Tarihte özel savaş yöntemleri ve uygulamaları
20 milyar yıllık evrim tarihinde insanın gelişim süreçleri irdelendiğinde, insanın evrenin bir özeti olduğu bilimsel bir yargı olarak ifade edilmektedir. Önderliğimiz en temelde bu gerçeği dile getirmekte, kendini kavrayan ve kendini bilen doğa olarak insanı örnek vermektedir. Buna, nihai evrensellik de denilmektedir. Önderliğimiz evrenin oluşum süreci içindeki tüm canlıları birinci doğa kapsamında tanımlarken, bu döngünün içinde yer alan insanın ikinci doğa ile evrenin bir parçası olduğunu belirtmektedir ki; insanın toplumsallaştığı dönem de bu süreçtir. Yani toplum ikinci doğa olarak, doğanın içinde farklı bir doğa olarak şekillenmeye denk düşüyor. Herhangi bir canlı topluluğu olmuyor. Farklı bir doğa olarak şekilleniyor. Doğayla ilişki ve çelişki içerisinde bunu yapıyor. Doğadan tümüyle kopmuyor, ama ondan farklılaşıyor ve yeni bir doğa olarak, kendisini inşa ediyor. İnsanda düşünce gücü gelişiyor. Örgütlenmesine önem veriyor. Klan, kabile vb. formlar gelişiyor. İnanç sistemi olarak kutsal güçleri totem olarak kabul ediyor. Bununla insan varlığını kutsuyor ve varlığını anlamlı kılıyor.
Reber APO; “İlkel klandan bu yana tüm sistemler küreseldir’’demektedir. Klanda yaşam biçimi “ya hep, ya hiç’’ kanununa göredir. Dayanışma ilkesi esastır. Klan bilincinin sembolü totemdir. Klan formu, doğuşu, biçimi toplumun ilk örgütlenme biçimi olarak gelişmiştir.
Toplumun bu ilk örgütlenme biçiminde anacıl zihniyet ve kültürden kaynağını alan kadın ve erkek arasında egemenlik ve sömürüden uzak bir iş bölümü gelişir, ancak kadın toplumda ve yaşamda öncüdür, başattır. Bu zihniyet yapısına dayalı olarak gelişen yaşamın düzenlenişi hem cinslere bazı özellikler kazandırır hem de toplumsal statülerini etkileyen sonuçlara yol açar. Buna göre;
Kadın-Toplayıcılık Alanında;
1-Klanın yaşamını örgütler
2-Çocukların yetiştirilmesinde başat bir role sahiptir
3-Toplayıcılık alanında görev ve sorumluluk üstlenmiştir.
4-Üretim, tarım, ekim işi, hayvan besleme işlerini yapmıştır. Bu kapsamda sayılanların hepsi ekonomidir ve bu bağlamda ekonomi kadının elindedir.
5-Toprak ekme ve ürün devşirme işi ile uğraşan kadın, barışçıl bir faaliyet ile bunları geliştirir. Bu anlamda kadının barış içinde birlikte yaşama yatkın bir doğası vardır.
Erkek-Avcılık Alanında;
1-Klanı savunma anlamında iş bölümüne dâhil olur.
2-Avcılık yapar. Avcılık ve savaş alanı erkekte toplumsal gerçekten kopmaya başlamanın kendini ifade ettiği alan olarak barizleşirken, aynı süreç analitik zekânın duygusal zekâdan kopmaya başlamasını da ifade eder. Analitik zekâ, duygusal zekâdan koptuğu andan itibaren canavarlaşma ortaya çıkar. Erkeğin hiyerarşik-sınıflı topluma geçişte oynadığı başat rol düşünüldüğünde bu özelliklerin etkisinin önemli olduğu göz ardı edilemez.
İşbölümünden de anlaşıldığı gibi erkeğin rolünün oldukça sınırlı olduğu ve yaşama katkısının kısmi savunma alanında geliştiği görülmektedir. Yaşamın esas örgütleyeni, düzenleyeni ve yürüteni kadın ve kadın etrafında oluşan form ile gelişmektedir.
