Aslında doğrusunu söylemek gerekiyorsa dönemin siyaset gündemin de Kürtler diye bir yazı yazmaya çalışacaktım. Ama düşüncemde ne yapıp ettiysem de bir türlü böylesi bir süreçte Kürtlüğe dair ihanet ile direniş dışında bir tanımlama bulamadım. Nedenini yazmak bana büyük acı verse de tarih karşısında yazma yönünde kendimi sorumlu hissediyorum. Çünkü buna inanıyorum ki aşılması gereken toplumsal ve siyasal sorunlar tarihe mal edildikçe dersler ve tecrübeler çıkarılarak aşılacaktır. İşte bunun için yazıyorum, gelecekteki Kürtler tarihe mal olmuş bu gerçekliklerden ders ve tecrübe alarak ulusal birliği yaratmayı başaracaklardır.
Ve her şeyden önce şunu belirtmem gerekirse Kürt gerçeğinde en acı gerçek, direniş ile ihanetin sürekli yan yana olması gerçekliğidir. Kürdistan tarihinde hangi siyasi ve toplumsal Kürt kazanımın altını kazdıysam hemen hemen hepsinde güçlü direnişin ardından büyük kazanımlar ortaya çıkmış olsa da bu direnişlerle beraber, yan yana yürüyen ihanetler ve işbirlikçiler düşmanlarla birleşince tüm o kazanımlar bir an da yerle bir olmuştur. İşte bu anlamda tarih bizlere büyük dersler sunmaktadır. Ve bunun için tarihin bize sunduğu derslerden bir kaçına dikkat çekmek gerekmektedir.
1837’de Rewenduz isyanını geliştiren Mir Muhammed, mirlik esasına dayansa da bir örgütlenmeyle bir isyan gerçekleştirir. İran-Soran bölgesinden başlayarak Amed’e kadar olan geniş bir coğrafyada 20 yıldan fazla hakimiyet kurar. Ancak osmanlı devleti bu güçlenmeyi görüpte durdurmak isteyince, Mir Muhammed osmanlılara karşı da başkaldırır. Bununla beraber Mir Muhammed, İngilizlerle ve Mısır paşası Mehmet Ali paşayla olan ilişkisine dayanarak yardım ister ama umduğunu bulamaz. İngilizler osmanlı yanlısı bir tavır alırlar. Tüm bunların yanı sıra osmanlılar; diğer Kürt beyliklerine işbirlikçiliği dayatarak örgütler ve Mir Muhammed’e karşı kullanır. Bunlardan biri Mir Bedirxan beydir. Osmanlılar Bedirxan beyi yanlarına çekerek Rewenduz’a saldırtırlar ve Mir Muhammed’in esir alınmasın da rol verirler. Sonuç itibariyle Mir Muhammed, yenilir ve teslim alınır, İstanbul’a gönderilerek affedilir ama osmanlılar da oyun çoktur. Onu affetmiş gibi bir izlenim verirler ve tekrar Kürdistan’a göndermek istediklerini bildirirler. Ancak Kürdistan’a getirilirken bir komplo sonucu katlederler.
Ne acıdır ki, Mir Bedirxan da 10 yıl sonra aynı akıbete uğramaktadır. Hem de daha acı veren bir ihanet sonucu olarak, öz yeğeni Yêzdanşer tarafından ihanetle yüz yüze kalır. Ve kendi hakimiyetindeki ordusu, özerkliği ve hatta Medresa Sor ve orada eğitim veren Mela Ahmedê Cizîrî’nin emeklerinin hepsi yerle bir olur. Bedirxanlılarla birlikte yüzlerce halk sürgüne mahkum edilir. Sonuç itibariyle Mir Bedirxan da ihanete uğradığı için sürgünde Kürdistan’a hasret içinde hayata veda eder.
