Önderlik fedailiğin ve toplumsal özgürlük bilincinin sonsuz özünün yaşam kaynağıdır
Bütün hakikat arayışçıları anda geleceği ve geçmişi yaşamaktalar. Önderlik, Hallac-ı Mansur ve Prometheus’dan örnekler vererek fedailiğin ortak özünü ve özgürlük inançlarını, uğruna verdikleri bedelleri ve bu kararların insan için ortak mirasa dönüşme hakikatini anlatarak “ben geleneğin devamıyım” belirlemesini yaptı. Önderlikte tarih bilinci her zaman diridir, bundan dolayı Önderlik geçmişi ve geleceği anda birleştirip anı anlamlı kılarak, zaman ve tarih olgularına ruh vererek anlamına kavuşturdu. Bu derinliğin içinde örnek gösterdiği Prometheus tanrılardan ateşi çalıyor. Ateş insanlık açısından önemlidir. İnsanlığın aydınlanmasıdır ateşi çalması ve tekrardan insanlığa vermesi. Prometheus’un insanların ezilmesine, baskı altına alınmasına, insanlığın kul köle yapılmasına başkaldırısıdır. Prometheus tanrılardan ateşi çalarken neler yaşamıştı? Prometheus tanrıyı aldatır, ateşi çalıp götürür insanlara. İki kez küçük düşürülen tanrılar tanrısı Zeus, şiddete başvurur ve eşi görülmedik, korkunç cezalarla Prometheus’u diri diri zincirlerle bir sütuna bağlar ve karaciğerini bir kartala yedirir. Çünkü Prometheus bilinçli özgürlük sağlamaktadır. Yaşananlar Zeus ile Prometheus arasında bir özgürlük-kölelik kavgasına dönüşmüştür. Prometheus iki kavram üzerinde durup direniyor. Bunlar, bilinç ve özgürlük. Bu kavram Yunancada aganeleut herostomeis deyimi ile “dilin fazla özgür” anlamına geliyor. Prometheus’ta özgürlük bilinci insanlık için çalınan ateşte yanarak kendini yaratmaya kavuşuyor. Böylesi bir hakikatten şunu anlamaktayız: Prometheus tanrılara karşı insanlığın savunucusu olarak yaptığı eylem ile uzun bir düşünme ve cesaret sonucu bilinçli ve istemli bir direnişe dönüşmüş.
Bu direniş geleneği kendisini Hallac-ı Mansur’da devam ettirmiştir. Tanrılardan ateşi çalan Prometheus Hallac-ı Mansur’da direnişe dönüşmüştür. ‘Evrenin döngüsünde tanrı benim içimde’ diye haykıran, En-El Hak diyerek, tanrı ne yerdedir ne gökte, tanrı benim içimde diyerek derisi yüzülse de hakikatten vazgeçmedi. Hakikat arayışında bizlere emanet kalan Hallac-ı Mansur Bağdat’ta Müslümanlara seslenerek “beni tanrıdan kurtarınız, tanrı kanımı size helal etmiş” demiştir. Öte yandan öğrencisi Hallac-ı Mansur’a “Arif kimdir?” diye sorar, Hallac-ı Mansur “Arif o kimsedir ki Bağdat’ta eli ayağı kesilerek, gözleri çıkarılarak, baş aşağı astırılıp gövdesi yakılarak Dicle’ye atılan kişidir” cevabını verir. Hallac-ı Mansur verdiği bu cevapla tanrıyı evrenle buluşturup bir sırdır diyordu. Önderlik de evrenin sırlarını ortaya koyarak Hallac’ın yarım bıraktığı soruya cevap oluyordu. Evrenin sırrını çözmek istiyorsan insanı çöz. “Kendini bilme tüm bilmelerin temelidir” diyordu Hallac-ı Mansur. En-El Hak hakikatiyle bilinir, “tanrı benim” diyordu. “Ruhum emanet, ruhtan üflendi ve ona ulaşmayı diledim, kalben çağrıyı duydum ve ölümden ona ulaştım” diyerek anlamı bilince çıkarıyordu.
