Kürdistan’da özel hareket ve kirli savaş temelinde özel savaş kendini bu şekilde yeniden konumlandırırken, yaygın ve etkili bir şekilde psikolojik bir savaş da yürütmüştür. Denilebilir ki; Türk Özel Savaş Rejimi Kürdistan’da yürüttüğü kirli savaşta, psikolojik savaşa dayanarak sonuca ulaşmak istemiştir. Bu çerçevede Kürdistan’da psikolojik savaşın kapsamı geniş tutulmuştur. Hedefinde gerilla, halk, tarafsız kesimler bulunmuştur. Aynı zamanda Kürdistan’da kullandığı özel harekât elemanlarını da bu psikolojik savaş kapsamında hazırlamış ve kendince dost gördüğü çevrelerden aldığı desteği psikolojik bir üstünlüğe dönüştürmek istemiştir.
Daha önce özel savaş rejiminin aynı zamanda bir bio-iktidar olduğunu söylemiştik. Bu tür rejimler, toplumun yaşayan bir organizma olduğunu ve sahip olduğu, yarattığı değerlerle var olduğu gerçeğini bir yana bırakarak; toplumu ve insanı sadece kaba bir madde olarak ele almaktadır. Topluma ve insana bu şekilde herhangi bir nesne olarak baktıkları için de onların üzerinde her türlü oynamayı kendilerine hak olarak kabul etmişlerdir. Kürdistan’da özel savaşın halkımıza yaklaşımı da bu şekilde belirlenmiş ve psikolojik savaş bu temelde geliştirilmiştir. Halkımızın doğal toplum kaynaklı kültürel değerlerini bozmak, tüketici kılmak ve yozlaştırmak için tüm yöntemlere başvurulmuştur. Önderliğimizin “kültürel soykırım” dediği bir katliamın gerçekleşmesi için gerekli olan altyapı hazırlanmaya çalışılmıştır. Böylece, Kürtlüğünden uzaklaştırılmış olan halkımıza amaçladıkları şekilde bir biçim vermek istemişlerdir. Bu hedefe ulaşmak için de Türkleşmeyi özendiren politikalar devreye sokulmuştur. Basın-yayın organları harekete geçmiş, okullar bu anlamda tamamen ulusal inkâr yuvaları haline getirilmiştir. Halkın dini duyguları istismar edilmeye başlanmış, sahte tarikatlar oluşturularak, dini adlar kullanan kontra örgütler örgütlendirilmeye başlanmıştır. Genç kızlar dikiş-nakış, meslek vb. öğretilme adı altında asimile edilmeye ve modernist bir yaşam içerisine çekilmeye çalışılırken, yerden mantar biter gibi spor kulüpleri yaygınlaşmıştır. Fuhuş ve uyuşturucu gençler içerisinde birer salgın haline getirilmiştir. Bununla da yetinilmeyerek, gençlere yönelik ajanlaştırma faaliyetleri içerisine girilmiştir. Özelikle de Kürdistan şehirlerinde ve Kürtlerin yoğunlukta bulunduğu metropollerde, bu uygulama yoğunlaştırılmıştır. Genç kızlar ve erkekler türlü vaatlerle kandırılmaya ve düşürülmeye başlanılmıştır. Tecavüze uğratılarak, uyuşturucuya, paraya alıştırılarak ajanlaştırılan gençler, Kürt özgürlük mücadelesi içerisine sızdırılarak kullanılmak ve cinayet işleme dahil birçok suça bulaştırılmak istenilmiştir. Bu konuda basın-yayın organlarına yansıyan onlarca haber geçmiştir. Franko’nun Üç F’si (fuhuş, futbol, fiesta) ya da genel olarak ifade edilen toplumu yozlaştırma ve başkalaşıma uğratmada kullanılan Üç S (seks, sanat, spor), halkımıza karşı ilan edilen psikolojik savaşın temel araçları haline getirilerek kullanılmıştır.
