermekten çekinmeyen yapısıyla her çalışmaya büyük bir fedakârlıkla koşardı. Beraber kaldığımız beş aylık süreçte etrafına ışık saçan, ismi gibi aydınlık dağıtan yapısını hep saklı tuttu. Düzenlemesinin olduğu süreçte tüm arkadaşlar bu durumdan kaynaklı çok üzülmüştük. Bize kalan güler yüzlülüğü, etrafına dağıttığı neşe ve örgütsellikten taviz vermeyen duruşu oldu. Ronahi arkadaşın gidişinden sonra da kendimize örnek aldığımız yanlarını yaşamımızda sergiler ve ondan coşkuyla bahsederdik. Bir süre sonra benim düzenlememin onun bulunduğu tabura olması beni çok sevindirdi.
Ronahi arkadaş okumayı çok seven, okuduklarını karşıdakilerle paylaşmayı ve tartışmayı esas alan bir yapılanmaya sahipti. Bizlerde büyük bir istekle onu dinler ve anlattıklarını anlamaya çalışırdık. En çok da Önder APO’nun çözümlemeleri doğrultusunda kendini eğitip, yaşamını bu çerçevede oluşturma arzusu bizlere büyük bir moral vermekte, bizim de arayışlarımızın gelişiminde öncülük rolü oynamaktaydı. Öncüydü Ronahi arkadaş. Birilerine ‘şunu yap’ demeden önce, kendi yaşamında bunu sergiler ve karşıdakini o şekilde teşvik ederdi. Hiçbir arkadaş arasında ayrım yapmadan aynı ölçüler çerçevesinde kendinden katkı sunma ve yettiğince geliştirme çabası sürekli kendini yaşamda göstermiştir.
Taburda sabotajcı olan Ronahi arkadaş korkusuzca görevlerinin üzerine gider ve başarı elde etmeyinceye kadar pes etmezdi. Kendini başarıya endeksler ve bu çerçevede büyük bir çabanın sahibi olurdu. Taburumuz düşmanın deyimiyle sınır hattındaydı. İran-Irak sınır hattının sıfır noktasıydı. Düşman güçleriyle karşı karşıyaydık. Pastarların(asker) içinde bulunduğu ve bir kale görünümü veren Paygahları(karakol) bizde düşmana karşı var olan kin ve nefreti daha da arttırmaktaydı. 2008’in bahar mevsimiydi ve düşman her yönüyle saldırılarda bulunuyordu. Halkımıza yoğun baskılar yapılmakta, gençler sınır hatlarında kurşuna dizilmekte, insanlar sebepsiz zindanlara atılmakta ve vahşice idam edilmekteydi. Buna bir cevabın olması gerekirdi. Hareket olarak başlatılan hamle sürecine aktif katılım hepimizde büyük bir coşku ve moral yaratmıştı. En çok da Ronahi arkadaş şahsında kendini dışa vuruyordu.
