Öz Savunma

0Shares

Öz savunma, evrenin ve evrendeki tüm canlıların kendi varlığını dış tehditlere karşı koruma içgüdüsü ve bilincidir. Evrendeki diyalektik gerçeklik öz itibariyle iç dinamiklerini kendini savunma bağı üzerinde var eder. Örneğin evrende var olan, yani gezegenlerin, ayın, yıldızların göktaşların birbirine çarpmasını engelleyen bu itme çekme ikilemi yani uyum yasası esasta varlığını koruma ve kendi iç dinamiklerini savunma pozisyonudur. Yine doğadaki ikililiği açık bir şekilde gösteren bitkiler dünyası vardır. Birçok bitki kendi genetik özellikleriyle hayatta kalma ve savunma metoduna sahiptir. Örneğin çöl çiçeği olan kaktüs  hem türünü sürdürmek hem de güçlü savunmasını yapmak için yağmur sularından su depoladığı gibi dikenleriyle de savunmasını yapar. Yine Önderliğimizin gül teorisi diye adlandırdığı gülün dikenleriyle kendini savunma mekanizmasını gerçekleştirmesi verebileceğimiz en iyi örneklerdendir.

“Canlılar dünyasında her türün kendine göre bir savunma sistemi vardır. Savunmasız tek bir canlı türü yoktur. Hatta evren-deki her elementin, her parçacığın varlığını korumak için gösterdiği direnci öz savunma olarak yorumlamak mümkündür. Bozulmaya, kendisi olmaktan çıkmaya karşı gösterdiği direnç açık ki öz savunma kavramıyla ifade edilir. Bu direnç yitirildi mi o element veya parçacık bozulur, kendisi olmaktan çıkar, başka bir unsura dönüşür. Canlılar âleminde ise öz savunma direnci kırıldı mı, o canlı ya başka canlılara yem olur ya da ölür.

Aynı sistem insan türü ve toplumu için de fazlasıyla geçerlidir. İnsan gibi narin bir tür ve toplumu gibi tehditlere açık bir varoluş, güçlü bir öz savunma olmadan varlığını uzun süre ayakta tutamaz. İnsan türünde savunma biyolojik olduğu kadar toplumsaldır. Biyolojik savunma her canlı varlıktaki savunma güdüleri tarafından yerine getirilir. Toplumsal savunmada ise, topluluğun tüm fertleri ortaklaşarak kendini savunur. Hatta savunma olanaklarına göre topluluğun sayısı ve örgütlenme biçimi sürekli değişir. Savunma topluluğun asli bir işlevidir. Onsuz yaşam asla sürdürülemez. Bilindiği gibi canlılar dünyasının diğer iki asli işlevi beslenme ve üremedir. Beslenme ve üreme olmadan nasıl ki canlı varlıklar yaşamlarını sürdüremezlerse, öz savunma olmadan da yaşamlarını sürdüremezler. Canlılar dünyasının öz savunmasından çıkarabileceğimiz diğer önemli bir sonuç, bu savunmanın sadece varlıklarını korumaya yönelik olmasıdır. Kendi türünden, hatta başka türlerden varlıklar üzerinde hâkimiyet kurma ve sömürgeleştirme sistemleri yoktur. İlk defa insan türünde hâkimiyet ve sömürge sistemleri geliştirilmiştir. Bunda sömürü olanaklarına yol açan insan türünün zihniyet gelişmesi ve buna bağlı olarak artık-ürün elde edilmesi rol oynar. Bu durum varlığını korumayla birlikte emek değerlerini savunmayı, yani sosyal savaşları da beraberinde getirir.”

Reber Apo’nun da vurguladığı gibi tüm canlılarda olduğu gibi hayvanlarda da daha değişik biçimlerde savunma refleksi vardır. Daha çok içgüdüsel bir tepkilenmeyle ortaya çıkar. Karşıdan gelecek tehlikeleri sezebilen, hisseden ya da koku alma duyusunun gelişkinliğiyle  öz savunmasını gerçekleştirirler. Hayvanların sinir sisteminde kalıtımsal olarak  düşman  imgesine karşı  doğuştan gelen  merkezi uyarılar  onların öz savunmasını yapmasını sağlar. Örneğin keklikler tehlikeyi bulundukları alandan en az yüz metre mesafeden hissederler ve orayı terk ederler. Domuzlar sürü biçiminde hareket edip, kendi öncüleri tehlike anında sürüye dağılması uyarısı yapar. Gördüğümüz gibi kendini koruma içgüdüsü bir yaşam biçimi olarak, doğa koşullarında var olagelmiştir.

