
Güzellikleri Yaşatmak, Bêrîtanca Yaşamaktan Geçiyor
Bêrîtan arkadaş Solhan’da doğmuştu ama aslen Dêrsîmliydi. Babası öğretmen olduğundan farklı yerlerde yaşamıştı. Bu durum onda bir zenginlik ve çok yönlülüğün gelişmesini sağlamıştı. Lise yıllarında çok farklı arayışları olmuş ve Anadolu lisesinde farklı kültürlere özellikle batı yaşamına eğilim göstermişti. Çılgınca arayışları olmuştu ama O “buldum” demiyordu. Hala arıyordu. Üniversitedeyken öğrenmişti Kürt olduğunu. Bir Newroz kutlamasında bir arkadaşına Newroz’un anlamını sormuş, kimliğini ilk o zaman tanımıştı hem de katliamlar diyarı Dêrsîm’in kızı olduğunu ilk o zaman öğrenmişti. Apocu’luğun ilk öncüleri gibi Kürt ve Kürdistan’ın var olduğunu bilmek onun tek sermayesi olmuş ve hemen aktif bir katılım geliştirmişti ve bu arayışından hiçbir güç onu alıkoyamamıştı.
Dağlara gelmeden önce bir erkek arkadaşla duygusal ilişkisi olmuştu. Günlüğünü ona atfen yazıyordu. O zamanlarda önderliğin kadın-erkek ilişkilerine dair çözümlemeleri gelişiyordu. Bêrîtan arkadaş bu çözümlemeleri çok büyük bir ilgiyle okumakla beraber henüz katılmadan önce kendi özünden gelen bir ilkeselliği bu konuda da göstermişti. Bir farkı da bir erkeğe duygusal olarak bağlanıp dağlara gelmemiş olmasıydı. Onda bu kanı tersineydi. O erkeği ardından dağlara çekmişti. Defterini atfettiği Dersimli Hüseyin de bir gerilla olmuş ve ondan sonra şehit düşmüştü. Bêrîtan arkadaşın vasiyeti üzerine defteri, Hüseyin ya da özgürlük saflarındaki adıyla Berdan arkadaşa ulaştırılmıştı.
Tüm yönleriyle duygu boyutlu, sosyal boyutlu bir çözümlemeyi geliştirmese de bugün önderliğimizin çizgisini oldukça net ve yalın olarak ortaya koyduğu gerçek aşk, doğru sevgi anlayışına oldukça yatkın ve yakın bir düzeyi vardı Bêrîtan arkadaşın. Sevgi alemine daldıkça dünyasal hayattan o denli uzaklaşan, güzel olan her şeyi, herkesi seven kendisini sevgi için her zaman feda eden, bir yanıyla da hiç kimseyi sevmemeyi, bu dünyada yaşamamayı gerektirdiğini düşünen “Savaş ve Barış” romanın kahramanı Andrey gibi o da savaşta duygularının, kişiliğinin gerçekleşeceğine inanıyordu. Kişi bu sevgi alemine ne kadar girmişse, duygusal hayattan o denli uzaklaşıyor. Hayat ile ölüm arasındaki engeli o kadar etkili bir biçimde kırıyordu ki, Bêrîtan arkadaş böyle bir sevgi yakalamıştı. Sevdiklerini görmek için insanın görmemeyi bilmesi gerekiyordu bu gerçeklikte.
Tüm bireysellikleri aşarak genelleşmesi gerekiyordu. Bu anlayış salt koşullar ve zorunluluklardan kaynağını almıyordu. Tamamen özgür bir tercih biçiminde gelişiyordu. Sevgi adına temel değerlerden kopuşu yaşayan her tür çirkinliğe bulaşan yaklaşımları kabul etmiyordu. Sevgi bir emek ve çaba işiydi ona göre. Çok fazla dillendirilerek fiziksel ve maddi beraberliklerle ifade edilebilecek bir olgu da değildi. Bir kaba redçiliğe ve inkarcılığa girmeden tabuların boğuculuğuna da yenilmeden her tür zaafı bilinçlenerek yenmeyi esas alıyordu. İşte bunun tek yolu mücadeleydi. Bunun için bir şiirinde özlenene ulaşmanın yaşamanın ve sevmenin savaşla bağını şöyle dillendiriyordu;
…..ölmek ağrıma gitmiyor
Ama al şafaklara bulanmış
Bu dağlara
Seninle özgürce
Bir kez olsun seyre durmadan
Ölmek istemiyorum hepsi bu
Savaş gülüm
Sıkı savaş
Savaştıkça varız biz
Savaştıkça büyür
Çoğalır
Savaştıkça severiz.
