Özgür insan doğasının en temel özelliği, kendi tarihini seçebilmesi ve buna göre doğru tarih bilincini oluşturmasıdır. Peki biz gerçekten kendi tarihimizi seçebiliyor muyuz? Bize öğretilen tarih bizim tarihimiz midir? Kendi tarih bilincimizi oluşturabiliyor muyuz? vb sorular daha da çoğaltılabilir. Bu sorulara cevap ararken önce tarihe biçilen anlamlara bir göz atalım.
İlk olarak tarihçi Heredot tarafından tarih sözcüğü kullanılır. Grekçe historiâ (soruşturma, araştırma) teriminden türemiştir. İngilizce tarih anlamına gelen History kelimesi de Grekçeden türeyerek gelmiştir. Kürtçe de tarih anlamına gelen Dîrok (dûr- rok kelimesinden türetilmiştir) sözcüğü kullanılır. Uzak günler ya da geçmiş günler anlamına gelir.
Tarih farklı farklı bakış açılarıyla tanımlanmaktadır. Önderlik; varoluşun, gerçekleşen sürecin yorumlanması olarak tanımlar. Başka bir görüş, düşünmenin özel bir formu, insanın öz serüveni olan tarih insan varlığının kendisini bilmesi olduğunu belirtir. Diğer bir görüş, geçmişte yaşanan olayların incelenmesinin yanı sıra, bu olaylarla ilgili bilgilerin keşfi, toplanması, organizasyonu, sunumu ile ilgilenen disiplin olduğudur.
Genelde insan açısından özelde de kadın açısından tarihini doğru bilmemek körlük anlamına gelmektedir. Kör olmak başkalarının yönlendirmesine açık olmak anlamına gelir. Diğer bir yandan da kendi tarihini yanlış bilmeye neden olur. Kendine ait tarihi bilmemek köksüzlüğü de beraberinde getirir. Egemenler tarafından yazılan tarih ezileni kendine göre tanımlayarak yok sayar ve kendine tabi kılarak her şeyin merkezine kendini koyar. Esas amaçları kendi tarihlerinin her zaman hakikati temsil ettiğini insanların hafızasına yerleştirmektir.
Önderlik, tarihi doğru kavramak, oluş ve yayılma tarzıyla yakından bağlantılı olduğunu belirtir. Hatta tüm bilimlerin anası olarak, tarihin doğuş, gelişme ve yayılma çizgisinin doğru belirlenememesi halinde, tüm toplumsal bilimlerde önemli yöntem ve içerik hatalarının ve yanlışlıkların yapılması kaçınılmaz olur. Evren ile birlikte tüm canlıların nasıl var olduğu, bununla birlikte insanın da inşa ettiği süreçler araştırılarak, yorumlanarak anlaşılmaya çalışılmaktadır. Özellikle ‘nasıl var olunduğu, nereden gelindiği ve nereye gidildiği’ bu sürecin can yakıcı sorularıdır. Bu soruların cevabını bulmaya çalışan tarihçilerin, düşünürlerin bakış açıları farklı olduğundan cevapları da büyük farklılıklar içermektedir. Zihniyet dünyaları, bakış açıları farklı olduğundan tarih değerlendirmeleri de farklı olmaktadır.
Düşünürlerin bir kısmı tarihi, ilerleyen bir süreç olarak ele alarak ve bu kavram çerçevesinde değerlendirmeye çalışmıştır. Kimi düşünürler ise tarihte ilerlemeci anlayışın tam zıttı olarak tarihin ilerlemediği, zaman zaman kendisini yineleyen bir süreç olduğunu savunmuşlardır. Diğer birtakım düşünürler ise tarihte ilerleme veya döngünün sadece bir indirgeme olduğunu savunmuş, tarihi açıklamanın en temel yolunun onu anlamak olduğunu dile getirmişlerdir. Bu açılardan bakıldığında tarihin ilerlemeci, döngüsel, anlamacı ve hermeneutik olmak üzere dört temel bakış açısıyla açıklanmaya çalışıldığı belirtilebilir.
