Liberalizm kapitalizmin merkezi ideolojisi ve yaşam felsefesidir. Ya da başka bir deyimle kapitalist modernitenin kanserleşmeye yol açan hastalığıdır. Bu nedenle de toplumsallığı parçalama, yani ahlaki değerleri yok etmeyi zihinlere empoze eder. Kendisini topluma dayatan, toplumu uyuşturan bir gerçekliği söz konusudur. Özellikle de kendisini kadına dayatıyor ve kadını özünden uzaklaştırıyor. Toplumu parçaladığı oranda duyguda, zihin yapısında çarpık algılar ve yanılsamalar oluşturur. Bu konuda Önderliğimiz şöyle değerlendiriyor: “Liberalizm, esas olarak ahlâksız ve politikasız bırakılarak güçsüzleştirilen toplumun bireyciliğin her tür saldırısına hazır kılınması anlamına gelir. Liberalizm en anti-toplumcu ideoloji ve pratiktir.”
Önderliğimizin de vurguladığı gibi liberal ideoloji tahribatı en fazla toplum ve birey dengesinde yaratıyor. Bireyi toplumundan, toplumu da kolektif özünden çıkaran bir düşünce sistemidir. Bu yönüyle toplumu oluşturan iki temel cins olarak Kadın ve erkek algısında da egemenlik ve köleliği törpüleyerek inceltiliyor, görünmez kılıyor bu durumda tüm toplumu içine alan kadın erkek somutunda yaşanan çelişkileri yüzeyselleştiriyor. Çelişkilerin yüzeyselleşmesi demek aynı zamanda mücadelesizlik demektir.
İnsan doğasını bu denli bozulmaya uğratan bir ideoloji olarak liberalizmi cins mücadelemize etkileri açısından da değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Çünkü kapitalist modernite bizimde içinden çıktığımız toplum gerçekliğini derinlemesine etkilemiştir. Özgürlük iddiası olan parti militanları olarak bugün önderlik paradigmasında derinleşmeme ve bütünleşmeme gerçekliğimiz bunun ifadesi oluyor. Halen kapitalizmin düşünce sisteminden tam anlamıyla kopuşu sağlamamak mücadele hattımızı belirliyor. Kendimizce mücadele hattında yürüdüğümüzü düşünebiliriz, zaten katılmışız bu yolda ölümüne bağlıyız, sistemi ret ederek saflara katıldık ta diyebiliriz. Fakat kadın özgürlük mücadelemizin geldiği düzey itibarıyla Önderlik paradigması karşısında kendimizi ele aldığımızda görüyoruz ki, cins mücadelemizde yaşanan daha çok çelişkileri uzlaştırmaya çalışmak ve çoğu zamanda çelişkileri dondurma olabiliyor. Liberalizm içinde çelişki yoktur, bir denge oluşturur ve onun üzerinden de etkisini derinleştirir. Bizi çizgimizden, özgürlük ölçülerimizden uzaklaştırır. Kadın hareketi olarak cins mücadelesinde radikal bir değişim ve dönüşümü esas alıyoruz, o zaman mücadele tarzımızda da, liberal duruşlara zemin sunan, etkisi altında bırakan yaklaşımların olmaması gerekir, fakat birçok yönüyle etkilendiğimizi ortaya çıkan pratiklerden görüyoruz. Bu anlayışlarla güçlü bir mücadele verilmesi bizim açımızdan olmazsa olmaz bir ilkemizdir.
Peki nedir bu liberal duruşlar? Liberalizmin olduğu yerde mücadelenin olması mümkün değildir. Çünkü liberalizmin olduğu yerde mücadele olmaz çelişkisizlik vardır. Kadında gerçekleşen hem kendi cinsine hem de karşı cinse karşı bir mücadelesizlik söz konusudur. “örgütsel bütünlüğümüz bozulmasın” diye mücadele etmeyen anlayışlar bunun sonucudur. Sanki cins mücadelesi vermek karşıtlaşmak, bozmak anlamına geliyormuş gibi ya da hep uyumlu olacağız diye mücadelede etkisizleşme açığa çıkıyor. Derken bakıyorsun erkeğe benzeşme oluşmuş, karşılıklı dengeler üzerinden bir ilişki tarzı ve çalışma tarzı ortaya çıkmış. Dengeciliğin oluştuğu yerde bireysel kaygılar ve uzlaşma arayışı gelişir. Uzlaşma adı altında da liberalize ettiğimiz bir mücadelesizlik gerçekliği meydana gelir. Uzlaşma ve liberalliğin temelinde iktidar anlayışı yatar. Aynı zamanda taviz verme ve kendini yaşatmada bunun içinde yer alır. Bu durumda ‘‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığıyla’’ kendine karşı liberal ama etrafa karşı radikal yaklaşan duruşlar var olan durumu çözümsüzlüğe sürükler. Bu duruş güçlü bir çıkış yapmayı da engeller.