Bêrîtan arkadaş Cizre üzerinden dağlara gelmişti. Cizre merkezinde ve köylerinde kurye beklerken bazı operasyonlara takılmışlar. Ama köylü kızların elbiselerini giyerek operasyonları atlatmışlar. Bir tek kelime Kürtçe bilmemesine rağmen Cizre’den Cudi’ye ve oradan da Xakurke’ye geçiş sürecinde bir ay gibi kısa bir sürede Kürtçe öğrenmiş, arkadaşlara eğitimlerde kitap dahi tercüme edecek düzeye ulaşmıştı. Bu yanıyla da hepimize örnekti. Halk gerçekliğinden uzak olmak, ulusal bilincin olmadığı bir ortamda yetişmek, yurtsever olamamanın gerekçesi değildi. Bêrîtan arkadaş bu yanıyla da gerekçe tanımayan bir kişilik olduğunu ispatlıyordu. Tamamen insanın hissetmesi, istemesi ile ilgili bir olaydı gelişme. Bu açıdan kendi önünde gerekçelerle örülü duvarı yıkarken, çevresindekilerin sığındığı gerekçeleri de yıkıyordu. Bu yönleriyle gerçekten öncülük vasıflarına sahipti.
İyi bir öğretmendi Bêrîtan arkadaş. Ama bildiğimiz ve gördüğümüz sadece veren, almasını bilmeyen öğretmenlerden değildi. Kendisinin de öğrenme aşkıyla dolu bir öğrenci olduğunu her zaman hissettiriyordu. Genel eğitimlere çok aktif katılıyor, takım içinde de her arkadaşın önüne bireysel eğitim planlaması koyuyordu. Okuması olmayanlara okuma-yazma öğretiyordu. Geceleri ışığı kıt fanusumuzun etrafına toplandığımızda herkes onun denetiminde eğitim görürdü. Çoğu zaman kendi ihtiyaçlarından feragat ederek çevresindekilerin gelişimini esas alıyordu.
Lisedeyken hentbol oynadığı için çok atletik bir yapısı vardı. Dağ koşullarına çok erken adapte olmuş, hemen BKC silahını kaldırmıştı. Askeri eğitimlerdeki silah hakimiyeti, atikliği çok dikkat çekiyordu. Takım komutanı olana dek BKC silahını taşıdı. Bu silahla özdeşleşmişti. Silahın şeritlerini Alişer’in eşi Zarife hanım gibi göğsünden çapraz takardı. Takım komutanları ferdi silah taşıdıklarından, terfi ettiğinden takım komutanlarının da BKC silahını kaldırmalarını sağlayacak bir düzenleme olmamasını espri ile dillendirir, silahına bağlılığını ortaya koyardı. Ayrıca bir kadının silahı kavrayışına, onunla bütünleşmesine çok önem verir, hepimizi bu konuda duyarlı kılardı.
1992 yılının bahar aylarında düşmanın tüm üslerimize yönelik yoğun hava saldırıları vardı. İlk kez bu kadar kapsamlı saldırılar oluyor, güçlerimiz sürekli intişar pozisyonunda hareket ediyordu. Yoğun kar yağışlarında dahi saldırılar olduğundan, kamplara uzak alanlara gidiyor akşamları mangalara dönüyorduk. 8 Mart ve Newroz kutlamaları ardından bahar düzenlememiz yapıldı. Takımımızın bir kısmı Serhat eyaletine, bir kısmı ise Şemzinan alanına düzenlendi. Pratiğe gideceklerin başında Beritan arkadaşın da olacağı beklenirken, Karargaha çekilmemiz belirtildi. Başta Bêrîtan arkadaş olmak üzere karargaha gidecek arkadaşlar olarak çok üzülmüştük ama o, yine hepimizden farklı bir yaklaşım sergilemiş, karargahtaki arkadaşlarla tekrar görüşmenin güzelliklerini sıralamış, burukluğunu sadece günlüğü ile paylaşmıştı. Karargaha ulaştığımızda Bêrîtan arkadaşı büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Kısa bir süre sonra kamp güvenliğini daha güçlendirmek amacıyla bazı düzenlemeler yapılması gerekti. Yoğun hava saldırıları nedeniyle çıkartılan tepeci time beraber girmiştik. Uçaklar geldiğinde hummalı bir hazırlıkla onları vurma talimatını beklerdik. Bazen talimat beklemeden vururduk. Bêrîtan arkadaş o kadar korkusuzdu ki, insan onunlayken sırtını çok yüksek bir dağa dayamış gibi hissederdi. Cesaretiyle yanındaki yoldaşlara da güç verirdi.
