Bugün 14 Temmuz! Direniş şehitlerimizin, insanlık onuru ve her şeyin kendi şahıslarında bitirilmek istendiği bir süreçte, böyle bir günde, her şeyin kurtulmasının ancak ve ancak biricik silah ve can bedeli olarak kendilerini ortaya koymaktan başka bir çarelerinin kalmadığı anda, yapılması gerekenin yapılması için büyük kararlılıkla içine girilen ölüm orucunun, başlangıç günüdür bugün.
Başını Kemal, Hayri ve Akif yoldaşların çektiği bu eylemin, giderek kendilerine dayatılan baş aşağı gidişe, kötü bir teslimiyet dalgasına karşı en kritik anda böylesine bir eylemin başlatılmasının zincirleme etkileri, günümüze doğru geldiğimizde daha iyi anlaşılabilir ve sonuçları çıkarılabilir. Böylesine eylemler ve onların kişilikleri için çok şey söylenebilir. Eylemin gerçekleştirildiği ortam, hedefleri, yöntemin kendisi çeşitli yönleriyle değerlendirilebilir.
Biz böylesine bir eylemi haber aldığımızda, yapmamız gerekenin, sadece ve sadece kararlı bir direnişçilik olduğunu, bunun da bütünüyle partinin amaçlarına daha kapsamlı ve sonuç alıcı yol ve yöntemle yaklaşım göstermekten geçtiğini iyi biliyorduk. Bu eylem yürürken, biz partimizin II. Kongresi’ni yürütüyorduk. Kongre iki hususla uğraşıyordu: Biri, çizgiyi geriye, sağa çeken ve bir daha dönmemecesine kokuşmuş bir kaçışa, mülteciliğe bizi çekmeye çalışan yaklaşımdı. İkincisi ise; bütün gücümüzü ortaya koyup, mutlaka bu vatan için verilmesi gereken canların, akıtılması gereken kanların olması gerektiğiydi. Bunu iyi biliyor ve alabildiğine yükleniyorduk. 1982 yazı ortası, sadece yaz sıcaklığını değil, ulus için, insanlık için, partimiz için çok daha yaman bir sıcaklığın, onurlu yolda var olmanın gücünü, cesaretini, inancını gösterip göstermemenin, bunun için insanda ortaya çıkabilecek en son direnme haddinin, azminin, kararlılığının gösterilmesi günleri olarak kendini dayatıyordu.
Bu sıcak yaz günlerinde, şartlar ne kadar aleyhte olursa olsun, direnme, azim ve kararlılığı, olanakları ne kadar fazla umut vaat etmezse etmesin, yapılması gerekenin, son bir çabayla da olsa, bugüne kadar adı pek telaffuz edilmeyen bir ülke varsa, o ülkede en kötürüm bir halk yaşıyor ve insanlık davasında her şeyini yitirmeyle insanlar yüz yüzeyse, yine de birilerinin kalkıp “ben de insanım, henüz son sözümü söylemedim, bir şeyler yapmak gerekir” deyip bir yüceliği göstermesinin hayati anlam ifade ettiği veya her şeyin ona bağlandığı bir dönemin günü oluyor. Diyarbakır’da böyle tarihi bir güne, son derece yüce ve hayati bir kararla karşılık verilirken, bugün 14 Temmuz’un onuncu yılına girişte, bütün Diyarbakır tarihinde görülmemiş bir biçimde içinde yer aldığı ülke ve bütünüyle sahip çıkmaya ve daha da ötesi silahların üzerine yürekleriyle, taşlarla yürüyecek kadar bir cesarete ulaştırma, bir kararlılığa ölümüne bağlı olanlarla ve bunu gerçekleştirenlerle, ardıllarının eğer yaşıyorlarsa, eğer anılarına sadakatle bağlılarsa, nasıl karşılık vermeleri gerektiğinin de en büyük ispatı oluyor.
