Olanlar bir serüven gibi geçiyordu. Doğru muydu bu yaşananlar? Ya da savaşın edebiyatı gereği bir tasarı, bir hayal misali miydi bunlar yoldaş? Ama yine de olanları şiir tadında yazmak gerekirdi. İnce ruhlu Şepal arkadaş bunları günlüğüne şöyle yazmıştı.
“Yeşil bahçeler kar düşüşüyle beyazlanır ama sıcak bir güneşte o soğuk rüzgarları geçer. Öyle bir güneş ki yaprak üzerindeki buzları eritir. İnci taneleri gibi ışıl ışıl damlalar akıtır. Bu da Cudi’yi daha bir güzelleştirir.
Merhaba sizlere, selam. Vaktiniz güzel olsun. Kanıma geçen bir soğukluk hissediyorum ve bu soğukluk kemiğime değiyor, kalemim o acıdan titriyor. O kalem benim duygularımı, hislerimi aktaramıyor.
Ama niye bu? Oysaki ben güneşin çocuğuyum. Kürdüm, medya soyundan gelen vücudumu çelikten silahlarla donatıyorum. Güneşin çocuğu olmama rağmen halen bir soğukluğun vücuduma düştüğünü duyuyorum, hem de durmaksızın… Ama o güvendeyim ki ben bu acıyı, Sipan suyundan içip kurutacağım.
Ey yârim işte ben geliyorum, beni kucakla, eğer beni dağlarına gömeceksen bir kahraman gibi hazırım. Yine eğer beni kucaklamak istiyorsan başı dikim bu şehadetle. Çünkü ben insanlığın savunucusu bir kahraman olacağım. Biz direndik ve yine zulüm ve sömürüye karşı direneceğiz. Türkiye ve emperyalizm ne kadar vahşetini sürdürse de bunlar yine düşecek ve en nihayetinde, mutlaka devrimcilere itaat edeceklerdir.
İşte bu yüzden bu yürüyüşü ısrarla sürdüreceğiz ve başaracağız.”
Şepal arkadaş şehadetinden sadece birkaç dakika önce yazmıştı bunları. Kendisi de biliyordu ki Kürdistan edebiyatı gerilla günlüklerinde saklıydı. Savaşın yaşayanı ve uygulayıcısı olarak neyin ne olduğunu biliyordu. Ve kâğıda dökülen her bir satırın her gerilla direnişi gibi destansı olması gerekiyordu.
Partiden aldığı ideolojik-politik güçle bu sanatsal ruhu birleştirip, keskin bir militan gücü şahsında ortaya çıkarmıştı. Yaşamda militanlığın gereklerine göre yapılanmış, olgun, ince düşünen ve sakin duruşu ile bölüğün sayılan, anılan ismi olmuştu Şepal arkadaş.
Köşe başında, mağaranın derinliklerinde bir melek yüz belirginleşiyordu. Evet bu Berçem arkadaş olmalıydı. Ancak ondaki o masumluk, sadelik ve temiz görünüşlü yüz karanlıkları yırtabilirdi. Şeytanlara meydan okumanın endamıyla sahnedeydi. Onca yıldır silahına eksik harflerle “mevzi” diye kazıdığı yazısına baktı. Kendi şehadetinden sonra silahını kız kardeşi Şevin’e bırakma niyetindeydi. İşte o an silahını ona yetişemeyeceğini anladı. Ama olsun. Onlar birbirlerine en güzel armağan olan “ülke”yi vereceklerdi. Onun için dert etmiyordu. Arkadaşlarını tek tek süzüyordu. İnsanlara olan saf sevgisi, duygu yoğunluğu onu yeniden düşüncelere boğmuştu. El emeğiyle, ince ruhuyla ismi arkadaşlarının gönlüne nakşedilmişti. Cudi’ye olan sıcak sevgisi ile “Benim köyüm Bilika’dır” dediği yerde gömülecekti. Çeşme başlarında akan su boyunca yeşerecek olan binlerce mayısın kan çiçeğinde yeniden hayata yeşerecekti.
“Hayır, hayır! Arkadaşlarımın gözümün önünde bir bir düşmesine dayanamam. Onlardan önce ben ölmeliyim, ben ölmeliyim” diyen Sosin arkadaş içinden haykırmaya başlamıştı. Belki haykırışları duyulmadı. Fakat arkadaşları için içinde ne kadar fırtına koptuğunu herkes bilirdi. Peki ya bu can arkadaşa ne demeli?…
Özümsediği Parti yaşamını her koşulda örnek bir şekilde sergilemesiyle bilinen Sosin arkadaş, Parti duruşu ve ahlakının temsilinde önde geliyordu. O, her bir güzelliği hak etmiş bir ilah, bir tanrıça gibiydi. Bu devrimin tanrıçaları hem savaşı hem kadını geliştirip güzelleştirmiyorlar mıydı? Sosin arkadaş da kadına sevgisi ile onu yüceltme istemini hep sergiliyordu. Rahatsızlığından ötürü zorlandığı Kürdistan dağlarında sorumluluk almamıştı. Ama dedik ya onun partiye olan bilinçli, gönülden bağlılığı doğal bir sorumluluğu geliştirmişti. Herkeste hayranlık uyandıran bir ölçüt, bir misal olmuştu her bir tartışma konusunda. Yani o henüz yaşarken partinin öncü militanı ve Önder Apo’nun yetiştirdiği özgür kadın temsilcilerindendi. Onun için Sosin arkadaş müzeye alınmış canlı bir abide gibi her zaman için örnek yaşantısıyla sevgi dolu bakışlarıyla bizi gizleyecek bir yeminimiz, bir sözümüz ve kararlılık gücümüz olacaktı.
Sonsuzluk kadar eminim ki
Muhtaç değildir bize, bir tanrıça gibi;
Ülkemizin göğü, lekesiz maviye yıkadı seni
Karanlıkta dağ ve yıldızlar tuttu nöbetini
Kısaca daha da güzelsin şimdi
Kalabalıklara sığan bir yalnızlık seninki
Her yanın başıboş
Yüzün herkesinki, varlığın eksiz
Bir tek altın sarısı bayrak olmuştu saçların
Sol elin yumruk
Ve bütün zamanlara yayılan
Bütün mekanlardaki duruşların gibisin
Her yanın ZÎLAN…
Mücadele Arkadaşları