Hayvanlar kadar güçlü bir içgüdüye sahip olamayan insan türü, kendisini hem doğa olaylarına karşı hem de avcı ve yırtıcı hayvanlara karşı korumada güçsüzdür. Doğaya uyum sağlamada ne fiziksel ne de içgüdüsel özelliklere sahiptir. Bir hayvanın duyuları kadar kokuyu uzaktan alabilecek bir duyuya sahip değildir. Kendisi soğuktan koruyabilecek kalın bir  derisi de yoktur. Bu anlamıyla insan türü doğada savunma konusunda dezavantajlı bir konumdadır. Ancak belli bir yaşam sürecinden sonra kendisini besleme, koruma ve üreme ihyacını duymuştur. Fakat aynı zamanda insan türünde var olan akıl gücü, insanı diğer canlılardan daha iyi savunma yapabilecek bir duruma getirmiştir. Kendini doğaya uyarlamayı başararak, doğadan faydalanıp geliştirdiği araçlarla öz savunmasını yapmıştır.

Uygarlık tarihi boyunca kadına reva görülen zor, şiddet, baskı, sömürü ve işkence erkek tanrıların buyruğu olarak gelişir, derinleşir. Oysa kadın tüm insanlık değerlerini bağrında büyüterek, besleyerek, geliştirerek tarihe damgasını vurmuştur.

Kendini savunamayan varlık gerekçesi oluşturamayan hiçbir canlı  kendi hakikatini de oluşturamaz. Kadının yaşam hakikati de toplumsallığı içinde barındırır. Kadın kendi varlığını yarattığı toplumsallığı ile korumuş, kendi savunma sistemini oluşturarak varlığını sürdürmüştür. Kendi sisteminin olduğu kadar topluluğunun yaşam güvencesi olan, özgür yaşamın teminatı olmuştur. Kadın eliyle, yüreğiyle, diliyle, kültürüyle, ahlakı ile oluşturduğu toplumun doğal öncüsü konumuna da bu şekilde gelmiştir. Kadında savunma içgüdüsünün güçlü olması kendi yavrusuna olduğu kadar öncülük ettiği topluluğu da koruma sorumluluğunu getirmiştir. Bu anlamda kadın hem yaratan, üreten, besleyen konumda olup hem de sıkı sıkıya savunan bir rolde olmuştur. Birinci cinsel kırılmada belirtiğimiz gibi Kadının tanrıçalık kültü başta olmak üzere, kültürü ve toplumsal değerleri erkek tanrılar tarafından gasp edilerek erkeğe mal edilir. Kadının anacıl sistemine yönelik geliştirilen komplo ve hileye karşı öz savunma  anlayışına dayalı geliştirilen bir direniş olsa da  erkek sistemi toplumda etkili olmaya başlamıştır. Nitekim kadın egemen sistem karşısında kendi öz değerlerinden uzaklaştırılarak öz savunmasız bırakılmıştır. Bu yönüyle tarihsel akışımızda kaybettiklerimiz ve savunamadıklarımız var. Belki de bunun en önemli olanı da xwebun olmayı kaybetmemizdir. Tüm zora, şiddete, sömürüye ve yalana rağmen özgürlük tutkusu ile yeniden xwebun olmanın bilincinin mücadelesini yürütüyoruz. Yüreği özgürlüğe susamış  tüm kadınlar olarak  özgürlük mücadelesi dışında hiçbir seçeneğimizin olmadığı bu çağda ancak kendi mücadele sahalarımızı yaratarak erkek egemenliğinin tüm kirlenmişliğinden kurtulabiliriz. Her gün yüzlerce kadının katledildiği, tecavüze uğradığı, taciz edildiği bir gerçekle yüz yüzeyiz. Fiziki şiddetin yanı sıra ruhsal, düşünsel, ve duygusal dünyalarımıza  her an defalarca şiddet uygulanıyor. Bu şiddet sarmalı karşısında öz savunma bilinci ve örgütlülüğü erkek egemen ideoloji karşısında  kullanılabilecek en etkili silahtır. Kadının örgütlenmiş bilinci, siyasal iradesi ve politik duruşu, erkek akıl karşısında  kendisini savunmanın diğer boyutudur. Erkek zihniyetinden koptukça  kendini savunabilecek bir dile, politik duruşa ve mücadele araçlarını yaratır. Kadın ne kadar güç ve irade olursa  öz savunmasını yapabilecek  potansiyeli açığa çıkarabilir. Dolayısıyla kadının geliştireceği ideolojik ve politik duruş kendi kimliğini ve kişiliğini elde etme sanatı ve savunması olacaktır.

