Liberalizmin yarattığı manipülatif yaşam tarzı, insanlardaki yalnızlık, geleceğe dair belirsizlik hissi, metalaşma sürecinde zirveleşmeye doğru tırmanan gelişim seyri, liberal sistemi tanımlamak için önemlidir. Eski olarak adlandırılan tüm bu tartışmaları bir kenara itip yeni bir anlayış yaratma iddiasının da nedenini oluşturmaktadır. Günümüzde modernist düşüncenin geçmişi yok sayarak yürüttüğü tartışmalar, bizleri Liberalizmin yarattığı karanlığa savrulmakla baş başa bırakmıştır. Bu süreci ortaya koymak için sistem karşıtı hareketlerin ve günümüz mücadelesinin mantığını kavramak önemlidir. Kapitalizmin her alana yönelttiği saldırılar (cinsiyetçilik, ırkçılık, savaşlar, yoksullaşma, metalaştırma) nedeniyle büyüyen mücadeleler, sistemi sarsma anlamında önemli bir dinamik oluştururlar. Bu mücadelelerin bir aradalığı, dayanışması ve bütünsel bir bakış açısı yaratması ayrı bir aciliyet taşımaktadır. Çünkü bu ezilen kesimler liberalizm karşısında ciddi bir savrulmayı yaşamaktadırlar. Sistem karşıtı hareketler liberalizmin yaşam tarzından ve zihniyetinden kurtulmadıkları için yürüttükleri mücadele bu kavramı karşılamamakla birlikte, alternatif bir sistem inşa etmekten de uzaktır. Çünkü geleceğe ilişkin projeleri olmadığı gibi tarihi de doğru çözümleyemediklerinden dolayı sistem karşıtlığını geliştirmeleri hayli sorunlu olmaktadır. Liberalizmin ağır etkisinde olan bu hareketler en az sistem kadar çağımızı olumsuz etkilemişlerdir. Sistem karşıtı hareketler modernite konusunda tam net olamadıkları için ütopyaları kapitalist moderniteyi aşmak yerine ömrünü uzatmıştır. Sistem karşıtı hareketlerin kökleri Fransız Devrimine dayanır. Fransız düşünce yapıları milliyetçilikten komünizme, dincilikten pozitivizme, feminizmden ekolojiye kadar oldukça iç içe oldukları halde kapitalist modernitenin ömrünü uzattıkları gerçeğini fark edememişlerdir. Sosyal konumları daha çok orta sınıf ve yaşam tarzları modernist olan bu hareketlerin öncüleri toplumda önemli bir çoğunluğu kapsamaktadır. Topluma bakış açıları yığın olarak görme algısıyladır. Bu nedenlerden kaynaklı kapitalist moderniteyi aşamadıkları gibi ciddi bir savrulmayı da yaşamışlardır.
Sistem karşıtı hareketlerin kapitalizme eklemlenmelerinin esas nedeni liberalizmin yaratmış olduğu zihniyet yapılanmasını aşamamalarından kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı da sistem karşıtları güç kaybına uğramışlardır. Liberalizmin sağ veya sol kanadı olmaları gerçeği değiştirmemektedir.
Kapitalist tekellere eklemlenmeleri ise modernite anlayışlarıyla bağlantılıdır. Sözde kapitalist moderniteye karşı olarak Post-modernist, feminist ve ekolojist hareketler daha çok bu gelişmelere duyulan tepkinin sonucu olarak ortaya çıksalar da mevcut ideolojik ve pratik konumları çok etkili olamadıklarını göstermektedir. Bu nedenle sistem karşıtlığının entelektüel, ahlaki ve politik olarak radikal bir yenilenmeye ihtiyacı vardır. Bu ana çerçeve içinde sistem karşıtı güçleri daha yakından tanımak önemlidir, gereklidir ve yararlıdır.
