Yaşamın anlamı, bir insan olarak ona yüklediğin anlamlarda gizlidir.
Düşüncen, yüreğin ve bedenin hep sana çizilmiş sınırlara mahkum olan, bir türlü o çemberden çıkamayan bir içe büzülmeyi yaşıyorsa, o zaman yaşam kendini tekrar eden, mekanikleşen ve ezbere yürünen bir biçim kazanır ki, bu anlam(sızlık) sana ait değildir. Bir yük gibi bu yaşamı omuzlarında taşımaya çalışırsın. Bunu fark etmediğinde sürüklenerek, fark ettiğinde ise katlanarak yaşamaya çalışırsın.
Bunun tersinden, yüklediğin anlamlar sana çizilmiş sınırları aşan, hep daha ötede daha ötede bir arayış ve yaratım eylemi biçiminde ise, sen zaman zaman düşüşlerin olsa da kanatlanıp uçuyorsun demektir. Anlamlı yaşıyorsun demektir. Yeni anlamları yaratmanın heyecanı, coşkusu, zevki bir aşk gibi sarar seni, adeta uçarsın bedeninde bir ışıltıyla.
Şehadetinin birinci yıldönümünde Viyan arkadaşı düşünürken, ilk aklıma gelen bu sözler oldu. Defalarca mektuplarını okudum, okudum ve en yalın haliyle kafamda şekillendirdiği sözcükler; özgürlük ve anlamlı yaşam aşkı oldu. Tabii bu sadece mektuplarının değil, yaşarken insana verdiği hislerin, düşüncelerin de bir toplamıydı.
Özgürlük Viyan arkadaşta temel bir arayıştı, ancak sadece bir arayış değildi. Aynı zamanda bu arayış kendinde bir yaratıma dönüşmüştü O’nda. Elbette ki özgürlük dediğimiz “işte ulaştım” dediğin bir nokta, bir sınır değildir, sürekli akıp giden bir mücadeledir. Yine hayallerimizi süsleyen bir rüya da değildir. Aradıkça, buldukça-yarattıkça kendini sürekli yenileyen bir gerçekliktir. Demek istediğim O’nda sürekli bir akış vardı. Mütevazi duruşu da bundan kaynaklıydı anladığım kadarıyla. Kendini bilme ve yaratma eylemindeki süreklilik, O’nda kendine sevdalanmayı, yeterlilik hissini ve kendini her şeyin merkezine koymayı engelliyordu. Bu nedenle de hem öğrenmede ve hem de öğretmede mütevaziydi.
Meraklıydı bilime, insana, tarihe. Ve yine duygularıyla bilmeyi esas alıyordu. Mektuplarındaki derin toprak sevgisini, halk, halklar sevgisini, Önderliğe olan doğal ve güzel sevgisini, yine çocuklara ve çocukluğa olan aşkını hissettiniz mi? İnsan okuduğunda bile bu sevgiyi rahat görebiliyor ve hissedebiliyor. Evet, gerçekten de Başur’un o bilinen aşiretçi feodal yapılanmasından ve yine çok sınırlı eğitim düzeyinin içinden gelip de kendini hem bilimle ve hem de ulusallaşmış, evrenselleşmiş duygu yoğunluğu ile bütünleştirebilmek çok zor bir eylemdir. Ve bunu o genç ama cesur yüreği ile başardı.
Oldukça genç bir yaşta olmasına rağmen bunları başarabilmek, bunun için hep mücadele içinde olmak O’nu her geçen gün güzelleştirmişti. Siz O’nda doğal bir otoriteyi, doğal bir güzelliği, sadeliğinden gelen güzelliği hissederdiniz.
Siyasetten, kültüre, ideolojik sorunlardan bireysel, yaşamsal sorunlara kadar mutlaka kafa yorar ve çözümler üretmeye çalışırdı. Her ortaya çıkan sorunda mutlaka ama mutlaka bir görüşü, bir düşüncesi vardı. Düşüncesine güveniyordu, diline güveniyordu. Bu konuda da klasik kadın gerçekliğini, özellikle de Başur kadınının geri geleneksel yanlarını aşmıştı.