Sonralar da gelişen Şêx Saîd isyanın da ise; her ne kadar başlarda bir dini çıkış olsa da ilerleyen kısa zaman da ulusal bir örgütlenmeye kavuşuyor. Ve düşmanın binlerce ordu birlikleriyle saldırmalarına rağmen, Şêx Saîd ve arkadaşların direnişlerini kırmayı başaramamışlardır. Türk ordusunun onlarca saldırılarını Şêx’ın komutanlık ettiği direnişle püskürtülerek, düşmanın geri çekilmesini sağlamışlardır. Saldırmakla başaramayan Türkler her zaman olduğu gibi yine oyun ve komploya baş vururlar. Ve bu oyunda yine işbirlikçi-ihanetçi Kürt kişiliğindeki Şêx Said’in en yakın akrabası olanlardan birinin ihbarı üzerine Şêx düşmanın eline geçer. Düşman Şêx’in böylesi bir direnişi geliştirdiği için Şêx’ı ve 46 arkadaşını 29.06.1925 tarihin de idam ile cezalandırarak katleder ve buda düşmanı tatmin etmez cenazelerini de beton altı ederek Kürtlüğü de onlarla beraber betonladıklarını zanneder. Fakat tarih onlara büyük yanıldıklarını göstermiş ve gösterecektir. Bunların yanı sıra Şêx Said isyanın da üç ay da süren Zaza direnişi Kürt destekli Türk birliklerince kontrol altına alınarak kanlı bir şekilde bastırılır. Binlerce Zaza insanı yaşamını yitirir. Yüzlerce Zaza köyü yakılır. Pek çok aile de Batı Anadolu illerine sürgün edilir. Bu arada devlet güçlerine destek veren ve vermeyen Kürt bey, ağa ve aşiret reislerinden, bir çoklarıda aileleri ile birlikte Batı Anadolu illerine sürgün olmaktan kurtulamazlar.
Bir diğer önemli örnek 1927’de Mûtkî isyanıdır. Betlîs valiliği, toplam 8 aşirete mensup 35 köyde yaşayan halkın hem silahlarının toplatılmasını hem de başka bölgelere sürgün edilmesinin emri üzerine harekât başlar. Halk buna karşı çıkarak direnir ve böylece Mûtkî olayları gelişir. Ordu 26.05.1927’de isyan bölgesini kuşatır. Ayaklanmaya Şêx Evdirehmanê Mala Eliyê Ûnis ve Zorikli Selim gibi isimler önderlik eder. Ayaklanma önderlerinin katledilmesi sonrasında ayaklanma bastırılır. Neredeyse tüm Kürt isyanların da bir kene gibi Kürt halkının boğazına yapışan ihanet burada da katmerli bir şekilde yaşanır. Kürt tarihinde isimler hep değişse de, değişmeyen ihanetin ismi bu kez Cemîlê Çeto’dur. Çeto TC devletinin yanına geçerek adeta dağ dağ Mûtkî’de direnişçilere karşı düşmanın yanın da hatta önünde öncülük temelin de yer alan bu ihanetçiye daha doğrusu haine Evdirehmanê Mala Eliyê Ûnis (Ger em taştê bin, tu yê firavîn bî) yani eğer biz kahvaltı olursak, sende öğlen yemeği olursun diyerek, TC’nin karekterini söylemeye, anlatmaya çalışır. Ançak Cemîlê Çeto TC’nin yanın da yer alarak isyanı bastırır. İsyan bastırıldıktan sonra Cemîlê Çeto’da TC tarafından idam edilir. Ve idam edilirken (beni yedi köyün arasına gömün, mezarıma da Cemîlê Çeto ji kerê keto diye yazın) yani eşekten düşmüş-doğmuş diye konuşacaktır.
Bir taraftan ihanet böyle yaşanırken, bir diğer taraftan Kürdün direnişçi geleneğini aynı bu isyan da Evdirehmanê Mala Eliyê Ûnis’ın yanında, abisinin yani Mihemedê Elî’in kızı Rindexanê’yi göreceğiz. Rindexan yörede askerliği ve savaşçılığıyla tanınıyor. Uzun süren çatışmalar da kardeşini ve yeğenini şehit veriyor. Ancak direnişine devam ediyor. Düşmanın Cemîlê Çeto öncülüğünde, Mereto dağına kapsamlı saldırısında Rindexan yaralanarak düşmana esir düşer. Çok güzel Rindexan’a el uzatmak isteyen bir Türk generaline(eğer bana babamın toprağında el uzatırsanız kendimi öldüreceğim) diyecektir. TC generali Rindexan’ı baba topraklarının sınırları olan Malabadî Köprüsüne getirdikten sonra Rindexan (Son bir kez babamın topraklarına bakmak istiyorum) diyecek ve Malabadî köprüsüne doğru yürüyecektir. Kürt tarihinde süzülüp gelen direnişçi geleneğin bir takipçisi olan Rindexan köprünün üzerinde:
(Ez im rinda Rindexan
Keça mîr, axa û çiyan
Ey Tirkê tacik karê we çiye li van çiyan
Rinda buye namdar
Ez dimirim, birîndar û bê zar
Teslîm nabim destê neyar û naçim bê ar)
Dedikten sonra kendisini baharın çılgınca akan suların akıntısına bırakarak yaşamına son verecektir. İşte bu da Cemîlê Çeto’ların karşısında gürleyen Kürt kadın direnişçiliğidir.