Denilebilir ki; insanın düşünce gücü ve geliştirdiği üretim araçları birbirini besleyerek ve tamamlayarak gelişir. Bu süreçte oluşan zihniyet, yapılan işin niteliğini de belirler. Yaşamdaki her şeyin niteliğini ve niceliğini belirleyen şey zihniyet yapılanmasıdır. Doğal toplum, ana kadın-tanrıça öncülüğünde hakikat yolunda iyi düşünen, doğru söyleyen ve güzel yapan işlerin verimli ve yaratıcı tarzda kendisini çoğalttığı bir dönemi kapsamaktadır. Buna dayalı olarak tüm kutsallar kadınla sembolize olmakta, çünkü anlamını kadının zihniyet ve toplumsal oluşturuculuğundan almaktadır. İş bölümü zihniyetin yaşamı düzenleme çerçevesidir, onu aşmaz. Bu nedenle anacıl toplumun güzelliği esas olarak düşünsel güzellik, doğayla denge, insan özüne dayalı yaşam duruşu ve örgütlü ifadesi olmaktadır. Tam da bu nedenle en gelişkin ve ilerici tanımlamalarını hak etmektedir.
MÖ 12.000 ila 4000 yılları Neolitik Çağı kapsamaktadır. Bu süreç 1. 2. ve 3. tabakayı kapsayan bir süreçtir. Tanrıçalık Çağı olarak ifadelendirilir. Tanrıçalık olarak anlam bulmasının nedeni Önderliğimizin ifade ettiği şu gerçekliktir; “Tanrıçalık, neolitik devrimi başarmış kadının toplam özellikleridir’’.
Bu dönemde birçok tanrıça farklı coğrafyalarda, farklı isimlerle topluma öncülük etmişlerdir. Mezopotamya’da İştar ve Star, Fenike ve Kenan’da Astarte, Hurri’lerde Heppat ve İnanna, Mısır’da İsis-Hothar, Hititlerde Kibele, Asuri’lerde Gola, Afrika’da Niam, Aborjinlerde Yfi, Kızılderililer’de İrdyako, Asya’da Atevavida-Budivida, Arabistan’da Lat-Menat ve Uzza’dır. Neolitik devrimi gerçekleştiren bu kadın öncüler, toplumun başına yağan yıldız yağmurları gibi gelişmelere öncülük etmiş ve birçok ilke imza atarak hem üreterek çoğaltmış hem de yaratıcılığı dorukta yaşamışlardır.
Bu sürecin mitolojik anlatımları ve yapılan arkeolojik kazıları ile elde edilen birçok veri, ana kadın eksenli sürecin örgütlenme ve yaşam tarzını, inanç sistemini ve üretimdeki rolünü gözler önüne sermektedir.
İlk komlar (yerleşkeler), Mezopotamya olarak bilinen Dicle-Fırat havzasında gerçekleşir. Bu süreçte nicelik ve niteliksel bir sıçrama yaşanır. Toplumsal bir devrim gerçekleşir. Göbeklitepe ( Xerapreşkê), Çayönü, Çemê Kotêber, Nevala Çore ve Çemê Xalan gibi alanlarda yapılan kazı çalışmalarında neolitiğe ait birçok değer ve ürün ortaya çıkmıştır. Bunlar ağırlıkta Yukarı Mezopotamya olarak bilinen Kürdistan yerleşkeleridir. Göbeklitepe, Mısır piramitlerinden 7500 yıl önce yapılmıştır. Tarihte cennet bahçesi olarak geçmektedir. Çıkartılan 45 büyük taşın üstünde o yörede yaşayan hayvanların çizimleri yapılmıştır. Asur tabletlerinde ‘Beth Eden’ adıyla bu uygarlıktan söz edilir. Tevrat’ta cennet bahçesinin Suriye’nin kuzeyine düştüğü yazılır. Göbeklitepe’nin yanında Harran ovası vardır, Göbeklitepe de bu ovanın içinde yer alır. Ergani’de bulunan Çayönü’nün, uygarlığın başlangıç dönemine denk gelen bir köy olduğu ifade edilir. Yerleşik yaşam kültürü ile birlikte ekim-biçim ve evlerin yapımı gelişmiştir. MÖ 10200- MÖ 4200 yıllarına kadar süren bir kültür var. Burada yapılan evler yuvarlak ve dört köşelidir. Altları taş ile kapatılmış, etraflarına kanallar yapılmıştır. Dünyadaki ilk ticaret merkezi olarak bilinir.