Her kadın bildikleri ile yaptıkları arasındaki çelişkiyi bir şekilde görmüş, hissetmiştir. Viyan arkadaş da bu çelişkiyi en derinden görenlerdendir. Çoğunluktan farkı, gördüğünü bir mücadele gücüne dönüştürmesi ve yaptığını bildiğine göre örgütleyebilme yeteneğidir. Bu, kadın kimliğini yaratma mücadelemizde birçoğumuzun yaşadığı temel düğümlerdendir. Mektuplarının bizlere vermeye çalıştığı ana temalardan birinin bu olması çarpıcıdır. Birçok defa bu çelişkiden ve çözüm boyutundan bahsetmiştir. “Söz ve eylem bütünlüğü”, “Sözün anlamı”, Zerdüşt’ün “İyi düşün, güzel konuş ve doğru yap” ilkesi, “Her eylem de sözün yeniden anlam bulması ve özgürlük umudunun güçlendirilmesi içindir”, “Bildiğimiz ve yaptığımız arasındaki his köprüsü”, “Bilinçle hissetmek” gibi ifadeler, Viyan arkadaşın birçok yerde kullandığı ifadelerdir.
Bu ifadelerde, birey olarak ve özellikle de kadın olarak beynimizden yüreğimize giden parçalanmış köprünün yeniden inşasını görüyorum. Gerçekten de bizi kendimizle, bizi insanlarla, bizi ölümüne savaştığımız doğrularla bütünleştirmeyi engelleyen de bu köprüsüzlük değil midir? Bunun için en çok da yıkılmış köprülerimizi bilme ve duygulanma diyalektiğini oluşturarak inşa etmeyi öğretiyor bize. Bilinçle hissedin, bildiğinizle yaptığınız arasındaki his köprüsünü kurun diyor.
Doğal toplumlarda ses, söz, konuşma kutsalmış. Büyülü bir etkisi varmış toplumun hafızasında. Ataerkil yaşam kültürü geliştikçe, sözler büyüsünü, kutsallığını ve güzel anlamını yitirmeye başlamış. Yabancılaşmışız sesin, sözün, konuşmanın büyüsüne, kutsallığına. Dini, mistik anlamlarından ziyade, yaşamın, toplumun, insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarına uygun, insan onuruna denk yaşamanın getirdiği bir büyüleyicilik olsa gerek. Sözün yüreğin titreşimlerinde cevap bulması ve oradan yaşam gerçekliğine dönüşen bir zincirleme eylemselliğin yarattığı bir kutsallık, anlam olsa gerek.
Evet, ağzımızdan çıkan söz, beynimizin amansız öz düşünme gücünden ve yüreğimizin titreşimlerinden mi çıkar? Yine duyduğumuz sözler (olumlu veya olumsuz) beynimizin öz doğrularının süzgecinden geçerek ve yine yüreğimizi titreştirerek mi duyum alır? Ve buna göre mi pratik strateji ve taktiğini belirler? Bunu yeniden yeniden sorgulama ihtiyacı duyuyorum, mektuplarını okurken ve Viyan arkadaşı düşünürken.
Yine bir yerde “Özgürlük molekülünü geliştirmek için atom olmak istiyorum” diyordu. Fizik kanunlarında olduğu gibi; tüm moleküller atomların birleşmesinden doğar. Özgürlüğün, toplumsal anlamda bir gerçekliğe dönüşmesi için, yani toplumsal anlamda özgürlük molekülünü oluşturmak için bireylerin bir özgürlük atomuna dönüşmesi gerekir. Burada fiziksel bir kanunu toplumsal bir kanun olarak ortaya koyuyor Heval Viyan. Ve gerçekten de tarih boyunca özgürlük, eşitlik, adalet ve sevgi için verilen tüm mücadeleler, bu özgürlük molekülünün atomları oldular. Viyan arkadaş da bu tarihi gerçekliği toplumsal mücadelenin bir kanunu olarak formüle etti. Özgürlüğü toplumsallıktan kopartarak bireye sıkıştıran ya da tersinden bireyden kopartarak toplumsallığa sıkıştıran egemen erkek zihniyetinin tersine, bu toplumsallığın ve bireyselliğin anlamlı birlikteliğinde yürütülen mücadelede özgürlüğün gelişebileceğini ortaya koydu. Zihniyetsel dönüşümün yine en yakıcı sorunlarından birine, çok yakıcı bir cevap oluşturdu. Özgürlük felsefemizin bu doğrultuda yürümesi, başarmanın halkasını yakalamak olacaktır.