O süreçlerde maddi olarak çok yoğun imkansızlıklar içerisindeydik. Bêrîtan arkadaş yaşam anlayışı ve ilkeleri nedeniyle bu zorlukları en güçlü hisseden ve karşılayan arkadaştı. Hiçbir geriliğe ve olumsuzluğa boyun eğmediği için var olan geriliklerin hedefi haline geldi. Kişilik zayıflıklarımızdan kaynaklı, güçsüzlük, liberalizmi derinleştiriyordu. Bêrîtan arkadaş doğruda ısrarı ve bu dayatmaları kabullenmemesi nedeniyle bazı uygulamalarla karşılaştı. Ama hiçbir yaklaşım onu temel yaşam gerekçesi olan bu gerçekliklerden koparamadı. Mücadele tarzında amansız olduğu kadar samimiydi de. Çünkü bir yoldaşı hakkında düşündüğü ama ona açmadığı her olumsuz düşüncenin ilişkilerde derin mesafelere yol açtığını düşünüyordu ve çok doğaldı ki, yoldaşlarını deliksiz sevmesi için var olan engelleri aşmalıydı. Buna rağmen hiçbir yılgınlık ve teslimiyete mahal vermeden ilkeler savaşını sürdürüyordu.
Önderliğe ulaşma bir emek ve mücadele işiydi
Çok yönlü bir insandı Bêrîtan arkadaş. Çok güzel yazı yazar, şiirleriyle tüm herkesin duygularının dili olur, çok güzel şarkı söyler, çok güzel halay çekerdi. Mehemed Şêxo’nun ülke aşkını kadın güzelliğiyle ifadelendirdiği sıtranlarını çok severdi. Yanan ateşin kor kırmızısına, göğün maviliğine, mor dağlara vurgun bir yürekti. PKK militanlığının bir gereği olan çok yönlü gelişimi esas alma onda doğal bir özellikti. İdeolojik derinlik ve pratik katılımcılık onda paralel yürürdü. İşte Bêrîtan arkadaş çok sosyal, çok birikimli ve bilinçli olmakla beraber, karşısındakinden de alabileceği bir şeyler olduğunu düşünerek ilişkilenir, bu mütevazılığı ile güven kaynağı olurdu. Bu doğallığı nedeniyle girdiği her ortamda hemen sempati toplardı. Uzun bir süre karargahta basın çalışmalarında kaldı. Yaşama aşkını, umudunu ve coşkusunu hep canlı tutuyor. Ancak içindeki pratik savaş birliklerinde olma arzusunu dindiremiyordu.
Cins bilinci, o süreç katılımlarında pek önde olmayan bir yandı. Daha çok ulusal ve sınıfsal çelişkiler baskın çıkıyordu. Ama Bêrîtan arkadaşta daha o dönemlerde attığı her adımı, giriştiği her çalışmayı kadın olmanın bilinciyle ele alma durumu vardı. Önderliği hiç görmemiş, o da hepimize verilen eğitim imkanlarından yararlanmıştı ve farklılıkları nedeniyle hiçbirimizin karşılaşmadığı zorluklarla karşılaşmıştı. Ama hiçbir şekilde hak talep etmiyor, kendisini Önderliğe ve partiye borçlu görüyordu. Önderliğe yazdığı bir raporunda “Önderliğin çözümlemelerinden yola çıkarak bir roman denemesi yapmayı düşünüyorum” diye yazmıştı. Tamamen kendi çabasıyla ulaştığı bu düşünce Önderliğin çok ilgisini çekmiş o süreçte akademide bulunan bayan arkadaşlarla bu raporu tartışmıştı. Hatta şehadetinden sonra onun anısına bağlılığın bir gereği olarak bu isteğinin yerine getirilmesi için sık sık roman üzerine çözümlemeler geliştirilmişti. Bu raporunda önderliğe verdiği söz de çok sıra dışıydı, kendine hastı. Önderliğin önünde eğilmeye layık bir baş oluncaya dek savaşma sözünü vererek Önderliğe bağlılığını çok net ve yalın bir biçimde ortaya koyuyordu.