Döngüsel Tarih; bu bakış açısında tarih kendi içerisinde sürekli yinelenip durur. Tıpkı bir çember veya daire gibidir. Geçmişten günümüze kadar birçok insanın sahip olduğu bir düşünce biçimidir. Mitolojik düşünce yapısında etkilidir. Doğadaki düzenliliği gözlemleyerek tespit edip, toplum ortamında da döngüsel biçimde bir düzenliliğin olabileceği düşüncesine varılır. Nasıl ki güneş, doğup batıyorsa, mevsimsel değişimler doğal bir seyir içerisinde gerçekleşiyorsa, uygarlıklar da devletler de böyle bir süreci yaşarlar. Özellikle İslam dünyasında İbn Haldun bu bakışı sistematikleştirir. Tarihsel olayların sadece kendi içerisinde bir yinelenme olmadığı uygarlıkların kaderlerindeki benzerlikler olduğunu belirtir. Şu sonuca ulaşır, her uygarlık bir insan gibi doğar, büyür ve ölür.
İlerlemeci tarihte, insanlık tarihi bir bütün olarak ele alınır ve genel tarihin belli evrelerden geçtikten sonra sonlanacağı kabul edilir. Yaş aşamalarına göre değişim dönüşüm gerçekleştiği düşünülür. Çocukluk, gençlik ve yaşlılık gibi. Tüm insanlık tarihi, organizma biçiminde olan kültürlerdeki değişim, dönüşüm ve hayat hikayelerinden meydana geldiği savunulur.
İlerlemeci görüşün kökeninde Yahudi-Hıristiyan geleneği vardır. Özellikle Yahudi gizemciliğinin etkisi vardır. Bu gizemcilik esas olarak insanın ahlaki anlamda aşamalar kat ederek olgunlaştığını ve bunun sonucunda Tanrı katına geri dönüşünü ifade eder. Tarihin bu teolojik yorumunda asıl olan, insanın, işlediği günah yüzünden tarihsel süreç içerisinde arınmasıdır. Bu düşüncenin babası St. Augustinus’tur. Ayrıca ilerleme düşüncesine dair teolojik çizgisellikle ilişkili değerlendirmeler yanında, aklın olgunlaşarak geleceği inşa edeceği düşüncesi ve yine ilerlemenin ahlaksal bir değer taşıdığı üzerinden de çeşitli temellendirmeler yapılmıştır. Tarihte amaçsallığın ilk temellerini atan Leibniz’e göre: “Tarih, aklın gitgide olgunlaşmasıdır; karanlıktan aydınlığa doğru adım adım yükselişidir. Bu devinim süreklidir, gerilemeler ve duraksamalar yeni başarılar için güç kazanmaktan başka bir şey değildir.” Yine aynı doğrultuda Kant için ise ilerleme kavramı ahlaksal bir değer taşımakta ve daha özgür bir insanlık özlemine dayalı hedeflerimiz açısından tarihe ilerleme idesi altında bakmak, ahlaksal bir ödevdir.
Böylece tarih, dünya üzerinde insanın durumunun yetkinleştirilmesi amacına yönelik ilerleme biçimine dönüşmüştür. İlerlemeci tarih, döngüsel tarihten farklı olarak tüm tarihsel sürecin bir sonu olduğunu, bu sonun da tarihin amacının gerçekleşmesiyle meydana geleceğini dile getirmektedir. İlerlemeci tarihin iki farklı yönelimi ise tinselliğin veya maddeliğin ilerlediği yaklaşımına göre ortaya çıkmaktadır.