Özel savaş halka karşı psikolojik savaş yürütürken, işbirlikçi yapı ve aşiretlerin de desteğini almıştır. Kürt Özgürlük Mücadelesinin ulusal özgürlük özelliği böylelikle gölgelenmek, işbirlikçi Kürtlerle bu amaç muğlaklaştırılmak, gölgelenmek istenmiştir. Nitekim çete-korucu güçleri, KDP benzeri oluşumlar bu minvalde açıklamalara yaparak ulusal bilinci ve cepheyi parçalamak istemiş, daha doğrusu özel savaşın bu amacı çerçevesinde hareket etmişlerdir. Nihayetinde şu an KDP Kürt uluslaşmasının önündeki en büyük engel, Kürt uluslaşmasına dayatılan en büyük provokasyon olarak rolüne devam etmekte, kendisinin oluşturulma amacına denk bir pratik sergilemektedir.
Böylece özel savaş geliştirdiği psikolojik savaş ile gerilla, halk ve kendince ortada gördüğü tarafsız kesimleri etkisi altına almaya çalışmış olmaktadır.
Bir yandan bunlar yaşanırken, diğer yandan da gelişen Kürt halk hareketine, serhıldanlarına karşı Türkiye halkında şovenizm geliştirilmeye çalışılmıştır. Böylece şovenizm yoluyla Türkiye’de faşizm kitleselleştirilmek istenmiş, Türkler, Kürtlerin karşısına çıkarılmaya ve Kürt oldukları için insanlar düşman haline getirilmeye başlanmıştır. Kürtleri düşman gören Türkler, ona karşı savaşan bir güç konumuna getirilmek istenmiştir. Yapılan tahrikler sonucunda da Türkiye’nin değişik yerlerinde Kürtlerin bulunduğu mahallelere saldırılar yapılmıştır. Kürt olduğu için 1990’lı yıllarda insanlar linç edilmeye, evleri, iş yerleri yakılmaya, talan edilmeye ve insanlar göç etmeye zorlanmışlardır. Çanakkale’de, Antalya’da, Muğla’nın ilçelerinde, Mersin’de, İzmir’de bu tür olaylar yaşanmıştır. Partiler kapatılmış, milletvekilleri tutuklanmıştır. Gazeteler bombalanmış, dergiler kapatılmıştır. Bunların hepsi, Kürtlere karşı geliştirilen özel savaşın 1990’lardan sonraki uygulama biçimleri olmuştur. Özel savaşın bu şekilde geliştirilmesi, özel savaşın farklı boyutlarda tartışılmasını beraberinde getirmiştir. Özellikle Doğan Güreş, Tansu Çiller, Mehmet Ağar sürecinde yürütülen özel savaş, belirttiğimiz kapsamda topyekûn savaş olarak ele alınmıştır.
Kürtlerin gerillasıyla, halkıyla, gerçekleştirdiği serhıldanlarla bir bütün olarak ulusal dirilişin tamamlandığını dile getirdikleri, “Sıra Kurtuluşta” sloganını gündemlerine aldıkları böyle bir süreçte; TC, Kürtleri düşman ilan ederek, özel savaşı topyekûnleştirmiş. Bu ekonomik, siyasal, ideolojik ve kültürel yani yaşamın her alanına yönelik geliştirilen saldırı anlamına gelmektedir. Özellikle 1990 sonrası süreç Türkiye’de yürütülen özel savaşın daha profesyonelce yürütüldüğü, stratejik olarak ele alınıp uygulamalarla geliştirildiği bir dönemdir. Yani gerillayı en ince ayrıntısına kadar ele almış ve oradan kendilerine göre sonuçlar çıkartmışlardır. Buna göre ‘gerillaya karşı ne yapılabilir?’ sorusunu kendilerine sorarak, saptamalarda bulunmuşlardır. Bunun bir sonucu olarak da ‘Özel Ordu’yu geliştirmeyi kararlaştırmışlardır. Bu noktada özel, profesyonel ordunun oluşturulması yönünde kararlar almışlardır. Gerillaya karşı büyük güçlerle saldırıldığında, sonuç elde etmenin zor olduğunu görmüşlerdir. Bu nedenle “özel harekâtlar geliştirilmelidir” şeklinde bir sonuca ulaşmışlardır. Daha sonra, “uçar birlik harekâtı” adını verdikleri ve operasyonel güçler tarafından 1997-1998 yıllarında bu temelde saldırılarını yoğunlaştırmışlardır. Kürdistan’da özel savaş mekanizmalarının güçlendirilmesi, savaş suçlarının yoğunlaşması, çete-devlet gerçeğini daha belirgin hale getirmiştir. Kendi içinde suç çeteleri oluşturan devlet giderek bu suç çeteleriyle bütünlük içinde bir organizasyona dönüşmüştür. Gerilla cenazelerinin parçalanması, panzerlerin arkasına bağlanarak sürüklenmesi, vahşet sahneleri korku yayma kadar işlenen suçların yol açtığı korkaklık devletin tüm bünyesini sarmıştır. Özel savaş aygıtları onu kullananın eseridir ama onu kullananı kontrol edemez noktalar sürükleme yeteneğine sahiptir. Ilımlı İslamcı, hoşgörücü, herkesi kucaklayıcı argümanlarla yola çıkan sahte lider Erdoğan şu an sığındığı çete uygulamaları dışında hiçbir gerçeği ifade etmemektedir. İktidar olmak şu anki devlet koşullarında dört dörtlük çete olmakla özdeştir.
Özel savaşın topyekûn bir biçim kazanması ise, Türk Devleti’nin Kürt halkına karşı geliştirdiği saldırıların her şeyiyle; ordusuyla, polisiyle, kontra güçleriyle, partileriyle, meclisiyle, desteğini aldığı faşist kitlelerle birlikte ortak bir kanalda birleştirilmesi, ulusal mutabakat çerçevesinde ele alınarak sürdürülmesi anlamına gelmiştir.1990’dan sonra böylesi bir biçim alan özel savaş, AKP hükümeti iktidarı ile beraber kendisini yeni bir şekilde ortaya koymuştur. Bunun içindir ki, AKP iktidarına özel savaş hükümeti denilmektedir. Bu süreçle birlikte AKP, özel savaşın siyasal sorumluluğunu üstlenmiştir. Gelinen aşamada ise özel savaş, AKP’nin siyasal sorumluluğu altında sürdürülmektedir. Bu aşamadan sonra da özel savaşın alacağı yeni biçimler olacaktır. Onun için özel savaş rejimi şimdi, PKK’ye karşı nasıl mücadele edileceğini, mücadelemizi nasıl durduracağını veya nasıl bastıracağını tartışmakta ve yeni kararlar almaktadır. Özel profesyonel orduyu da bunun için yeniden tartışmaya başlamışlardır. Yine Türk Ordusu’nun sayısal olarak küçültülmesini gündeme getirmişlerdir. Kürtler içerisinde, Kürtlüğünü inkâr eden uşak bir kesime dayalı olarak bir model geliştirme arayışları içerisine girmişlerdir. Öyle ki, AKP içerisinde bulunan yetmiş Kürt milletvekilini kullanarak: “En büyük Kürt partisi benim” demeye kadar işi vardırmaya çalışmıştır. AKP bunu yaparken basın-yayın organlarına da yansıdığı gibi, kendine “Kürt’üm” diyen bazı kişileri de yedeğine almaktan geri kalmamıştır.
AKP siyasal sorumluluğunu üstlendiği bu özel savaşı, askeri-istihbari-psikolojik boyutuyla yürütmeye çalışıyor. Bugün onlarca gazete ve TV’yi hizmetine almış, kullanıyor. Bugüne kadar basın-yayın araçların kullanımı hiç bu oranda tek elde toplanmamıştı. Bu konuda özel psikolojik savaş grupları ve komisyonları oluşturuyor. Bu grupların geliştirdikleri projelere dayanarak da toplum yönlendirilmeye çalışılıyor. Hatta bununla da yetinilmeyerek çok ince yöntemler kullanılıp ajanlar sızdırılarak, muhalif kesimler de yönlendirilmeye, eritilmeye, etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Gerçekleşen genel ve yerel seçimlerde bu çok açık bir şekilde yaşanmıştır. Bu konuda kamuoyuna yansıyan belgeler olmuştur. O belgelerde AKP ve AKP’yi destekleyen, onun arkasında olan kesimlerin neler yaptıkları açıkça ortaya konulmuştur.
