Bütün insanlığın sesine
Yaşamı anlamak, yaşamı tanımak ve en önemlisi de yaşamın güzelliklerini, zorluklarını yaşayarak kendini anlamlandırmak, yani nasıl yaşamalı? Sorusunu tanımlayarak en doğru cevabı bilinmezlikleri çözerek anlamlandırmak. Siz bize çirkinlikler içinde güzellikleri bulmamızı, en zorlu koşullarda kendimizi tanımamızı ve arınmamızı sağladınız. İradesizliği, kendine güvensizliği kendini tanıyarak, mücadeleyle irade ve güç olunacağını bize anlattınız. Sizi görme şansını Uluslararası haince komployla kaçırdım.
Bana gülen yüzler kadar yakan, çarpan yürek gibi heyecanlı bir çocuk kadar doğal ve saf bir ana gibi duygulu ve yakındınız. Korkulan bir tarihin merdiven ve kapılarını açan bir Öndersiniz.
Sizi düşmanın yoğun ve özel psikolojik savaş propagandalarıyla tanıdım, korktum, korkutuldum. Ancak beni size çeken heybetiniz, radikalliğiniz ve düşman da olsa sürekli diyaloga açık oluşunuzdu. Ve derken yakalandım. Yaklaşık üç yıl cezaevinde kaldım. Orda kaldığım üç yıl beni size sizi bana yakınlaştırdı. Çözemediğim, içimde boğuntu halinde yaşadığım çelişkilere ad koymayı, zayıflıklarımın kaçışla değil mücadeleyle çözümleme ile paylaşım ile aşılacağını gördüm. HEP kaçtığım küçümsediğim halkım değil bendim. Benim çözemediklerim yarımlıklarım, anlamsızlaşan yaşamım, cevapsız kalan sorularım kökümden uzaklaşmışlığım büyük kaçış, kendini sürekli aldatmaya götürdü. Çelişkisiz değildim, görüyordum. Fakat bu çelişkiler aile ve çevreyle ilişkili olan, bunların dışına çıkmayan çelişkilerdi. Çözümsüzlüğüm beni zorluyordu. Bunlara net çözümler üreten, kaçıştıran değil buluşturan, dövüştüren mücadele tarzıyla güçlüğü güce dönüştüren PKK Hareketi benim yaşadıklarıma da çözüm getiren gerçeklik oldu. Sizi sizden tanıdım. Her türlü zorluğa göğüs geren, bir lokma ekmeğini çocuğu yerine devrime adayan, en zor işlerde çalışıp biriktirdiği parayla görüşlerimize hep gelen bir halk olmuştunuz. En zorlu işkencelerde tecavüzlerle yetmiş yaşındaki ananın direnişiydiniz. Kadınların serhıldanlarındaki kararlılığı ve adımlarındaki öfke seliydiniz. Kendinden vazgeçen, her şeyini adayan, bütün zorluklar içinde yaşamasını bilen, seve seve şehitler kervanına katılandınız. Çocukların isimleriyle Berfin, Agit, Mazlum, Sema, Zilan, Kemal, Haki, Ferhat, Fikri, Besê, Ronahi, Binevş’tiniz. Ezilen halkların direniş yumruğu oldunuz. Kimi zaman Moskova’da kimi zaman Avrupa’da, Afrika’da ve dünyanın her yanında on üç, on dört yaşlarındaki Dilara, Ciwan idiniz. Mektuplarında bağlılık yeminlerini canlarını ortaya koyarak verenlere ruh kazandırandınız. Moskova’da Tayhan, Zuhat, Beritan; Yunanistan’da Rohat; Avrupa’da Ronahi, Berivan; Kadife Kale’de Rahşan; Amed’te Zekiye; zindanlarda Sema, Kurdê, Rotinda idiniz.
Tarihte eşi benzeri görülmemiş eylemlilikleriyle ön açan, etkileyen güç verendiniz. Muhammed’i, Musa’yı, Gandhi’yi, İsa’yı, Prometheus’u aratmayan bir tarihtiniz. Dersim’de bombaları kendine bağlayan, kendisini saçlarına kadar parçalayan, korkuyu, gizemi, merakı ve bağlılıkların en güçlüsünü gösteren Zilan’dınız. Neolitikteki kadının adalet, eşitlik, barış, sevgi ve yaratıcılığını siz kendinizde somutlaştırmış, kadını da bu öze ulaştırmıştınız.
Sizi anlatmak, sizi yazmak veya sizi yaşamak anı anına sizinle olmadır. Türkülerde, şiirlerde sizi görmektir. Size bağlılık kendini yaratmak ve özgür kişilikte ısrar etmektir. Bunun dışındaki bağlılıklar anlamsızdır. Ben de bu bağlılık temelinde izinizde yürümeyi bir onur olarak biliyor, özgür günlerde buluşabilmenin umuduyla mücadeleme devam ediyorum. Sizi çok seviyorum.
Tijda JİYAN
Çağın tüm gerçeklikleri içinde kavga verirken, tanrıçalar yurdu Zagros eteklerinden;
Yasaklı bir şafağın özgürlük çığlığına,
Yosun saçlı kayalardan bir dokunuş ellerine konsun.