Diğer yandan öz savunma anlayışı yaşamsal bir olgu olduğundan  bunun savaşımı belli sürelerle sınırlandırılamaz. Bu anlamda kadının öz savunma anlayışı bir sistem savaşıdır. Sistemler de sıradan çabalarla değiştirilemezler. Bugün kadın öz savunma çizgisini doğrultusunda mücadele vermek için tüm olanaklar oluşmuştur. Geçmişte kadını öz savunmasız bırakan onun tarih dışına itilmesiydi. Ancak kadın özgürlük mücadelesiyle yaratılan tarih, kadının öz savunmasını yapacak en temel zemin olmaktadır. Temel dayanak kadın tarihi direnişçiliği ve yaratılan değerlerdir. Özgürlüğü  yaratmak erkek sistemine alternatif olmakla ilgilidir. Bu anlamda yürütülecek güçlü bir cins mücadelesi öz savunma anlayışının olmazsa olmazıdır. Kadın her an büyük bir duyarlılıkla  öz savunma bilinci ile cins mücadelesinin esaslarını oluşturmak zorundadır. Zira salt fiziki olarak kendini savunma pozisyonunu aşamaz.

Öz savunma halkların kendi kendisine yabancılaşmasıyla kaybettiği bir kültürdür. Bu yönüyle öz savunma toplumların demokratik zihniyete ve sisteme kavuşmasının en temel araçlarındandır. Sadece savaş süreçlerinin bir sorunu olarak algılanmamalıdır. Halkın ve kadının öz değerlerini koruma amaçlı olarak varlığını sürdürür. Öz savunma kültürünü kadında geliştirmek  için bilinç yükseltme çalışmalarına ihtiyaç vardır. Bu anlamda öz savunma  bir bilinç, örgütlülük ve eylem işidir.

Kürdistan özgür kadın hareketi olarak  öz savunma direnişinde kadın ordulaşması ile zirveleşmiş partileşme ve Kadın kurtuluş ideolojisi ile de kimlik kazanmıştır. Partileşmek bizler açısından her anlamda   öz savunma anlamına gelir. Tarihte kadının öz savunmasını yitirmesi bilim ve bilginin yani kadının öz düşüncesinin elinden alınmasıyla başlar. Bu tarihsel referans üzerinden baktığımızda  varlığı tehdit altında olan kadın ve halk gerçekliği öncelikli silahlı olarak fiziki öz savunmayı şart kılmıştır. Varlığı  kalıcı kılmanın diğer boyutu ise ideolojik olarak kaybedişin  alternatifi olarak kadın kuruluş ideolojisi ve bilimsel çerçeveye kavuşmuş hali olarak da jineoloji  bizler açısından  öz savunma perspektifimizin esasıdır. Kadın Devrimimizin sistemleşmesi için bu perspektife dayalı olarak yüksek bir bilinçlenme faaliyeti  ve fiziksel öz savunmaya dayalı bir kurumsallaşmaya ihtiyaç vardır. Ortadoğu da kadın devrimi gerçekleştirmenin temel koşulu bütün boyutlarıyla öz savunmasını gerçekleştirmiş cins mücadelesi ile gelişebilir ancak. Bu anlamıyla Kürt kadınları olarak öz savunma mücadelesinin öncüsü durumdayız. Zira öz savunma sorunu bir varlık  ve özgürlük sorunudur. ÖNDERLİK kadın açısından öz savunma dair şunları belirtmektedir: “Kadın eş evlilik durumunda olmadan, erkek egemen toplumun her alanında karşısındaki erkeğin her an avının üzerine atlamak durumunda olan bir panter gibi hareket edeceğini bilerek kendi hareket tarzını geliştirmelidir. Erkek panter fırsat bulduğunda, yani bu konuda önüne çıkan toplumsal engelleri aştığında mutlaka kadına bir pençe atacaktır. İktidarcı erkek bu anda hiçbir ahlaki norm ve vicdani gerekçe tanımadan kadını avlamak isteyecektir. Ne dinî örtünme ne de hukuk bunun önünde engel olabilir. Kadın bu durumu bilerek toplumsal alana çıkmalı, daha doğrusu garantili bir öz savunma olmadan tekin olmayan toplumsal sahalara inmemelidir.”

Şehit Zilan Akademisi

Devam edecek

Attachment