Bir sabotaj eylemi için ben, Ronahi arkadaş ve iki arkadaş daha, pastarların geçiş hattına mayın döşedik. Ronahi arkadaş soğukkanlıydı. Soğukkanlılığı ve cesareti birleşmişti. Tek sorun pastarlara ait araçların geçişini beklemekti. Birinci deneme başarısız olmuştu. Aracın geçişinde mayın patlamamış ve araç geçmişti. Bundan kaynaklı Ronahi arkadaş çok rahatsız oldu. Bu kabul edilemezdi. Acele bir şekilde gidip mayını oradan kaldırıp Paygahın çok yakınına bir yerlere döşedik. Mayın patlamıştı ancak istenen sonuç elde edememiştik. Bu hepten Ronahi arkadaşı üzmüştü. Böylesi bir süreçte bu başarısızlık kabul edilemezdi. Bunu nasıl telafi edecekti. Geri döndüğümüzde hep düşünceli bir şekilde, bir şeyler mırıldar halde yürüyordu. Sıkıntısı gözlerinden okunuyordu. Ama bizlere yansıtmamak için ve bizim moralimizin de düşmemesi için şarkı söylemeye başladı.Ronahi arkadaşın sesi bir ayrı güzeldi. En çok sevdiği ve her seferinde dillendirdiği iki parçası vardı.’ İro disa ve Ez Öcalanım’. Tabura doğru giderken Ronahi arkadaş eylem esnasında aklından geçen bir düşünceyi benimle paylaştı. Biz bu eylemi gerçekleştirmeden birkaç ay önce başka bir taburda kendi döşedikleri mayının patlaması nedeniyle şehit düşen Baharin ve Serhat arkadaşı hatırladığını ve bundan kaynaklı da çok dikkatli olduğunu belirtti. Mayın patlar ve şehit düşerse pastarların eline düşmekten korktuğunu dile getirmişti. Ronahi arkadaşla yaptığımız sohbetlerin birinde; “bir gün şehit düşersem, nerede olursam olayım, bu kutsal topraklarda gömülmek isterim” söylemesi benim çok tuhafıma gitmişti. Neden böyle bir şey söyleme gereği duydu? O an anlam verememiştim, ancak yirmi gün sonra gideceği eylemden dönemeyeceğini nereden bilebilirdim ki!
Ülkemin
Çiçekleri koparılıyor sorgusuz
Bastıkça yaralanıyor toprağı
Hüzün sarmış sevdanın kollarını
Dil asi
Yürek ateşli
Bir gidiş olmalı yıldızlara
Ve selama durmalı güneşi…
İran Devleti’nin Kürt halkına ve Özgürlük Hareketi’ne yönelik baskı ve saldırıları her geçen gün artmaktaydı. Daha güçlü cevapların verilmesi gerekirdi. Bu temelde bizim taburun da içinde bulunduğu ve alandaki başka güçlerin bir araya gelerek bir eylem gerçekleştirme zemini oluşturuldu. Bir paygaha gece saldırısı düzenlenecekti. Eylem bizim taburun bulunduğu alandaki bir paygaha yapılacaktı. Bundan kaynaklı kendimizi şanslı hissediyorduk. Ronahi arkadaş bunu büyük bir şans olarak değerlendiriyordu. Alanı tanıması itibarıyla bu şansı daha da artıyordu.
Eylemden iki gün önce alanda bulunan ve taburumuzun gücü tarafında sürekli tutulan bir tepeyi tutmak için bir tim arkadaşla ben de gittim. Ertesi gün saldırı gurubundaki arkadaşlar bizim yanımıza geldiler. Saldırı gurubundaki arkadaşların arasında Ronahi arkadaşı görmem beni çok sevindi. O gün uzun uzun tartıştık. Heyecanlıydı, heyecanı her halinden okunuyordu. Bu heyecanı bana da büyük bir güç veriyordu. Eylem saati yaklaşığında vedalaşma zamanı gelmişti. Vedalardan hoşlanmasak da ‘serkeftın’ temennisi ve ‘Bıji Serok APO’ sloganıyla onları uğurladık. Gitmeden önce yeleğini yanıma bırakarak usul usul, her zamanki güler yüzlülüğüyle uzaklaştı. Nereden bilebilirdim ki yüreğimizi ısıtan bu gülüşünü son defa göreceğimi.