Başur halkımızın bağrından yetişen Viyan arkadaşın yurtseverlik bilinci de çok çarpıcıdır. Toprak sevgisini, parçaları aşan ulus sevgisini, sınırları da aşan insan sevgisini ne güzel ifade etmiş! Aslında O’nu yaşarken görseydiniz, sözlerin de ötesinde enerjisinde, ifadesini yansıtan yüz çizgilerinde hissederdiniz. Hiç tanımadan hissederdiniz. Topraklarını seven insanlar toprak gibi kokarlar kendi karakterlerinde. O bu toprakların yiğit kızıydı, bu toprakların en çirkin biçimlerde işgal edilmesine, kirletilmesine karşı mücadele etti. Önderliğimize yönelik gerçekleştirilen uluslar arası komploya karşı da zaten başından beri tavır sahibiydi, bunu bir eylemsellikle taçlandırmak istiyordu. Elbette ki bir eylem biçimi olarak benimsediğimiz, yaygınlaştırmamız gereken bir eylem biçimi değildir. Ancak bu eyleme yol açan kişilik gerçekliğini ve toplumsal nedenleri anlamak, çözmek bizim için bir görevdir. Büyük bir cesaretle gerçekleştirilmiş bu eylemin ardını ve geleceğe dair bize yüklediği sorumlulukları ve görevleri güçlü anlamalıyız.
Uluslar arası komplo hala birçok yönüyle aydınlatılması gereken kirli ve karanlık yönleri barındırıyor. Kaldı ki görünen yanları bile ne kadar korkunç ve kirli bir politika olduğunu anlatmaya yetiyor. Komployu gerçekleştiren güçlerin planları, gerçekleştirdikleri işbirliği gün geçtikçe açığa çıkıyor ve zamanla daha da net olarak açığa çıkacak. Bir de tabii hareket olarak bizleri, Önderliğin ‘yetersiz yoldaşlık’ olarak tanımladığı bizleri ilgilendiren boyutları vardır. İşte Viyan arkadaşın eylemi uluslar arası komploya karşı bir tavır olduğu kadar, bizdeki Önderliğe ‘yetersiz yoldaş’ olan yanlarımıza ve yine özgürlük çizgisi ile bütünleşmeyen, örgütleşmeyen ve doğru pratikleşmeyen yanlarımıza bir tavırdır. Sevgi ile, çözüm perspektifi ile dolu bir tavırdır. Dikkat edilirse, bize yönelik tüm tavsiyeleri partileşmeyen yanlarımızı sorgulatmaya ve mücadele gücümüzü, umudumuzu daha güçlendirmeye yöneliktir. Yani komplonun, komploların gelişimine, bireyde objektif olarak zemin sunan yanlarımızı aştırmaya yöneliktir.
Kadın-erkek ilişkisinden aşkın anlamına kadar, örgütte doğru pratikleşmeyen yanlarımızdan mücadeleciliğimizi keskinleştirme sorunlarımıza kadar birçok konuda değerlendirmelerde bulunmuş. Viyan arkadaşın tanımıyla özgürlük atomu olması gereken bizlerin özgürlüğe uzak, onunla bütünleşmeyen yanlarımızı sorgulatmaya çalışmış. Aşkın da atomsal yani bireysel gerçekliğe haps eden, molekülle yani toplumsal gerçeklikle bütünleştirmekten alıkoyan özelliği ile ne kadar tehlikeli olduğunu, ama molekülleşen atom gerçekliğinde ise ne kadar anlamlı ve kutsal olduğunu ortaya koymuş. Gerçek ve anlamlı aşkın karakterini yaratmayı biz kadınlara vasiyet etmiş. Özgürlük hedefine kilitlenmiş aşkı yaşamak, bunun toplumsal değerlerini yaratmak, bireysel gelişimini bu hedefle bütünleştirmek, Viyan arkadaşa kadın yoldaşları olarak vereceğimiz en anlamlı cevap olacaktır.
Şehit arkadaşlara dair yazılan yazıların en zor yanı, onları yazmada kullandığın kelimelerin, tanımlamaların sürekli kifayetsiz kaldığı kaygısını yaşamaktır. Bu defa da bu duyguyu çok derinden yaşayarak yazıyorum. Viyan arkadaşın ve okuyanların affına sığınarak, O’ndan ve mektuplarından çıkardığım anlamları ancak bu kadar yazabildiğimi belirtmek istiyorum.
Kendisini seven birçok yürek bıraktı ardında. Ve bu yürekler O’nun özgürlük mesajını anlamaya çalışıyor ve mücadele kararlılığını yaşamda devam ettiriyor. O’nun da yaşama yüklediği anlam gizini çözmeye çalışarak özgürlük mücadelemizi yükseltmeye çalışıyoruz. Bu da bizim için anlamlı yaşamın bir ilkesi…
Çiğdem Doğu