Toplumların tarihi incelendiğinde, birçok değişim ve dönüşümden geçtikleri görülmektedir. Neolitik dönemin ana tanrıça kültürü toplumun ahlaki ve politik kimliğini temsil ederken, eşitlikçi ve özgürlükçü yaklaşım bireylerin büyük bir uyum içerisinde yaşadıklarını gösteriyordu. Köleci iktidar zihniyeti doğa ve topluma saldırdıkça var olan değerler sömürülmeye başlanınca savaş ve talanlarla toplum ve doğa kırımdan geçirilmeye başlanmış oldu.
Kadının doğal toplumla bağı, tartışmasız bir özgürlük ve eşitlik eğilimidir ve farklılıkların, farkındalık içerisinde yaşamsallaşmasıdır. Cinslerin birbirine yabancılaşması, beraberinde doğadan uzaklaşmayı ve karşıt uçların doğuşunu ifade eder. Doğayla bütünleşip, evrensel anlayışta yaşayan kadın ve toplumsallığının yerine, dar ve hegemonik ilişkiler yerleştikçe yaşam da anlamını yitirmeye başlamış oldu. Bu zıtlıklar derinleştikçe, eril zihniyetin hakim olma arzusu daha da saldırgan, hiç de dostane olmayan bir hal alarak toplumsal yaşamı her gün daha da gerileterek tekel, tekçi bir düzene doğru yol almaya başladı.
Cins kırılmaları kadını ne kadar köleleştirmişse karşı cinsi de aynı statüye düşürmekte gecikmemiştir. Köleleşen toplum bütün ahlaki ve politik değerlerinden koparılmış toplumdur, doğal olarak tarihsel hafızasına sürekli saldırı vardır, bu kök bağlarını tümden kurutmak amacıyla sistematik olarak, çok bilinçli olarak uygulanmıştır. En somuttan en soyuta kadar insana, topluma, doğaya ve kadına dair ne varsa esir alınmış, talan ve tecavüzlere uğratılmış, yaşam yoğun ve mutlak tecritte maruz bırakılmıştır.
Kadın kırımı, toplum kırımı, doğa kırımı bir izdiham olarak genişlemiş ve kadına biçilen rol doğurganlığı ile iktidarı ayakta tutacak soyu sürdürme, ucuz işçi üretme makinası olarak belirlenmiştir. Kapitalist modernitenin gelişmesiyle daha da derinleşen kadın köleciliği özel mülkten her türlü sermaye aracının tanıtıcı yüzü, bedeni olmaktan kurtulamamıştır. Eve kapatılan özgür kadın iradesi, artık yaşamın her anında soluklaşan, cılız sesli bir kadın haline evirilmiş; baskı, savaş, tüketim ve soykırım kavramları ile evrensel boyutta bir kaosun yaşanmasını da beraberinde getirmiştir.
Ekonomiden dışlanan kadın toplumun en ucuz işçisi, cinsel tatmin aracı, meta ve çocuk doğurma makinası vb. konumlandırılmalar ve tanımlamalarla isimsizleşmiş ve kimliksizleştirilmiştir. Ailede ilk kurumsallaşmasını yaratan iktidar, kadını eşitsizlerin en eşitsizi pozisyonuna da mahkum etmiştir. Özgür eş yaşam bu kurumsallaşmaya karşı alternatif özgürlükçü, eşitlikçi, ekolojik ve demokratik yaşamı inşa amacıyla toplumun kurtuluş ideolojisi haline gelmiştir. Önderliğin ortaya koyduğu ideoloji ile özgür bireyler özgür toplumları geliştirir, bu özgürlükler kadın kimliğinde hakikate varır. Önderlik bu hakikatin yaratıcısıdır. Özgür eş yaşam Jin Jiyan Azadî felsefesidir. Yaşam kadının, kadın özgürlüğün ifadesidir.
Önderlik tarihten günümüze, kadını ve toplumu ele alırken kadının doğa ile bağını çözümlemiş ve özgürlük ile yaşamın karşılığını kadında mühürlemiştir. Hakikat arayışçılığını, bu özgürlük anlayışında anlamsallaştırmıştır. Önderlik “Kadının kölelik tarihi yazılmadı ve özgürlük tarihi de yazılmayı bekliyor” derken bütün özgürlük arayışçılarını ana-kadın etrafında, bu mücadeleye davet ediyordu. Özgür eş yaşam bu davetin karşılık bulmasında somutlaşmaktır, bu uğurda savaşma iradesini ortaya koyabilmektir.