Saatler gece yarısından sonrasını gösteriyordu. Gökyüzünde dolunay vardı ve etraf gündüz gibi aydınlıktı. Usul usul tepelerin ardında kaybolan dolunayla beraber gecede hareketlilik de artıyordu. Eylem başlamıştı. Gecede izli mermiler karanlığı yarıp, göğü deliyordu. Bisving, biksi, kleş ve art arda patlayan bombalar… Bizler tepede büyük bir heyecanla cihazları takip ediyorduk. Bir süre sonra cihazlarda bir yaralı olduğu anonsu yapıldı. Eylem başarılıydı, karakol büyük ölçüde tahrip edilmiş, düşmana büyük kayıplar verdirilmişti. Eylem sonlandırılmış ve grupların çoğunluğu başarılı bir şekilde yerlerine ulaşmıştı. Gözümüz yolda saldırı grubunun gelmesini bekliyorduk. Cihazlar sadece bir yaralı olduğunu belirtiyordu, daha fazla kaybın olmaması bizi sevindiriyordu. Arkadaşlar geldiler. Alkışlar, sloganlar, kucaklaşmalar… Ama karşıda bir eksiklik vardı. Ve arkadaşların üzerinde bir karabasan gibi çökmüş hüzün… Gözlerim Ronahi arkadaşı aradı. Ama bulamıyordum. Anlam verememiştim. Neden sessizce duruyorlar, neden Ronahi arkadaş yanlarında yok? Sonradan anlaşıldı ki Ronahi arkadaş şehit düşmüştü. Saldırıda başka bir arkadaş da yaralanmıştı.
Bir gidiş daha oldu
Ayak izi daha taze
Bir hüzün kaplamışken geceyi
Kimsesiz gözyaşıdır zamana bela…
Ronahi arkadaşın yirmi gün öncesinde bana söylediği o çekincesi gerçekleşmiş ve pastarların eline geçmişti. Bu beni daha beter bir acının içine koydu. Ronahi arkadaşın şahadetini kendime kabul edemezken, pastarların eline düştüğünü nasıl düşünebilirdim? Bu durum beni zorluyordu, gücüm yettiğince bağırmak, hatta hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Çaresi olur muydu o an bilmiyorum ama içimden geçen ve aslında çaresizliğimin en açık göstergesiydi. Bir an bile olsa kendimi Ronahi arkadaşın yerine koymak istedim. Böylesi bir durumda Ronahi arkadaş ne yapardı, nasıl bir davranışın, duruşun sahibi olurdu? Gözlerimin önüne gelir gibi oluyordu. Ve eğer ben Ronahi arkadaşın yoldaşıysam kendimde bir nebze de olsa o dimdik duruşunu sağlamalıydım ve onurluca göğüslemeliydim. Benden isteyeceği şeyin bu olduğuna eminim. Bundan kaynaklı olsa ki yeleğiyle beraber umutlarını, hayallerini, amaçlarını ve o içten gülüşünü omuzlayıp, şafağı selama durdum. Şafağın kızıllığında tüm günahlarımdan arınıp, doğan güneşin ışınlarında yoldaşlığımı kutsadım. Dola Koke’nin zozanlarından esen rüzgârın kanatlarına Ronahi arkadaşın hasretliklerini serpiştirip o uzak, ama Ronahi arkadaşın yüreğinden hiç çıkmayan diyarlara ulaştırmasını istedim. Adaya, adanın yüreğine ulaştırsın diye… Dersim’de, Munzurlarda, akan suyun hırçınlığında sonsuz yaşamın sırrına erişsin diye…
Doğanın tüm güzelliklerini toplayıp saçlarına toka yapmak istedim. Annenin beyaz tülbendini örtüp yüzüne, eline kınalar yakmak istedim. Gelini olmuştun bu toprakların. Nice özgürlük savaşçısı gibi, nice özgür yaşama tutkun Kürt kadını gibi, Zilan gibi, Sema gibi, Gulan gibi… Haziranın on dördünde, katıldın şehitler kervanına. Ne ilk, ne son. Ama ilk gidenki gibi acı dolu, en çok da gurur ve onur verici. Badem gözlerinde parlayan ışığınla, yüzünde hiç eksilmeyen tebessümünle ve bakışlarındaki sonsuz umutla yolumuzu aydınlatıyorsun şimdi. Dolunaysız gecelerde, daralan patikalarımızı aydınlatan, bize doğru yönü gösterensin şimdi.
Haziran gülüdür Ronahi
Dağ doruklarında esen rüzgâr
Zifiri karanlıkları aydınlatan Zühre yıldızı
Dersim kadar asi
Munzur kadar duygulu
Ve Kürdistan kadar onurlu
Bir Kürt kızıdır Ronahi…