Dağlarımızdan denizlerine doğru, sudaki yaşam çığlığını, kuşların sesini, yeşerişinde kendini tutamadığın yeşilin rengini bir tutamda olsa bakışlarına ulaştırabilir miyim? Kaygısını taşıyorum. Ama kaygılarımın üzerine gitme cesaretini senden alıyorum yine. Çünkü bir yıl önce denizlerin meltemiyle tüm kadınlara gönderdiğin, güneşin ışınlarından harelerle örülü kır çiçeği sınırlarımızı paramparça etti. O kır çiçeğinden seni dinledik doyasıya. Sesinde kadınlığımızın rengine ulaştık. Sessizce yüreklerden yüreklere akan kimselerin engellenemeyeceği anlam enerjisiyle buluştuk. O çiçek tıpkı eski dönemlerdeki gibi kutsal anamızın kültüründe kadınca yaşamın özlemiyle tutuşurken kuşatılmışlıklar, tufanlar içinde tek bir defa bile tutunmadan ayakta kalabilmenin zorluklarda mücadele verebilmenin en çıplak, sade öz ifadesiydi bizim için. Başlattığın ve yarım kaldığını söylediğin “derin yalnızlığında kendisi olmaya çalışan kadının öyküsü” hiç durmadı. Kadın yürüdükçe ayağa batan dikenlerin acısıyla yaralarından kansıza sıza, beynine, yüreğine, ruhuna hükmetmeye çalışan kuşatılmışlığı yarmanın mücadelesinde senden alıyor onuru, sevgisini ve gücünü. Karlı, buz tutmuş gerçekliğe son vererek kadın iklimiyle yağan, bin bir renkte bahar gülüşlerinin doğuşunu yaşamak büyüleyici. Bu doğuşun kolay olmadığını ve olmayacağını ise yaşayışlarımızdan öğrendik. Özgürlüğün mücadele ile kazanılacak zaferler olduğunu senden anladık ve bildik. Parçalan bedenlerimizden kahramanlar yarattın, yıkıntılar arasında bir ülkeden içinde dünyalar saklayan evrenleri sen tattırdın bizlere. Aramızda zamanın hükmü geçmiyor artık, mekanlar suskun, ayrılıklar anlamlı bütünleşmelere karşı mahkum. Bir parça ekmeği paylaşırken, dağ kayalarında ilk keşiflerin sevincini paylaşıyoruz seninle. Her şeye tarihiyle anlam kazandırmanın arayışına düşüyoruz seninle. Bastığımız toprakların hissedişlerini paylaşırken, yalnız olmadığımızı derinden gelen seslerin rengiyle anlıyoruz. Ellerini tutabildiğin, sevinçlerini duyumsadığın, düşlerini yol eylediğin o gerçek masal kahramanlarına erişmenin çabasına giriyoruz seninle.
Her şey rağmen adını anamadığım trajik geçekliğe yol açan, yetersiz yoldaşlığın tükettiği zamanlardan yana bir tarafım yaralı. Lakin artık bizi bizden çalmayacak, kendimize ait zamanlar yaratmanın aşkına düşmüşüz ve ben artık nehirler boyu ağlayışlarımın sadece içimdeki özlemi dindirmenin çaba olduğunu gördüm, istedim ki, özlemim derinleşsin her geçen günde. Çünkü özlemek, ulaşabilmenin kapılarını kırmayı kamçılar, özlemek, insan ömrüne konulan sınırları paramparça ederek erimektir yüreğinde ve erdemli düşünüşlerinde.
Gerçeğe kulaklarını tıkamış gözlerini yummuş kör sağır bir çağın ortasında anlamı damla damla içirdiğin insanlar aydınlanıyorlar. Yitirdikleri “Beni” sende aramaya koşuyorlar, anlama koşuyorlar, yani size. Eski çağların yaşanmış masalları geçiyor zihnimden, o masallarda toprak ülkesinin uzun saçlı kadınları gibi anlamla yeniden ruh veriyorsunuz insanlara. İşte tüm kadınlar size koşuyor, gençler, henüz gözlerini dünyaya yeni açmış çocuklar ve bilge yaşlılarımız size koşuyor. Halkımız güneşe akan nehirler misali. Sevgiler, hayaller, bakışlar, dağlar, ağaçlar, sular, yapraklar, acılar, yalnızlıklar ve güzellikler her anlamını verdiğin her şey ırmak olmuş size akıyor yüreğimizden.
Size olan akışı sığdıramıyorum. Buz tutmuş çağın olasılıklarına. Ait olmadığımız bir çağın Özgürlük savaşçısı olmanı yol açtığı trajedinin parçası olmak derinden yaraladı yüreğimi. Onun içindir ki, yetersiz yoldaşlığımı yarımlıklara yer bırakmadan aşarak size akan ırmağın bir zerresi olmak için yaşıyorum. Belki karlar yine yağacak. Ama kökünü toprağın derinliklerine salmış anlam yüklü yaşayışların, güzelliklerin kolay kolay sökülmeyeceğini biliyorum. O sana akan ırmağın bir damlası oluncaya dek, zamanı paramparça ufuklara savurarak ellerinden tutuncaya dek, kutsallığından bir nefes alıncaya dek gözlerinin ışıltısından bir yudum içinceye dek durmayacağım. Bir insanın bir kuşun, bir çiçeğin bir taşın bir toprak zerreciğinin diliyle buluştuğum, onu hissettiğim zaman en derinden aramızdaki uçurumların yıkıldığını, yol olduğunu da göreceğim. Buzları eriten zafer gülüşlerinden öperim.
Nujiyan Munzur