Reel-sosyalistler: ‘Reel-sosyalizm’ olarak tanımlanan yaşanmış sosyalist pratik; ‘refah devleti’ uygulamasından ve insan ihtiyaçlarını salt ekonomist bir bakış açısıyla değerlendirmesinden dolayı aşırı disiplinleri ve bürokratik yaşam tarzını ortaya çıkartmıştır. Dönemin işçi sınıfı hareketlerinin ortaya çıkan ırkçılık-cinsiyetçilik-militarizm karşısındaki çözümsüz, dışlayıcı tavrı ve sanayileşme/kalkınma konularında aldığı tutum, yaşanan süreci liberal ideolojinin bir sonucu olarak ele almamızı gerektiriyor. Daha çok özel tekelcilere karşı çıkıp devlet kapitalizmini hem iktidar hem de sermaye tekeli olarak benimsemişlerdir. Bunun sonucunda iktidar gücünü ele geçirdiklerinde sosyalizmi inşa edebileceklerine inanmışlardır. Modernitenin üç sac ayağından olan endüstriyalizm, ulus-devlet ve kapitalizmi olumlamışlar ve ilerici bir adım olarak görmüşlerdir. Kapitalizmi bir zorunluluk olarak ele alıp pozitivizmi ise bilimsellik olarak kabul etmişlerdir. İnşa ettikleri sosyalizmi, Darwin ve Newton’un biyoloji ve fizik alanında geliştirdikleri tezler doğrultusunda sorgulamasız olarak devrimsel gelişme kabul edip yaşanan süreçleri bilimsel olarak ele almışlardır. Sosyolojik yaklaşımları kaba Darwincilik esaslarına göredir. Yine birinci doğanın kanunlara tabi olduğuna inanarak en katı determinizme düşmüşlerdir. Toplumlar; ilkel, köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist olarak düz bir çizgide gelişen modeller gibi tasvir edilmiştir. Toplumsal doğaya ilişkin pozitivist evrenselci, düz çizgisel-ilerlemeci yöntemsel yaklaşımı kabul edip uygulamışlardır. Özel kapitalizm yerine devlet kapitalizmini esas almışlardır. Uygarlık karşıtı güçlere bakışları da oryantalisttir, yani bu güçleri geri ve barbar olarak değerlendirmektedirler. Esas aldıkları paradigma devrim-iktidar-sosyalizm olunca ortaya çıkan oluşum da devlet kapitalizmi olmuştur. Reel Sosyalizmin kapitalizmle sonuçlanması, sınıf temelleriyle ilgili olduğu gibi liberal ideolojinin yaşam tarzından kopmamasıyla da bağlantılıdır. Bundan kaynaklı egemenlere çevirdiklerini sandıkları silahların yönünü topluma çevirmiş olup kapitalizmin halklar üzerinde yürüttüğü sömürünün aracı konumuna düşmüşlerdir.
Feminist hareketler: Genel olarak feminizmi; erkek egemenliğine karşı çıkarak, cinsler arasında siyasal, ekonomik ve toplumsal eşitliği savunan görüş olarak tanımlamak mümkündür. Batıda Fransız devrimi ile birlikte kadınların seçme ve seçilme hakkı, mülkiyet hakkı, kadın özgürlüğü kavramı çerçevesinde gelişen ve örgütlenen bir harekettir. Çeşitli eylem ve reformlar sonucunda kadınlar açısından bazı haklar elde etmişlerdir. Feministlerin liberal eğilimli olanları elde ettikleri hakları yeterli görüp bununla yetinmişlerdir; fakat kadın mücadelesi konusunda daha radikal olanlar bu hakları elde ettikten sonra özgürlüklerinin yalnız bu haklarla sınırlı olmadığını, asıl sorunun erkeğin kültürel egemenliği olduğunu savunarak mücadelelerine devam etmektedirler. Bu görüşleri dile getirdikleri halde yine liberal düşüncenin etkisi ile var olan kadın sorununu ideolojik olarak ele almadıklarından dolayı feminizm günümüze gelinceye kadar hep bir parçalanma durumunu yaşamıştır. Feminist hareketler ancak birkaç aşamadan sonra günümüze kadar gelebilmiştir. Feminizmde kadın görünüşte erkek kadar eşit ve özgürdür. Hâlbuki en önemli kandırmaca bu eşitlik ve özgürlük tarzında gizlidir. Sadece resmi modernitenin değil tüm dönemlerin hiyerarşik ve devletçi uygarlık sistemi köleci anlayışı yaşamın tüm toplumsal dokularına nüfuz edip zihnen ve bedenen tutsak aldığı kadını en derin köleliğe mahkûm edip çalıştırmıştır. Feminist düşünürler; temelde ataerkil toplumsal düzeni eleştiren feminist görüşü bir bütün olarak çözümlemeye imkân tanıyan bir teori geliştiremediklerinden liberalizm, Marksizm, psikanaliz, varoluşçuluk, radikalizm gibi düşünce akımlarının etkisinde kalarak oluşturdukları teoriler ile kadın haklarına alternatif çözüm arayışlarına cevap olacak bütünlüklü bir örgütlenme geliştirememişlerdir. Bu feminist teoriler, kadınların ataerkil toplumsal düzen yapısı içinde değersizleştirildiklerini varsaymakta ve bunun nedenini sorgulamaktadırlar. Bu sorgulamada ise asıl önemli nokta olan zihniyet sorununu ele almadıklarından dolayı çözüm gücü de olamamışlardır.