Direniş ve ihanetin yan yana devamındaki bir örnek de Dersim de 1935-38’ler de yaşanmaktadır. Dersim Kürdistan tarihin de özgün yeri olan bir alandır. Denile bilinir ki Dersim topraklarına uzun yıllar tek bir düşman, askeri ayak basmamıştır. Dersim’e uzun yıllardan sonra ilk kez 1938 yılında yabancı askerler ayak basacaklardı. Kürdistan’ın bir çok yeri susturulunca sıra Dersim’e gelecekti. Önce Tunceli Kanunu’nu 25.12.1935’te çıkaracaklardır. Dersim ismi değiştirilip kendilerince gümüş kapısını bir tunç eliyle fethedeceklerdir. Dersim’in silahlarını iade etmesi istenir. Silahsızlandırma için kanun çıkarılır. Dersim halkı silahları vermeyince, Dersim kuşatılır ve yasak bölge ilan edilir. Abluka ve yasak bölge ilan etmekle kalmayıp, askeri kışlalar ve karakollar kurulur. Seyid Rıza Kemalist rejime askeri yapıların yapılmaması ve savaşın gelişmemesi için bir mektup gönderir. Lakin devlet Dersim’i gözündeki çıban olarak görmekte ve çıkarmakta karar kıldığı için, Seyid Rıza’nın dediklerine kulak asmayarak işgal çalışmalarını sürdürecektir. Sonrasın da Dersimliler durumun giderek kritikleşmesi üzerine direniş başlatırlar. Bunların yanı sıra devletin topyekûn yönelim hazırlıklarına rağmen Kürt’ler arası birlik sağlanamıyor, bir çok aşiret devlet yanlısı ve kimi de tarafsızlık adına yerinde durmaktadır. Kıyasıya bir direniş ardından 1937 yılında bu isyan hafızalarda silinmiyecek bir şekilde bastırılıyor ve kimi tanıklara göre Munzur Nehri günlerce kırmızı akıyor. Çok vahşice bastırılan bu isyan da işbirlikçi ve ihanet de eksik olmuyor. İsyanın komutanı olarak bilinen Ali Şer ve eşinin kafasını keserek Türk ordusuna götüren Rayber’ler tarihi tekerrür ettirirler. Sonra da kelle avcısı olarak mağara mağara dolaşarak Kürt isyancılarının kellesi karşılığı altın alırlar. Tabi kendi halkına karşı en iğrenç bir biçim de kullanılan bu uşak ve satılmış kişilikler kullanıldıktan sonra aynı devlet tarafından tasfiye edilirler. Bu direnişte Türk devleti tüm hile, komplo ve bir halk için en şiddetli bir savaşı yürütmesine rağmen direnişi kıramadığından dolayı bir barış teklifi için isyan önderi olan Seyid Rıza’yı Erzincan’a çağırır. 5 eylül 1937 tarihin de Seyid Rıza birkaç arkadaşıyla beraber Erzincan’a gitmek için yola çıkar. Fakat esasın da bu gidiş bir komplonun parçasıdır. Yolda askeri bir birlik tarafından valinin yanına götürüleceğini söylenir ve Seyid Rıza ile arkadaşları tutuklanırlar. Toplam 58 kişiyle birlikte Seyid Rıza’da alelacele yargılanacaktır. Mahkemeye dayalı öyle bir oyun yapılır ki, eşine insanlık tarihin de az rastlanır düzmece bir mahkemeyle gece yarısı etraf ışıklandırılarak gündüz süsü verilerek, Seyid Rıza ve arkadaşları 18 kasım 1937 tarihinde, Elazığ Buğday Meydanın da idam edilirler. Seyid Rıza gururla idam sehpasına doğru gider ve celladı itip, ipi boynuna geçirir. Seyid Rıza idam sehpasında kendi ölümünü gururla kendisi gerçekleştirmeden önce Türk cellatlarına şöyle diyecektir. (Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana ders oldu. Ve ben de sizin önünüz de diz çökmedim buda size dert olsun)
İsyanın liderleri katledildikten sonra ağırlıklı olarak isyan bitmiştir. Ancak 1938 yılına kadar farklı yerlerde parça parça direnişler sürdürülecektir. TC’nin amacı isyanı bastırmak değildir. Kaldı ki Dersim isyandan ziyade TC’nin saldırılarına karşı direnişe geçmiştir. Meşru müdafaadan başka yapılan bir şey yoktur. Dediğimiz gibi parça parça direnişler Seyit Rıza’nın idamı ardından da devam edecektir. TC tümden bir ibreti alemlik bir durum yaratmak için saldırıların hızını kesmeyecektir. Binlerce insan katledilecek, evleri yakılıp, yıkılacaktır. Öyle ki bir daha bu topraklar da hiç kimse direniş adına bir yaprağı bile kıpırdatamasın. Esas hedef buydu. Fakat onca acımasız katliama rağmen, bir Dersim’in kızına yüzlerce asker tecavüz etmesine rağmen, katliamdan sonra 10 yıl Dersim yasak bölge ilan edilmesine rağmen, yüz binlerce sürgün gerçekleştirilmesine rağmen ve Dersim kan ağlamasına rağmen büyük direnişler yaşanmış ve Dersim’i Tunceli yapmayı başaramamışlardır.