Tüm bunlar, günümüz koşullarında özel savaşın yürütülmesinin almış olduğu biçimler olmaktadır. Özel savaşı askeri, siyasal, toplumsal boyutuyla uygulanmasını bu şekilde ortaya koyabiliriz. Burada anlaşılması gereken, içerisinde bulunduğumuz koşullarda özel savaşın en tehlikeli ve kapsamlı boyutunun, askeri boyut olmadığıdır. Gelinen aşamada bu aşılmıştır. 12 Eylül’ün üzerinde o kadar durmamızın nedeni budur. Ekonomik alanda yöneliyor, toplumsal alanda yöneliyor, ideolojik ve kültürel alanda yöneliyor. Toplumu tek tek bireylerine kadar ayrıştırarak, nasıl etki altına alıp özünden boşaltacaksa, ona uygun şekilde politikalar geliştirerek yöneliyor. Günümüzde özel savaş budur. Mesela, televizyon izliyoruz. İzlediğimiz televizyon baştan sona kadar tam bir özel savaş aygıtıdır. Atom bombasından daha tehlikelidir. Atom bombası, belki düştüğü alanda kütlesine oranla tahribat yaratıyor. Ama televizyon denen olgu, aynı anda on milyonlarca eve giriyor ve her evde bomba etkisi yaratıyor. Toplumun alışkanlıklarına yön veriyor, kişiliklerin şekillenmesine, konuşmasına, giyimine ve her şeye yön veriyor. Bu şekilde toplumu etkisi altına alıyor. Özel savaş, psikolojik savaşı kullanarak, beyin nakli gerçekleştirmiş olmaktadır.
Kürt isyan ve direnişlerinde olduğu gibi, özel savaş uygulamaları tarihten günümüze hep devrededir. Kontrgerilla, ihanet, teşhir, komplo, işbirlikçilik vb. bu yöntemlerden sadece birkaçıdır. İsyanı direniş önderlerini bastıran Türk devleti, özel savaş manifestosunu 24 Eylül 1925’te Şark Islahat Kanunu adıyla çıkarmıştır. Bu plan günümüzde devreye konulan Çöktürme Planı ile aynıdır. Planın özeti ise tehcir (göçertme), tedip (eğitim) ve tenkil (imha) olarak formüle edilmiştir. Bu planların adlarından da anlaşılacağı gibi amaç, Kürt halkını terbiye ederek diz çöktürmektir. 1925 yılında yayınlanan bu belgeyle adeta bir komplo yapılmıştır. Beyaz Türk komplosundan itibaren Kürt, Kürdistan ve Kürtlükle ilgili her tür miras, adlandırma birdenbire yasaklanıp, olgu olmaktan çıkarılmak istenmiştir.
Günümüzde özel savaş böyle yürütülmektedir. Topluma sunduğu imkânlarla, televizyonla, televizyondaki programlarıyla bunu yapmaktadır. Bu nedir? Örneğin; TV’de bir dizi var. Bu dizideki tiplerin, aktörlerin söylemiş olduğu kelimeler, ertesi gün toplumun büyük bir bölümünün ağzındadır. Öyle ki televizyon hangi kişinin, hangi kelimeyi nasıl konuşacağını, yine neye güleceğini bile belirler. İnsanların hangi espriye güleceği, hangi kelimeleri konuşacağı, konuştuğu kelimeleri nasıl bir aksanla konuşacağı, ne giyineceği bile böyle belirleniyorsa, orada özel savaş yüzde yüz başarılı olmuş demektir. Onun için özel savaşı, sadece askeri anlamda bir savaş olarak değerlendirmemek gerekir.
Ş. Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi
Ş. Medya Mawa Devresi