Anarşistler: Anarşistler kapitalizmi yalnız özel-tekel ve devlet tekeli olarak değil, modernite olarak da eleştirip sistemin var olan tüm hiyerarşik yapılarına karşı durduklarını söyleyerek teorisini geliştirirler. Dolayısıyla sistem karşıtı bir güç konumuna gelmişlerdir. Ancak bu teorilerini bir programa ve örgütlülüğe dönüştürememişlerdir. Her türlü tahakküm düzenine karşı çıktıklarını fakat doğal otoriteyi kabul ettiklerini söyledikleri halde toplumsal düzeni de benimsememişlerdir. Özgürlüğün bireysellikten geçtiğine inandıkları için mücadelelerinde bireysel kalmışlardır. Bireysel kalmaları, güçlü taban bulamamaları, karşıt sistem geliştirememeleri liberalizmin bireysel özgürlük anlayışıyla yakından bağlantılıdır. Önemli görüş ve eleştirilerine rağmen kitleselleşip pratik uygulama şansı bulamamalarının nedeni, uygarlık çözümlemelerinin eksikliği ve uygulanabilir bir sistem geliştirememeleriyle bağlantılıdır. Tarihsel-toplum çözümlemeleri ve çözüm önerileri de pek gelişmediği için demokratik siyaset ve modernite konusunda sistematik düşünce ve yapılanması içine girememişlerdir. Avrupa merkezli sosyal bilimin pozitivist etkisini taşımaktadırlar. En temel eksiklikleri, teori ile yaşamları arasındaki derin uçurum olması nedeni ile çokça eleştirdikleri modern yaşamı kendilerinde aşamamışlardır. Liberalizmin tuzağı olan sahte özgürlük anlayışının etkisine girmişlerdir.
Ekolojik hareketler: Ekoloji sorunun göstergesi olarak günlük yaşamımıza yansıyan ve giderek büyük tehlikeler haline gelen çevre sorunları bütün dünyanın önemli ve öncelikli gündemlerinden biridir. Ekolojik yıkımın büyüklüğü ve kapsamı sorunun geçici tedbirlerle çözümlenemeyeceği kadar köklü ele alınmasını gerektirmektedir. Kapitalizmin yol açtığı endüstriyalizmin sonuçlarından olan; ozon tabakasındaki deliğin büyümesi, sera etkisinin yol açtığı küresel ısınma, su ve toprakla birlikte hava kirliliğinin artışı gelecek hakkında alarm zillerini çaldırmaktadır. Artan nüfusun çoğalan ihtiyaçları, doğaya yoğun saldırılar, aşırı tüketim gibi sorunlar karşısında doğa kaynaklarının tükenmesi gelişecektir. Liberalizm, her toplumsal konuda olduğu gibi ekolojik alanda da sorunun yapısal özü olan kapitalist endüstriyalizmi göz ardı ederek teknolojiyi, fosil yakıtlarını, tüketim toplumunu sorumlu göstermeye çalışmaktadır. Hâlbuki tüm bu yan olgular kendi modernite sisteminin ürünleridir. Liberalizmle gerçeği görmek isteyen gözlere perde çekerek doğayı toplum karşıtı haline getirmektedir. Şahlandırdığı bireycilikle doğa katliamını geliştirmektedir. Yaşanan felaketlere çözüm geliştirmek isteyen ekolojik hareketler ise toplum ve doğa karşıtı olan liberal ideoloji ile ortak hareket ettikleri için bu felakete alet olmaktadırlar.