Yine MÖ 10500 yıl öncesine ait ekilen buğday çekirdeğinin bulunması, ilk tohumun keşfi olarak büyük önem taşımaktadır. MÖ 8000 yıllarında bütün bu birikimler sonucu Neolitik Devrim yaşanmış, bunun sonucunda ise MÖ 6000-4000 yılları arasında Til Xelef kültürü oluşmuştur. Bu kültür, Rojava’da Serêkanî’de açığa çıkmıştır. Til Xelef kültürü döneminde Aryen topluluklarında da aşiret formu gelişmeye başlar. Yün eğirme, elbise yapma-giyme, destar ile buğday öğütme ve ekmek yapma vb. bu dönemde gelişmiştir. Kerpiç evler kullanılır. Balta ve çapa bakırdan yapılır. Tanrıçalık kültürü gelişir. Bu dönem kullanılan sözcükler ve kelimelerde, kadın sözcükleri öndedir. Kadın yaşam, doğum ve üretimdeki başat rolü ile yaratıcılığını ve kutsallığını gösterir. İnanç sisteminde kutsallıkları, ihtiyaçlara verilen cevaplar belirler. Bir gıdanın kutsallığı onu bir toteme dönüştürebilir veya yararlılık ölçüsü totemin oluşumu için yeterli olabilmektedir. Bunu belirleyen dostluk, minnettarlık ve şükran duygularıdır. Sınıflaşmaya yabancıdırlar. Aryen dil ve kültürünün iyice kurumlaştığı dönemdir. Tanrıça Star’dır; yaratandır, koruyucudur ve yaşamın sterkidir.
Dağ tanrıçası Ninhursag, güçlü tanrıçalar döneminin ilk temsilcilerindendir. Gücü ve örgütlülüğü doruktadır. Mitolojide küçük bir bahçe yaptığı ve otlar ektiği belirtilir. Enki, bu bahçeye girerek sekiz ayrı ot yer. Bu nedenle sekiz ayrı organında ağrı ve hastalık baş gösterir. Ninhursag ise bu duruma çare bulmak için Enki’nin yanına sekiz Tanrıça gönderir. Bu Tanrıçalar hastalıkları iyileştirir. Ayrıca Enki’nin kaburgaları çok ağrıdığı için gönderdiği Yaşam Tanrıçası ‘Ninti’ onu iyileştirir. Daha sonra bu ağrıyan kaburga hikayesi kurnaz erkek tarafından çarpıtılarak, Havva şahsında kadının Adem’in kaburga kemiğinden yapıldığı söylencesine dönüşür. Bu örnekte görüldüğü gibi kadın eliyle, aklıyla ve emeğiyle yaratılmış, şifa ve sağaltıma yol açmış birikimlerin hırsızlık, kurnazlık ve gasp yöntemi ile erkeğe ait kılınması ve kadına karşıt hale dönüştürülmesi, uygarlığın tersten okunması durumunda tarihin doğru kavranacağını da göstermiş olmaktadır.
Bu dönemin bazı temel özelliklerine kısaca değinecek olursak şunları ifade edebiliriz: Toplum kadını; yeryüzünün yaratıcısı, köy ve şehirlerin koruyucusu, ağaçların, suların, köpüğün anası olarak tanımlamaktadır. Kadın, maddi ve manevi olarak kutsal görülür ve bu kutsallığa inandıkları içinde her şeye tanrıça isimleri verilir. Tanrıçalar yarattıkları, icat ettikleri şeylerle sembolize edilirler.