O’nun bağlılık, öğrenme, sevme ve daha birçok temel olgulara yaklaşımdaki farklılığı, özgünlüklerinin kaynağıydı. Ona göre militan olabilmek için illa da Önderliğin eğitimlerinden geçmek gerekmiyor, bağlanmak ve sevmek için de fiziksel bir birliktelik kurmak gerekmiyordu. Doğrunun uygulanması için zaman, mekan, koşul tanımamak özgürlük anlayışına sınırlar koymamak temel ilkesiydi. Bu nedenle Önderliği görme önerisini yapmak bir yana görmeye layık olana dek mücadele etme sözünü veriyordu. Önderliğe ulaşma bir emek ve mücadele işiydi. Burada açığa çıkan en temel yanlarından biri de asla hak arayıcılığına girmemesiydi.
1992’nin 4 Ağustos’unda bir takımlık kadın gücü ile Şemzinan alanına takım komutanı olarak pratiğe gideceği söylendiğinde coşkusu inanılmazdı. Yönetimin kaldığı manganın dışına ok gibi fırlamış “Bugün benim bayramım” diye bağırarak arkadaşların şaşkın bakışları arasında koşarak bir halay başlatmıştı. Takımı ile pratiğe gidecek tüm arkadaşlar çok mutluydu. Kalanlar ise üzgün de olsalar en güzel silahları, raxtları, yeni elbise ve ayakkabıların takıma veriyor, kendileri gitmeseler de bu tip katkılarla kendilerini avutuyorlardı. Hummalı bir hazırlıktan sonra takımı sıcak bir törenle uğurladık. Şehit düşen ve Bêrîtan arkadaşın çok sevdiği Zehra arkadaşla beraber kamp çıkışına kadar takımla beraber yürüdük. Attığı her adımda durup boynumuza sarılıyordu. Bunun son görüşmemiz olacağı aklımızın ucundan bile geçmiyordu.
“Savaşla nişanlandım”
Bölükte Bêrîtan arkadaşın boşluğu hemen hissedilmişti. Ayrıldıktan kısa bir süre sonra 1992 yılının Eylül’ünde Rubarok karakoluna yönelik eylem hazırlıkları başlatıldı. Bêrîtan arkadaş da takımının başında bu eyleme katılıyordu. Tüm hazırlıklardan sonra eyleme savunma, saldırı kollarından birinde sorumlu olarak katılmış bir yanağından yaralanmıştı. Önderliğin taktik ve uygulama açısından eleştirdiği bu eylem biçimi kayıplar yaşamamıza neden olmuştu ve kabul edilmeyecek bazı sonuçlar vardı. Eylemde oldukça aktif olan Bêrîtan arkadaş noktaya gelir gelmez mutfağa girip arkadaşlara ekmek yapmıştı. Şehit Harun ve Dirêj Ali arkadaşlar adete zorla onu kaldırıp yarasını tedavi etmesi için karargaha göndermişlerdi. Karargaha geleli kısa bir süre olmuş, 1 Ekim’de KDP, YNK ve TC’nin hareketimize yönelik “Sandviç hareketi” dedikleri kapsamlı operasyon başlatmıştı. Rubarok eyleminden henüz geri çekilen alan gücü oldukça yıpranmıştı. Karargah güçleri olarak biz de savaş cephelerindeydik. Bu süreçte biz tepelerin birindeyken Bêrîtan arkadaş karargaha gelmişti ve görüşme olanağımız olmamıştı. Kısa bir süre sonra tepelere gönderilecek bir mangalık kadın arkadaş gücünü de yanına alarak cepheye gitmeyi önermişti. Yarası henüz iyileşmemişti. Kendisinin yerine cepheye gidebileceğini söylediği gerillaya birlikte katıldıkları Dersim arkadaşa “İnsan yoldaşlarıyla her şeyde ortak olur ama savaşın ölme sırasını hiç kimseye veremez” demiş ve dayatarak cepheye gitmişti. Dersim arkadaş ise 1998 yılında Erzurum eyaletinde YAJK koordinesi olarak görevliyken şehit düşmüştü.
Buradaki komuta anlayışına değinmeden geçmek elbette yarım bırakacak bu anlatıyı. Seçmeden en zayıf olanı da yürütme gücü ve inancını göstermek bir kadın komutan olarak onun en temel aldığı yandı. Bu incelikle yaklaşılırsa en işlevsiz bir insanın dahi çok şey yapabileceği görülür. Kimsenin zorlanan arkadaşları yanına almak istemediği herkesin nitelikli gücü istediği bir ortamda Bêrîtan arkadaş bu arkadaşlar güvenmiş ve gücü ile onları savaştırmayı başarmıştı. En güvensiz insanlar onunla güven kazanır, hasta olan arkadaşlar kendilerini iyi hissederlerdi, zorlananlar güçlenirlerdi. Çünkü o bazı şeylerin insanlarda yapılandırılabileceğine ve insanın her şeye kadir olduğuna inanırdı. Oysa insanları yürütme ve yön verme bir sanattır.