Liberalizmin olduğu ortam özeleştirinin olmadığı ve eleştiri gelmesinden korkulduğu için eleştirmeyen duruşların olduğu bir ortamdır. Neden birçok eksikliğini gördüğümüz halde birlikte çalıştığımız yönetimimiz ve yoldaşımızı eleştirmiyoruz? Burada bireysel kaygılar daha fazla ön plana çıkıyor. Bizde örgütsel bir duruş gerçekleştiğinde mücadelede gelişir. Tabii öncelikle kendimizdeki anlayışları aşmalıyız ki karşımızdaki anlayışlarla mücadele edebilelim. Liberal ideolojinin anlayışı olarak “kim ne yaparsa yapsın, nasıl yaşarsa yaşasın”, anlayışı da sadece iki insanın mücadelesizliği değildir. Özünde bizim ideolojimize karşı savaşan bir ideolojidir. Zira kapitalist modernitenin kendini var ettiği zemindir ve demokratik modernitenin toplumsallığını parçalayan, zayıflatan bir anlayıştır. Bu konuda Önderlik;“Şimdiyi yaşa, gerisi boştur sloganını temel inanç olarak işler. Liberalizmin gerçek anlamda özgürlükçülük olmadığını iyi görmek gerekir”diyor. O zaman liberalizmi bizlere etkisi üzerinden değerlendirdiğimizde, cins mücadelemiz açısından birbiriyle mücadele eden iki çizgi var iki yaşam var, iki ölçü var . Mühim olan bizim çizgilerden hangisini tercih ediyor olmamızdır. Eğer tercihimiz özgür yaşam, özgür ölçü, özgür kişilikse, biz tüm yaşamımız da bunu uygularız. Kadın militanlar olarak özgürlük saflarına geldiğimizde aslında bu tercihi netleştirmiş oluyoruz. Fakat özgürlük çizgisinde güçlü bir duruş sergilemeyişimiz tam da bu noktada sorunları, liberalize olmuş kişilikleri açığa çıkarıyor. Liberalize olma en fazla da eleştiri yapmada kaygılı bir sonuç yaratıyor. Bütün doğrularımızı gerçekten en yalın en berrak bir biçim de rahat bir şekilde dile getiriyor muyuz? Zira eleştiri yapmak birbirini düzeltmek, tamamlamak anlamına gelirken, bizde ortaya çıkan ise örgütsel ve ideolojik bütünlükten yoksun kişisel yaklaşımlar oluyor. Bu sorunlar ve anlayışlar aşılmaz gibi de bakmamak gerekir. Aşılması için süreklileşen, örgütsel bütünlüğü sağlayan bir tarzda mücadele yürütmeyi esas almak gerekir.
Bunun yanında parti talimatlarında da özelikle eleştiri mekanizmasının doğru ve yerinde kullanılması gerektiği sürekli vurgulanıyor. Peki bunun pratikleşmesi için ne yapılması gerekiyor? Eleştiri ve özeleştiri belli zamanlara sıkıştırılamaz, süreklileşmesi gerekir fakat aynı zamanda da kendimizi daha köklü ele aldığımız Örgüt yöntemleri var. Önderlik, ne yapardı, nasıl bir yöntem kullanırdı diye sürekli bir yoğunlaşmanın zorunluluğu var. Farklı, yaratıcı yöntemler de kullanmak gerekir. Öncelikle mücadele ederken değiştirmeye kendimizden başlamak, yoldaşlarımızı da bu mücadele ölçülerine çekmek liberalizmi zayıflatarak zamanla ortadan kaldıracaktır.
Cins mücadelesinin liberalize etmede erkeğin rolü ve kadına yansıması nasıl oluyor?
Erkek şahsında çıkan liberal anlayışlar ise; erkek, kadının cins mücadelesini yürütürken “sen iktidarcısın’’ yaklaşımıyla, çelişkiyi muğlaklaştırıyor ve iradesiz kılmaya çalışıyor. Sanki kendi bulunduğu alan iktidar alanıymış gibi, kadının kendi iktidarında gözü var yaklaşımını sergiliyor. Ve yahut “bu temel değil suni bir çelişkidir “ diyerek, kadının yürüttüğü mücadeleye gölge düşürmeye, kadının kendine karşı güvensizleşmesini sağlamaya çalışarak, etkisizleştirme yöntemini kullanıyor. Kadın eleştirisinde ısrarcı olduğunda da erkeğin tutumu, ortak çalışmalarda kadının görüşünü almama, karar mekanizmalarına dahil etmeme ve kadının o alandaki varlığını görmemezlikten gelme söz konusu oluyor. Bazende erkek eleştiri karşısında aşırı zorlandığında, kadın için “olsan da olur olmasan da diyerek, ya sen bu alanda olursun ya ben!” anlayışı üzerinden tehdit eden yaklaşımlar gelişiyor. Kadına dayatılan şudur; “ya uzlaşıya geleceksin, yada uzlaşıya gelmezsen bende seni tanımam” demektir. Bununla birlikte erkek “İktidarcısın” ithamıyla yürütülen cins mücadelesini zayıflatmak istiyor. Oysaki bu bir iktidar kavgasından ziyade, erkek bakış açısı ve eril zihniyetin kendisini kurumsallaştırdığı alan oluyor. Özünde de erkeğin kendi iktidarını kadına dayatma ve kadını pasifize etmeye çalışma yaklaşımıdır. Ve zaman zamanda erkek bu konuda sonuç alıcı olabiliyor. Bu yaklaşımlar erkek şahsında sistemin kendini var etmesi sürdürmesidir.