O dönemde Ana-kadın eliyle geliştirilen birçok birikim, sonraki sınıflı uygarlıklı toplumlarda neredeyse değiştirilmeden erkeğe mal edilerek kullanılmıştır. Bu hem sembollerde hem de birçok kut töreninde, bayramlarda ve tanrıya yapılan ibadetlerde bile görülmektedir.
Tanrıçaların tacı yarım ay yani hilal şeklindedir. Sonraki yıllarda tanrı krallıkların taçlarının aynı olması bir tesadüf değildir. Renkleri kırmızıdır. Hem regl hem de doğum anlarında yaşamı yaratma anlamında kırmızı kutsanmıştır. Kurnaz erkek aklının sonradan kırmızı rengi şeytana mal etmesi, kadını şeytanlaştırma ve günahkâr gösterme sürecine tekabül etmektedir.
Tanrıça sembolleri arasında üçgen, balık, göz, nal, ay, güneş, ağaç, su, toprak, başak, elma, incir ve zeytin ağacı, süt, asma yaprağı yine yılan, kaplan, baykuş kutsal görülürdü. Bu sembollerin bir kısmi kadının bedenine; örneğin üçgen-rahime, nal- memeye benzetilirdi. Yılan kutsal bir varlık olarak ele alınırdı, çünkü tıbbın ve şifacılığın yani bilgeliğin simgesi olarak görülürdü. Yılan ise doğum, yaratım ve iyileştirici şifalar sunan bir simgeydi. Kadının düşüşüne paralel, onun da düşüşü ve şeytanlaştırılması gündeme gelmiştir. Baykuş kadın dostudur, tanrıçaya sürekli bilgi getirir. Günümüzde ise uğursuzluk olarak görülür. Önceden olacakları gören bir kuş olarak insanları uyarması, tek suçu olmaktadır. Nal, halen toplumlarda kapılara asılarak bereket ve şans getirileceğine inanılmaktadır. İncir ağacı, Yahudiler döneminde yakılır; çünkü kadına kutsallık atfeden hiçbir sembolün kalmasına tahammül edilmez. Yine Fenike Tanrıçası Astarte’nin sembolü olan ters dönmüş bir boynuz, günümüzde şeytanın boynuzu olarak gösterilmektedir. Astarte şeytanlaştırılmıştır. Astarte kırmızı elbise giyerdi. Günümüzde şeytanın kırmızı elbise giyerek insanları şehvetle baştan çıkardığı söylenmektedir.
Doğal toplum sürecinin denge aşaması olarak ifade edilen MÖ 4000-2000’li yıllar, kadın ile erkek arasında güç dengelerinin oluşması sürecini ifade eder. Bu süreçle birlikte taş çizimlerde ve heykellerde kadınların, yanında ya oğlu ya sevgilisi ya da erkek kardeşi ile gösterilmesi oluşan bu dengeyi göstermektedir. Bu durum Mezopotamya’da İştar-Dumuzi, Mısır’da İsis-Osiris, Yunanistan’da Afrodit-Adornis, Lübnan’da Astarte-Bal’dır. Mitolojik söylemle kadın ile erkek arasında hem savaş hem de mücadele aşamasına geçildiği görülmektedir. İştar’ın kız kardeşine tecavüz edilmesi ve yer altına gönderilmesi buna örnek gösterilebilinir. İştar’ın kız kardeşini yer altından kurtarmak için indiği yerin altından Dumuzi’nin desteği ile çıkartılması, kadının halen gücünü kaybetmediğini gösteren olaylar olarak yorumlanabilir. İnanna’nın elinde bulundurduğu 104 Me, yaşamın ana koruyucusu olarak varlığının olmazsa olmaz kabilinde olduğunu göstermektedir.
Ş. Zeynep Kınacı Özgür Kadın Akademisi
Ş. Medya Mawa Devresi