Kadın ordulaşmasının ve özgün örgütlenmesinin tartışılmadığı bir ortamda kadın gücüne bu denli güvenen ve inanan bir yaklaşımı yakalaması çok önemliydi. Savaş tüm cephelerde büyük bir yoğunlukla sürüyor. Karadan ve havadan kapsamlı saldırılarla karşılaşıyorduk. Ancak taktik boyutta büyük bir yetmezlik yaşanıyordu. Gerillanın asla girmemesi gereken mevzi savaşına girme bizi her açıdan zorluyordu. Direnişçilikte, cesaret ve fedakarlıkta hiçbir sorun yoktu. Ancak sayıca bizden kat be kat büyük düşman gücüne cepheden karşı koymak bir halk güç kaybına yol açıyordu. 24 Ekim günü ihanet çemberi hayli daralmıştı. Anakarargahımızın bulunduğu vadi çevresinde yoğun bir güç birikmişti. Bêrîtan arkadaşla vadinin girişinde bulunan dere yatağının karşılıklı iki yakasını tutuyorduk. Birbirimizin hareketlerini uzaktan izliyor ama görüşemiyorduk. Düşmanın Kevote ve Şexzade boğazından saldırıya geçeceğini biliyorduk ve sabaha kadar mevzilerimizde hazır vaziyette bekledik. Savaş açısından çok belirleyici çarpışma yaşanacaktı. 25 Ekim sabahı saat 4’te henüz yeni aydınlanmaya yüz tutan gök yüzünde ilk izli mermi fırladığında beklenen anın geldiğini anladık. Saldırı bizim kanattan değil, Bêrîtan arkadaşın bulunduğu kanattan başlamıştı. Ancak ağır silahlarla arkadaşlara destek olabiliyorduk. Çok yoğun bir saldırı olduğu, yağmur gibi yağan mermilerden anlaşılıyordu. Henüz aydınlanmamış göğün karanlığını bir kadın tililisi yırtmış, hava aydınlanmıştı. Bu tililinin sahibinin Bêrîtan arkadaş olduğunu bilmiyorduk. Az sonra hava aydınlanınca yüzlerce peşmergenin tepenin zirvesine doğru saldırıya geçtiğini gördük. Bêrîtan arkadaşın yardımcısı olan ve 1994’te Serhat’ta şehit düşen Türk Ruken arkadaş bacağından yaralanmış, Bêrîtan arkadaş birkaç arkadaşı onu kurtarmaları için görevlendirmişti. Arkadaşlara geri çekilmelerini kendisinin de geleceğini söylemişti. Bir kale burcu gibi yüksek bir kayalığın üzerinde çatışmaya devam etmiş, mangasının sağlam geri çekilebilmesi için savunma yapmıştı. Bu sefer Rubarok’da yaralandığı ve kendisinin “Savaşla nişanlandım” dediği yarasının yanı sıra diğer yanağından, kolundan ve göğsünden yaralanmıştı. Yaralarının ağır olduğunun farkında olduğundan ve geri çekilmeyi hiç düşünmediğinden mevzisine daha sıkı sarılmıştı. Üzerinde bulunduğu kayayı kuşatan peşmergeler bir kadın olduğunu anladıklarında sağ ele geçirmek istemişler ve teslim olması çağrısında bulunmuşlardı. Kuşatıldığı ve kurtulabileceği hiçbir yol olmadığı halde peşmergelere “Siz güneyden gelip devrimimize saldırıda bulunuyorsunuz ben teslim olmam, asıl siz teslim olun” diye cevap vermişti. Ardından şehit düştüğünde düşmanın bir silah ele geçirip sevinmemesi için son mermisine dek savaşmış, silahını parçalara ayırarak tahrip edebildiği ölçüde parçalamış ve kullanılmaz hale getirmişti. Daha sonra da silahının gövdesine sarılarak “Bijî Serok Apo” sloganı ve atmayı çok sevdiği tilililer atarak kendisini yüksek kayalıktan aşağı atmıştı. Buradaki kuşatılmışlıkta bile kuşatılamayan ruh, teslimiyetin zerresine yol vermeyen beden hep hedeflediği ve uğruna mücadele ettiği değerlere bağlılığın gereği canını feda ederek bir kez daha bir ilki yaratmıştı. Düşmanın katliamlardan geçirip tarihine bir kilit vurduğu ve açılmayacağına inandığı ülkemizin gümüş kapısı olan “Derye simin” mirasçısı, Bese’lerin ve Zarife’lerin ardılı Bêrîtan yoldaş bu kilidi kırmıştı. Hiçbir zorluğa hiçbir saldırıya karşı pes etmediğini bu şahadet biçimiyle bir kez daha ortaya koymuştu. Şehit düşmeden önce yazdığı bir dizede;