Ortadoğu halklar gerçeğinde çeşitli dinler, mezhepler görünümünde, çok vahşi baskılar karşısında, inancın, azmin, kararlılığın bir sonucu olarak vahşice canların alındığı, ama o denli büyük kahramanların günümüze kadar bir gelenek olarak toplumun hafızasında ve yaşamında etkili olduğunu biliyoruz. Bu tarihsel geçmişte yakılanlar, kazığa çakılanlar, kazanlarda kaynatılanlar, derisi yüzülenler, çarmıha gerilenler, uçurumlardan yuvarlananlar vardır. Soykırımlara tutulan halklar vardır ve bir anlamda bu tarih, insanlığın ne olup ne olmadığını veya nasıl olup nasıl olmaması gerektiğini, böylesi merkezi bir biçimde bir savaşımla kendini bütün insanlığa örnekleyen gerçeğin adı olmaktadır. Dinler tarihi, halklar tarihi, siyasal tarih bunun acımasız örnekleriyle doludur. PKK’de gerçekleşen, bütün bu tarihin olumlu hanesinde yazılması gerekenin, adaletten, doğrudan, özgürlükten yana olan eğilimin, koşullar ve dönem ne kadar aleyhlerinde olursa olsun, yine de büyüklüklerine yaraşır bir biçimde bir tavrı sergileme gücünü gösterebilmektir. Eğer böylesine bir söz varsa, bu sözün çağla ilişki ve çelişkisini doğru tespit etmek, çağa bu gerçeği mutlaka yansıtmak, bedeli ne olursa olsun bunu yapma gücünü göstermektir. Gösterildiğinde bunu özlenen bir direniş olayı, bir harekat ve parti olayı olduğunu, eğer göstermezse, bir çok örnekte görüldüğü gibi, silinmekten kendini kurtaramayacağı, sınavını başarıyla veremeyeceğinin de bir ifadesi olmaktadır. Dolayısıyla bir halk için olduğu kadar, insanlığın belirleyici bir birikimini de temsil eden Ortadoğu halklar gerçeğinin, olası bir şafak vaktinde atılması gereken bir adımının da bunda yattığını görmek gerekiyor.
PKK’nin oluşum tarzı bunu da ihtiva etmektedir. O günkü koşullarda bize dayatılan PKK’nin inkar edilmesi, PKK’den vazgeçilmesidir. Eylemimiz bu dayatmaya karşıdır. O günün PKK’sinin donanım itibariyle en zayıf dönemden geçtiğini biliyoruz. Genel doğruları söylemekle birlikte, ideolojik yetkinlik sınırlıdır. Politik tavır söz konusu olmakla birlikte, henüz ana kitlesine ulaşmaktan çok uzaktır. Özcesi, bir hareket haline gelmekten uzaktır. Ve bazı eylemsel faaliyetler varsa da bunların bir halk hareketi, savaşı olmaktan çok uzaktır. Karşısında da her bakımdan donanımlı ve her şeye güç getirebilecek bir düşmanla karşı karşıya olması söz konusudur. Ne uğruna savaşılan halk için, ne de halkların tarihi geleneğinde, -bir de bu Ortadoğu gerçeğiyse- daha güçlü bir karşılıkla, bir kurtuluşa yönelmek mümkün değildir. Her şey biraz zayıf başlayacak, eğer yaratıcılık ve insan soyunun ender rastlanılan dönemlerinde gösterilmesi gereken büyüklük gösterilirse, bir şeyler kurtarılabilecektir. Bu kesin böyledir. Yapılmazsa sonuç fecidir.
PKK’nin artık yaşayıp yaşamaması, direniş önderlerinin de çok iyi ifade ettikleri gibi öyle bir noktaya gelmiştir ki, canlarını ortaya koymaktan başka çareleri kalmamıştır. Yine bu direniş önderlerinin bizzat ifade ettikleri gibi, büyük yaşam tutkunu olmamalarına rağmen, sırf bu yaşam tutkusuna saygının bir gereği olarak, canlarını ortaya koymalarından da başka çareleri yoktur. Büyük bir imtihan, yerinde karar vermek, bir o denli anlamlıdır.
Günümüzde PKK gerçeği üzerine çok tartışıyoruz, çözümlemeler kapsamlıdır, biraz da bu olgu uğruna kendilerini böyle yatıranların kişiliğini anlamak için yaptık. Anılarına bağlılığın ancak ve ancak böyle mümkün olabileceğinin derin bilinciyle, sorumluluğuyla yaptık.