Cinsler arası eşitsizlikte ötekileştirilen kadın, kapitalist sermayenin kar amacını canlı ve verimli kılmada, reklam yüzü olarak teşhir edilmekte ve ahlaki değerleri birer birer elinden sökülüp alınmaktadır. Var olan aile bunun en temel nedenlerini meşrulaştıran kurum olarak, en üst seviyede sürdürülmektedir. Öte yandan, sol ve sosyalist çevrelerin sistem karşıtlığı, kadın ve toplum konusunda dar ve yüzeysel kalarak sistem çözümlemelerinde oldukça yetersiz kalmışlar ve reel sosyalist devrimlerin kapitalist sistemi beslemesinden öteye geçememişlerdir. Kadının tanımsız kaldığı devrimci hareketler, her denemede ne toplumu ne doğayı komünalleştirme gücünü bulamamışlardır. Özgür eş yaşam ise toplumsal kolektivizmin en örgütlü temel yapı taşıdır ve bu amaçla kadını toplumsal değerlerin en başına taşır, erkeğe özgürleşme fırsatı verir.
Önderliğin kadın özgürlükçü paradigması ile kuşkusuz beş bin yıllık erkek egemen zihniyetine ve onun sistemleşmesine en büyük darbede vurulmuş oldu. Özgür eş yaşam, cinsler arası özgürlük ve eşitlikte en anlamlı ve demokratik yaşam ifadesi olmuştur. Bu yaşam duruşunda kadın gerçek kimliği ile var olma statüsünü de yakalamıştır. Önderlik bir belirlemesinde, “Anlamsız kadın anlamsız toplum demektir” der, anlamsız toplum yaşamın ret edilmesi ise o zaman, toplumun anlamlı olarak var olabilmesi ve özgür kılınabilmesi, kadının özgürlüğüne derinden bağlı olduğundan, özgürlüğün kadın karakterinde somutlaşması gerekir. Eş olmanın koşulları eşit yaşamdan kaynağını aldığına göre var olan öteki cins çarpıtılması tarihten silinmesi gereken en gerici zihniyet yapılanmasındandır. Özgür eş yaşamda hak ettiği statüyü yakalayan kadın, toplumsal özgürlüğünde teminatıdır. Özgür kadın ve erkeğin yaratacağı toplum bütün ötekileşmelerin de önünde demokratik, sosyal, doğal toplum yaşamının en üst seviyede pratikleşmesini sağlayacaktır. Ekolojik bakış açısı ile yok edilen doğa ve evren anlayışının da yeniden düzenlenmesi, bütün kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal, sağlık ve eğitim sorunlarının da çözümü ve nüfus artışındaki dengenin düzenlenmesi anlamına gelmektedir. Demokrasi kadın etrafında siyasal ve sosyal olguları toplumsal bütünlüğe evirerek sosyalist kadın ve erkek katılımı ile eşitlikçi ve özgür yaşamı yaratmaktadır. Topluma ait olan doğal özelliklerin geri verilmesi doğaya karşı bir sorumluluk olarak saygı, inanç ve sevgi olarak yansımaktadır. Başta kadının bu farkındalığa varması, bu zeminde mücadelenin yoğunlaşmasını sağlamaktadır. Birbirini tüketen, kendisi dışında kalanların tüketilip sömürülmesini esas alan zihniyetin terk edilmesi yaşayan ve yaşatan, bunun mücadelesi içerisinde olan, ahlaki evrensel zekaya hâkim, demokratik çoğulcu eşitlikçi zihniyetin gelişmesini sağlar. Bilimin ve dinin dogmalarından kurtulup, özgür düşüncede yaşam inşa etmek kuşkusuz en anlamlı yaşam olacaktır. İnsanın evrenle bağı ekolojik bir bağdır ve bu kadın doğasında somuttur. İnsan bedeninin temel yapı taşı olan hücre bir yenilenmeyi ve oluşumu da bağrında taşır. Hücre yıkımı birçok hastalığı da beraberinde getirir. Kapitalist sistem doğa ile oynadığı kadar insan yapısı ile de oynamış ve hiç de doğal olmayan birçok hastalığın toplumu esir almasına neden olmuştur. Toplumun hastalıklı ruh hali içerisinde, düşünce yapısı da felç edilerek daha da sistem içleşmesi sağlanmıştır. Bunun bilimsellik atfedilerek yapılması meşrulaştırma yöntemi olarak çok da iyi kullanmıştır. Sosyalist karakterde gelişmek, sistemin bütün verili halinden çıkıp bütün tahakkümleri ret etmektir. Bu ret etme araçlarından birisi de özgür eş yaşamda ısrarlı ve pratik uygulanmasında inatçı olmaktır. Toplumda var olan gerilikleri ancak, Önderliğin demokratik paradigması ile aşmak mümkün olduğundan, paradigmasal olarak her türlü kölecil anlayışı ret etmek ve gerileterek mücadelede aktif rol oynamak, oldukça önemlidir. Kadın şahsında toplumun doğa ile güçlü bağlarını tekrar kurabilmesi, özgür zihniyet ile mümkün olmaktadır. Önderlik doğayı tanımlarken sürekli yenileyen, değiştiren ve yaşatandır diyor. Bunu kadın için de söylemek yanlış olmaz. Kadın da kendi doğası itibari ile doğurgan, üretken ve paylaşandır. Yaşamı paylaşmada oldukça cömerttir çünkü onlar yaşamı en anlamlı kılanlardır. Bunu ifade eden temel hakikat gücünün kaynağıdır.
Roza Serxwebûn