“Güzel saçların ilmiği
Hain çiyan düşmanın” diyordu. Bunu eylemiyle göstermiş ihanetçilerin yüreğinde bile bir duygu kıpırdanışı yaratmıştı. Birçok peşmerge bir daha asla savaşmamacasına silah bırakmıştı. Cenazesini kendi elleriyle gömüp hiçbir saygısız yaklaşımlara girmemişlerdi. O çatışmadan önce elimizde kalan yüze yakın peşmerge cenazesi Bêrîtan arkadaşın cenazesinin iade edilmesi şartıyla ailelerine verilmişti. Bêrîtan arkadaşın cenazesi ise şehit düştüğü dağın zirveye yakın boğazında çok sevdiği özgür dağların onu seyre durabileceği bir yere gömülmüştü.
Şehit düştüğünde sadece bir buçuk yıllık bir arkadaştı. Savaş sonucunda hiç de istemediğimiz ama zorunlu olduğumuz bir anlaşmaya gidildiğinde Önderlik “Bêrîtan ruhunun temsil edilmesi halinde bu sonun değiştirileceğini” belirtiyordu. Bêrîtan arkadaşın şahadetini öğrenmeden önce Önderlik “Bir kızımız bir mektup yazmış, hayli anlamlı. Bizim çözümlemelerimizden yola çıkarak roman yazmayı düşünüyormuş. Onu isteyelim” demişti. Savaş sonucunda yapılan görüşmelerin sonuçlarını Önderliğe aktarmaya giden arkadaşlardan şehit Suat arkadaşa bu talimatı vermiş, o anda şehit düştüğünü öğrenmişti ve savaş sonrası gelen ilk talimatlarda Bêrîtan arkadaşın Önderliğin ruhunu temsil eden ender arkadaşlardan biri olduğunu söylemişti. Böyle bir arkadaşla görüşmemiş olmanın üzüntüsünü her süreçte dile getirmişti.
Bêrîtan arkadaşın şehit düşüşünün üzerinden yıllar geçti. Ama kadın ordusunun neferleri olarak her geçen gün onun farklı yanlarını keşfediyor, onu anlamanın, kavramının ve onda derinleşmenin özgürlükle buluşma anlamına geleceğine inanıyoruz. Azimelerin, Rahimelerin, Leylaların ve daha nice özgürlük şehitlerinin mücadelemizin başlangıcında yaşadığı zorlanmalara rağmen tasfiyecilikle asla birleşemeyen ruhları Bêrîtan arkadaşla zirveleşti. İçten ve dıştan hareketimizin ezilmeye çalışıldığı bir süreçte teslimiyete davet edildiğimiz bir ortamda Bêrîtan arkadaş Apocu ruhun gerçek sahibi oldu. PKK’nin bir ruh olayı olduğunu yenilikle eskilikle tecrübelikle, acemilikle, yetkicilik yetkisizlikle değil, yaşama emek verme ve hissetmeyle bağlantılı olduğunu herkese gösterdi.
25 Ekim artık özgür kadın ordumuzun kuruluş günü. Bugüne salt bir gün olarak bakmadan o gün sergilenen ruhu her dönemde temsil etmenin bilinciyle hareket etme kararlılığı ve inancı bugün hepimizde daha çok pekişiyor. Gerçekten güzellikleri yaşatmak, Bêrîtanca yaşamak ve mücadele etmekten geçiyor. Onu iyi yazmak, iyi anlamak tek başına çok anlam ifade etmiyor. O ve tüm şehitlerimiz soyut değil, yaşayan gerçeklerimizdir. Hatta yaşarken de kahramanlığa ulaşmış yoldaşlarımızdır. Bu yakıcı gerçekliklere ulaşmanın kararlılığıyla anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Mücadele Arkadaşları