Son örnek olarak da uzak tarihten çıkıp biraz daha yakın tarihe gelelim. 1960’lar da Said Kırmızıtoprak(Dr. Şivan) önderliğin de Kuzey Kürdistan da sosyalist anlayışa dayalı ulusal özgürlükçü bir mücadelenin kıvılcımı yakılmak için aslında büyük bir mücadele verilmiştir. O dönem Türkiye’de yaşanan baskılar tutuklamalar vb. durumlardan kaynaklı, Dr. Şivan Güney Kürdistan’da kendini örgütleyip, güçlendirip Kuzey’e yönelmek için KDP’ye güvenip KDP’den yardım alacağını ve bir ulusal birliği yaratabileceğini de düşündüğü için Güney Kürdistan’ın dağların da bir karargah kurar. Karargah aslın da hastanedir. Bir yandan Güney Kürdistan halkına Dokturluk yapmakta bir yandan da Kuzey Kürdistan’a ulusal mücadele çalışma hazırlıklarını yapmaktadır. Uzun bir süre böyle devam ederken, arada bir kaç defa Kuzey’e gidip dönmesi de gerçekleşmiştir. Ve neredeyse tüm hazırlıkları tamamlama aşamasına gelmişken, KDP’nin onayı ile Türk MİT’inin eliyle katledilmektedir. Dr. Şivan’ın hedefi Kürt ulusal birliği ve Kürdistan’ın özgürleştirilmesidir. Ve o dönemlere göre anlayış çizgi boyutuyla da ideolojik ve aydın bir zihin yapısına sahiptir. Yani yine tarih tekerrür etmese ve KDP şahsın da Kürdün Kürde ihaneti olmasa Dr. Şivan’ın mücadele hazırlıkları belli bir düzeye ulaşacak ve hatta bir kaç yıl sonra gelişecek APOCU özgürlük hareketi ile bir birlikteliği yakalayabilme potansiyelini de düşünürsek, kesin güçlü bir başarıya ulaşabileceğini de rahatlıkla görebileceğiz.
Tüm bunların sonucun da niye bu kadar örnek diye bir soru işareti gelişebilir. İlk vereceğim cevap; bu örnekler sadece bir kaç tanesidir diyeceğim. Çünkü Kürdistan tarihi boyunca sürekli ihanet ve direniş maalesef yan yana hatta bazen iç içe bile yürüdüğü olmuştur. Fakat artık olmaması için, artık Kürt birlikteliğinin olması ve ihanetin tarihin çöp sepetine atılması için, Kürt tarih bilincini çok iyi açığa çıkartmak hayati olmaktadır. Bu tarih bilincini açığa çıkartıp günümüz Kürt siyaset gerçeğini iyi gördüğümüz de, aslında günümüzde demokratik Kürdistan ve ulusal Kürt birliğinin ne denli hayati olduğu da anlaşılacaktır. Ancak Kürt ve Kürdistan’ın başına adeta bela olmuş KDP, tarihin de hep yaptığı gibi günümüzde de hala düşmanlarla işbirliği yapmakta ve Kürtlüğe karşı ihanetini devam etmesini, işgalci Türk ordusuna medya savunma alanlarına operasyon düzenlemesine izin vermesin de görmekteyiz. Yine KDP bunları yapması yetmiyormuş gibi, Kürt özgürlük hareketlerine dair eline ulaşan tüm bilgileri anın da Türk MİT’ine ulaştırmaktan geri durmamaktadır. Yalnız şu gerçek artık çok iyi ve net bir şekilde, dost düşman herkes bilmeli ki ne Kürt eski Kürt’tür ne de Kürt direnişi eski örgütlenmemiş bir Kürt direnişidir. Şunu açıkça görmek lazım. Kürt halkı sadece bir bölgede, bir yörede veya bir Kürdistan parçasında demedi, Kürt halkı çok bilinçlenmiş bir şekilde dünyanın her bir yanından bir ağızdan (PKK HALKTIR HALK BURADADIR!) dedi. Bunun için son sözümüz şudur: içinden geçtiğimiz bu asır da düşmanlar, işbirlikçiler, ihanetçiler kaybedecekken Kürt ve Kürdistanlıların yenilmez direnişi kazanacaktır. Ve bunun için yeminimiz BERXWEDAN JİYAN E!’dir.
Asmin Zelal