Önderlik de geçmişin izlerinde dolaşarak, geçmiş miraslara da sahip çıkarak kendi başlangıcını yarattı. Bilgi ve hakikat arasında bağ kurarak ilmi ile bilinci yeniden anlamlandırarak buğday tanesi gibi rüzgarlara savurdu, tohumu toprağa ekti. İşte o tohum her bilinçte yeniden şekillendi. Önderlik ‘kendini bilmek gerekiyor’ diyerek ‘doğru hayat yanlış yaşanmaz’ demişti. Bundan dolayı Önderliğin 9 Ekim 1998’de hareket etmesi, Avrupa’ya gitmesi, kapitalist modernitenin de iflasıydı aynı zamanda. Önderliğin 9 Ekim çıkışı tamamen bilinçli bir çıkıştır. Önderliğimiz bu çıkışını şöyle ifade etmektedir: “9 Ekim 1998 çıkışını oraya yapmamın doğruluğuna hala inanıyorum, çünkü o zaman savaş kişiselleşir, tam bir intikamcılığa dönüşürdü, olası bir barış ve kardeşlik fırsatı hepten yitirilirdi. Dağa çıkış kırk yıllık rüyam olduğu halde üzüntüden çatlamamın tek nedeni, insan yaşamının ve özgürlüğün iğne ucu kadar barışçıl bir imkan varsa bunun denemesinin tercih edilmesinin daha değerli olmasıydı. Gücüme güveniyordum ve tarihi rolümü böyle oynamam gerektiğine dair sürekli bir his ve ilham kaynağı taşıyordum.” Önderliğimiz her zaman kendi tarihi görev ve sorumluklarını en zorlu koşullarda yerine getirdi ve getiriyor da. 9 Ekim ile başlayan komplo süreci günler 15 Şubat’ı gösterdiğinde iyice derinleşmiş, Önderlik uluslararası devlet güçlerinin denetiminde kaçırılıp TC’ye götürülmüştü.
15 Şubat tarihimizde karanlık, kara bir gündür. Yaşamın donduğu bir gündür, anın zamanın durduğu bir gündür. 15 Şubat komplosuna yol açan eksik yoldaşlık ve sahte dostluğu doğru bir şekilde ele alamazsak halkımız ve ülkemiz her zaman soykırım kıskacında can çekişecek ve bu durumda tarih bizi asla affetmeyecektir. Önderlik komploya ilişkin bir belirlemesinde şunu dile getiriyor: “15 Şubat komplosu 21. yüzyıl komplosudur. Kürt ve Türk savaşı yüz yıl daha uzatılmak istendi.” Önderlik Kürt halkının bütününün kendi önderlik kurumunda anlama kavuştuğunun bilinciyle düşmanla savaşıyor. Savaşın ve de çözümün en yoğun merkezi her zaman İmralı oluyor. Önderlik öyle bir hakikat ki evren ve dünya tarihini toplum ve bireyle harmanlayarak kendisini bunun içinde yoğurdu, o yüzden de büyük bir bilinç, toplum-tarih bilimini ve felsefesini ortaya çıkardı. İmralı’da Önderlik muazzam doğuşlar yaptı. En imkansız koşullarda bizlerin ve halkımızın üzerindeki komployu kaldırma mücadelesi verdi, vermeye devam ediyor. Önderlik İmralı’da bir saat mücadele vermezse hepimiz yok oluruz, o yüzdendir ki Önderlik fedailiğin ve toplumsal özgürlük bilincinin sonsuz özünün yaşam kaynağıdır.
Tarihteki bütün fedailer incelendiğinde her biri kendi döneminde özgürlük ve hakikat için büyük çıkışlar yapmıştır, her biri özgürlük tutkunu ve hakikatin anlaşılması için büyük acılara göğüs germiştir, bu uğurda işkenceler çekmiştir, canı pahasına da olsa hakikati temsil etmekten asla vaz geçmemiştir. Bazılarının değeri yıllar sonra anlaşılmış olsa da fedailiğin özü daha da anlamsallığa kavuşmuştur. Önderliğimiz o anlamsallığı bugün kendi gerçekliğinde en mükemmel şekilde temsil etmektedir ve onların mirasından büyük beslenmeyi de başarmıştır. Önderlik 15 Şubat komplosunu bugün sürecin bütün sorumluluğunu üzerine alarak İmralı’da en imkansız koşullarda sürece müdahale ederek “Benim hem teorik hem pratik anlamda gücüm var, savaş sürecini şiddet zemininden, siyasi ve hukuki bir zemine çekmeyi” ifade ediyor, bu da gösteriyor ki Önder Apo kendi döneminin sorumluluğunu en büyük sosyalist olarak insanlık için yerine getirme dinamizmini, moral ve coşkusunu tutku düzeyinde yerine getirme savaşımını fedai özün devamı olarak yerine getirmektedir.
Umut Dünya