Bu yoldaşlar, iki ilkeye bizzat sözleri ve eylemleri ile büyük bağlılık ifade ediyorlar: “PKK’yi koruyacağız” diyorlar ve gerçekten layık olduğumuzun henüz tam anlaşılmadığı bir aşamada, bize de büyük bağlılık ve vasiyet bırakıyorlar. Bağlılığa karşı bağlı kalmak gerekir, vasiyetin de gereklerinin yerine getirilmesi gerekir. Eğer sözler boş bir ifade olmaktan öteye bir değer ifade edecekse, eğer büyük kararlılığın sahiplerinin vasiyetine gerçek bir değer biçilecekse, bunun anlam ve önemini iliklerine kadar duymak, ama mutlaka ve mutlaka bunu giderek silikleşen bir anı olmaktan çıkarıp, tam tersine, devleşen bir eyleme dönüştürmek, bu vasiyetlerine bağlı kalmanın da vazgeçilmez bir gereğidir. Her yerde sözcüklerle oynanır, hatıralar ve vasiyetlerle oynanır, ama asla böylesine büyük kararın, büyük eylemin gerçeğiyle oynanmaz. İçine girilebilecek en büyük riyakarlık, ister bilinçli, ister bilinçsiz olsun, bu söze, bu karara, bu eyleme sadakatle bağlı olmasını bilmemektir. Daha da kötüsü gerekeni yapmayı becerememektir. Mutlaka bağlılık kadar, bunun gereklerini yerine getirmeyi becereceksin! Ne pahasına olursa olsun becereceksin! Bunu becermeyenler, eylemin büyüklüğüne bundan başka bir karşılık verilebileceğini düşünüyorlarsa, kendilerini aldattıkları gibi, çok büyük bir oportünizmin temsilciliğini de yapmaktan kurtulamazlar ve son tahlilde gidecekleri yer lanetli olmaktan öteye değildir. Eylem büyük, karar ise “biz PKK’den vazgeçmeyeceğiz”dir. İkinci adım ise; önderlik olaydır. Bu büyük yoldaşlıktan da vazgeçmeyeceğiz.
İçeriğini daha da açarsak; eylemin güçlü bir muhtevası, oldukça güçlü bir tutumun şekillenmesi söz konusu olmasa da, insanlığı ve özgürlüğü onda gören bir tutum, artık herkesin çekilmeye başladığı, kimsenin sahip çıkmaya cesaret edemediği böyle bir günde, böylesine bir eylemle, hayatlarını ortaya koymalarıdır. Söz ve karar budur, sizin şahsınızda yürütülen savaş budur. Herkes kadar düşman da sonuçlara katlanacaktır. O halde, bundan sonra yapılması gereken büyük bir mücadele kararlılığı ve savaşın kendisi olan bir olaya anlam verebilmektir.
Nedir bu karar, nedir bu eylem?
En önemlisi de nasıl sürdürülecektir?
PKK olayı ve onun en yoğunlaşmış eylem biçimiyle sürdürülecektir! Bunun böyle olduğu tartışılmaz bir biçimde bilincimizdedir. Belki de her yerde, çok çeşitli dönemlerde sözcüklerin demagojik gücüne dayanılarak yalanlar, çarpıtmalar, sahtekarlıklar, aldatmacaların türlüsü gösterilebilir. Ama öyle inanıyorum ki, bir insan varlığının bu denli kendini çok açıkça ortaya koyduğu, her anı başlı başına bir kutsal yemin olan, din kitaplarında ancak rastlanılacak derecede gösterilmesi gereken bir bağlılığı emrettiği ve o denli bilimselliğin de, adalet, doğruluk ve özgürlük uğruna bu denli kullanılacağı, insan bedeninin eriteceği bir gerçek karşısında bağlı olmak kendisini göstermektedir. Bunun karşısında sözü yalınkat anlamamak, gereklerini yapmamak, gerekçe ne olursa olsun, bu temelde bir bağlılığı, bir yürütücülüğü yürütme gücünü göstermemek, ardılları için onursuzluğa doğru yol alışın kötü bir başlangıcı olabilir. İnanç ve bağlılığı yürütmenin çarpıtılmış bir biçimi mutlaka ve mutlaka sonuçta en hain sonlara götüreceği gibi; doğru bir bağlılığın da kesin zafere götüreceği bu olayda gizlidir.
Şunu çok iyi biliyoruz ve inanıyoruz ki, bizzat bu direniş kahramanlarının sözlerinde de ifadesini bulduğu gibi “biz bu partide zaferi görüyoruz, Önderlikte zaferi görüyoruz” sözcükleri bize verilen üst düzeyde bir emirdir. Eğer arta kalanlarda biraz namus, onur varsa, mutlaka başarıyla yerine getirmeleri gereken bir emirdir de. Bağlılığı, başarı temelinde gerçekleştirirseniz çok iyi bileceksin ki, yerinde bir bağlılıktır. İnsan için bunun dışında bir seçenek yoktur. PKK’liler için bunun dışında bir seçenek yoktur. Kürdistan halkı da, eğer sadakatle bağlı olduğunu iddia eden bir insanlık varsa, onun için de bu temelde bir bağlılıktan başka seçenek yoktur. Bunu böyle bilmek, böyle uygulamak gerekiyor.
Önder Apo
14 Temmuz 1991
Devam Edecek