Anlamacı tarih ise genel olarak yasallıktan bahsedilemeyeceği yaklaşımıyla hem döngüsel hem de ilerlemeci tarihin tüm yönelimlerinin karşısında bulunur. Özellikle ilerleme düşüncesine karşıt tavır gösterilir. Aydınlanma düşüncesinde var olan ilerleme özü, insanlığı da tıpkı doğadaki gibi bir determinizme mahkûm ederek onun özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Yine tinselci ilerlemeci yaklaşımlar da aynı şekilde insani varoluşun önemini ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla tarihe bir açıklama getirilecekse, tarih içerisindeki bireyin ve bireylerden oluşan toplumların özgünlüklerine, öznelliklerine uygun bir açıklama getirilmelidir. Buna göre anlamacı tarih, tarihte genel bir ilerlemenin olduğu düşüncesini kabul etmez. Herder, tarihte ilerlemeler olduğu gibi gerilemelerin de olduğunu söyler. Böylece her tarihsel dönemin kendi içerisinde bir amacı, hedefi ve değeri bulunmaktadır. Dilthey’e göre, tarihsel süreç içerisinde bireysel yaşam ve bu yaşamın oluştuğu toplumsal yaşam, kendi dönemlerinde ele alınmalıdır. Tarihte ilerlemeler ve gerilemeler mevcuttur ve tarihin kendisini oluşturan şey, tüm dönemlerin kendi özgünlükleriyle barındırdıkları kendi değerleri ve yasallıklarının bütünüdür.
Hermeneutik tarih anlayışında anlama ve yorumlama temel bir yöntemdir. Anlama sayesinde bireyler, toplumlar ve dönemler arasında bir düzenlilik sağlanabilir. İlerleme gibi düşünceler, yalnızca bulunulan dönemin temel karakteristiği olmasına rağmen, tüm tarihe genellenerek yanlış bir tarih anlayışı ortaya konulmaktadır. Tarihin düzeni, geçmiş dönemlerin yeniden yaşanarak anlaşılması ve yorumlama yöntemiyle tüm dönemlerin birikimi kavranır. Bu temelde dönemlerin birbirleriyle ilişkisi kurulabilir. Böylece hermeneutik tarih anlayışı, tarihte genel bir ilerleme olmasından ziyade, tarihte evrensel olarak gerçekleşen özgür bir insan varoluşu olduğunu ve geçmiş, şu an ve geleceğin toplamının tarihi oluşturduğunu kabul etmektedir. Burada bir genel yasallık bulunamayacağı için yalnızca anlama ve yorumlama esastır. Anlamlı bir tarihten bahsedebilmek için kilit sorun, onun akış gücünün o akış anında nasıl gerçekleştirildiğidir. Hangi zihin ve irade çalışması o anda etkili olmuşsa, o anlamı ve iradeyi yakalamak gerçek tarih yapmak veya yorumlamaktır.
Sonuç yerine, Yazılı tarihi şekillendiren uygarlık anlatılarıdır. Bunlar mitolojik, dinsel ve bilimsel anlatımlardır. Bu yazılı anlatımlar genellikle yaratıcının emriyle başlatılır. Oluşturulan tarih son beş bin yılı kapsamaktadır. Esasında egemen erkek zihniyetinin tarihidir. Bu düşünce yapısıyla şekillenen tarih, baskıyı, sömürüyü kutsallaştırmayı esas alarak iktidarcı devlet uygarlıklarından bahseder. Kadınların, ezilenlerin, işçilerin, emekçilerin tarihi ancak kendileri tarafından yazıldıklarında görünür olacaktır.
Önderlik, gerçek tarihin kendini gösteremeyen ve yazdıramayanların tarihi olduğuna emin ve toplumun ezici çoğunluğunun emeği, direnişi, yaratışı, keşfi hep görünmez kılınmış olduğunu belirtir. Toplumsal kazanımlarına el konulmuştur. Gerçek sahipleri bilinmez kılınmış, yazamamış ve yazdırılmamıştır. Özellikle kadın icat ve keşifleriyle, çiftçi, çoban ve zanaatkâr keşif ve icatları neredeyse keşif ve icatların tamamının sahipleri oldukları halde tarih hiç de bu gerçekliği teslim etmemektedir.
Bu açıdan “yanlış tarihle doğru yaşanmaz. Kendi özgürlük tarihini doğru yazamayanlar, özgür yaşayamaz.” Özellikle kadınlar özgürlük direnişini sürdürürken hem kendi kölelik tarihini hem de özgürlük tarihini yazdıklarında bütün ötekileştirilenlerin sesi olacaktır.
Ronahi Malatya