Kültürel hareketler: Kültürel hareketler tüm uygarlık çağları boyunca direnen bir güç olarak hep var olmuşlardır. Ulus-devletin hâkim bir etnisite, din, mezhep veya başka bir grupsal olguya dayanarak toplumu, ulusları homojenleştirme sürecinde; çok sayıda gelenek ve kültürü dejenere ederek ya da asimile ederek yok etmek istemişlerdir. Binlerce dil, lehçe, kabile, aşiret ve kavim kültürleriyle yok edilmenin eşiğine getirilmiştir. Birçok din, mezhep ve tarikat yasaklanmış, folklor ve gelenekleri asimile edilmiş, asimile edilemeyenler göçe zorlanmış, marjinalize edilmiş, bütünlükleri parçalanmıştır. Tarihin belki de en uzun süreli, en şiddetli savaş dönemleri sayılabilecek bu süreçler halklar ve kültürler üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Olumsuz etkileri günümüze kadar da yansımasını göstermektedir. Pasifleşen ve örgütlenme direncini kısmen yitiren kültürel yapılar günümüzde liberalizm ile daha da zor durumda kalmışlardır. Kapitalizmin azami kar hırsı, aşırı tekelleşme örgütlenmeleri toplumsal kültürel yapılarda kendini yenileme ve geliştirmede yetersiz kalınmasını getirmiştir. Bu duruma karşı tarih boyunca hep var olan hareketler soykırıma karşı belli bir direniş halinde olsalar da sistemin kapitalizm aşamasında onun gözde ideolojisi olan liberalizmin etkisinden kurtulamadıklarından kültürel soykırım ve asimilasyonu görememişlerdir. Eskinin canlandırılmasını hedefledikleri için sınıf mücadelesinin bozucu bir unsuru olarak değerlendirilmekten kurtulamamışlardır. Sonuç; tüm olası müttefiklerinden kopuk, ekonomizme boğulmuş soyut bir sınıfsallık olarak yansımıştır. Sınıfsal oluşumu meşru görmenin objektif olarak iktidar ve devlet sınıflarına hizmet olduğunu kavramamışlardır. Köleliği, serfliği ve proleterliği, tarihsel ilerleme ve doğaya karşı özgürlük için ödenmesi gereken bedeller olarak yorumlamışlar. Bu nedenle kapitalizmin tüketicilik mantığının sonucu olan kültürlerin asimilasyon ve soykırım yöntemi ile yok oluşlarının önüne geçemedikleri gibi kendilerini dahi bu yok olma tehlikesinden kurtaramamışlardır.
Modernitenin ideolojisi olarak liberalizm anlaşılmadığı ve aşılmadığı sürece, sistem karşıtı olan ve var olan sisteme karşı direnen tüm hareket ve güçlerin bu sisteme entegre olmalarının önüne geçilemez. Sistem güçleri kendilerine karşıt akım ve hareketlerin gelişmesi karşısında şüphesiz boş durmamışlardır. Kapitalist modernite sistemi, kendine karşı olan tüm örgütlemeleri pasif kılmak için özel politikalar geliştirerek yok etmeyi ya da kendi sitemine tabi kılarak kendini büyütmeyi hedef edinmektedir. Başta ideolojik olmak üzere askeri, siyasi, ekonomik ve psikolojik her türlü yöntemle bu hareketleri bastırmak, yok etmek ve saptırmak ve kendi denetimlerine almak istemektedirler. Sistem güçlerinin bu anlamda sistem karşıtı güçlerle mücadele konusunda oldukça zengin yöntemlere ve deneyimlere sahip olduklarını belirtmek gerekmektedir. Nice sistem karşıtı akım, hareket ve bireyler bu yöntemlerle tasfiyeye uğratılmışlardır. Tasfiye edemediklerini ise liberalizm ile amaçlarından kopartıp kendileri için tehlike oluşturmayacak konumda tutmuşlardır.
Şehit Zilan Akademinin Kaleminden