Nedir bu sistem? Erkeğin zihniyetinden bahsediyoruz. Erkeğin zihniyeti kaynağını beş bin yıllık egemenlik ve sömürü sisteminden alıyor. Bu sistem içinde erkeğe biçilen toplumsal rol egemen olmak üzerinden olduğu için, erkekte buna göre şekilleniyor ve bulunduğu her yere bu egemenliğini öyle ya da böyle yansıtıyor. Yani erkeğin toplumsal cinsiyet ilişkisine göre şekillenmiş zihniyeti parti ortamlarına da bu şekilde yansıyor. Esas olarak bu ataerkil ideolojinin erkek şahsında kadına dayattığı zihniyetidir.
Bu durumda cins mücadelesini ideolojik bir mücadele olarak ele almalı bunun bilinciyle bu tür anlayışlara karşı daha güçlü durmalıyız. Peki erkek cins mücadelesine gelmiyor veya engel olmaya çalışıyor bu noktada sorulması gereken biz neden cins mücadelesini güçlü geliştiremiyoruz, kadının öncülük misyonuna denk bir değişim dönüşümü yaratamıyoruz ?
Dolayısıyla cins mücadelesinin radikal gelişmemesinde kadının belirleyici rolünü görmek gerekiyor. Nedir bu rol? Kadın çoğu zaman kendindeki liberal duruşunu aşmadığı için erkeğin liberal anlayışlarına zemin olan durumu ortaya çıkıyor. Sırf pratik çalışmalarda zedeleme, aksama olmasın diye çelişkileri törpüleyip kabul edilebilir bir duruma getiriyor. Ya da idare etme, çelişkileri dondurma veya bir şekilde ortadan kaldırma yaklaşımı var. Yani çelişkileri çözen yöntemler uygulamıyor. Bu cesaret içimizde neden zayıflamış? Tartışıp çözüme ulaştırmak gerekiyor.
Bu mücadeleyi hepimiz kendi ölçülerimize göre veriyoruz, kendi bildiklerimiz üzerinden yürütmeye çalışıyoruz. Ya da liberal bir anlayışta isek kendi liberal ölçülerimiz üzerinden yürütüyoruz. İyiyi-kötüyü, bileni-bilmeyeni kategorize ediyoruz ve ona göre de bir mücadele yürüttüğümüzü vurguluyoruz. Onun için en temel vurgulanması ve aşılması gereken noktalardan birisi ölçülerin çok net olduğu bir pozisyondayken liberal yaklaşımın kabul edilmemesi, mücadelenin yükseltilmesi gerekiyor. Ve mücadelenin geldiği seviye açısından belli bir tempo yakalanmıştır. Fakat liberalizmdeki dengeci yaklaşımlar gelişirse, yol ve yöntem bireysel olursa, kaygılı bir duruş olur ve bu tempoda da düşüşe neden olur.
Sistemden kopup geldiğimizde sistemin yarattığı hastalıklarıyla birlikte örgüt ortamına geliyoruz. Parti ortamına geldikten sonrada sistemden kopma kararlığımızı değişim ve dönüşüm kararlılığına çevirmeliyiz. Bu durumda olduğumuz gibi kaldığımız sürece değişim dönüşüm gerçekleşmez, bununla birlikte sistem gerçekliği ve parti gerçekliği arasında sıkışmayı yaşarız. Önderliğin en temel felsefesi değişim dönüşümü yaratmak üzerindendir.
Cins mücadelesinde diğer bir değerlendirilmesi gereken anlayış ise uzlaşmayı ortaklaşma adı altında ele alma sorunudur. Uyum ve ortaklaşma yaratma uzlaşmak değildir. Evrendeki her varlığın diğer bir varlıkla bir uyumu vardır. İnsan doğasında da doğanın bir parçası olduğu için bu uyum arayışı vardır. Önderlik bunu şöyle ifade ediyor “Uyum temel çıkarlardan anlayış birliği içinde ortaya çıkar. Birlik nerede güçlenir? Güce gereksinim duyduğumuz birbirimize yaslanarak bir çok şeyi kurtacağımıza inandığımız noktalarda birlik gelişir. Coşku nerede kabarır? kaybettiğimiz bir çok değeri kazanmaya yüz tuttuğumuzda bu büyük heyecana yol açar coşku böyle doğar.” Kadın hareketi olarak bunu iyi okumak ortaklaşmanın uyumun ve uzlaşının ayırdını net koymak durumundayız.
Şehit Zilan Akademisi
Devam Edecek