Tarihte büyük eylemlerin, iradelerin sahipleri şehit düştüğünde iki olay belirir: Birincisi, yüreklerine kadar onları duyan ve onunla yetinmeyip büyük bir azimle, büyümüş bir kişilikle o anıyı savaş gerekçesi haline getiren ve savaşanlar grubu ortaya çıkar. Bunlara radikaller veya günümüzde aşırı solcular denilir. Aslında bunlar gerçek dava arkadaşlarıdır. İkincisi, sağ sapmalar ortaya çıkar. Örneğin; Fransız İhtilali’ne, Bolşevik İhtilali’ne veya Ortadoğu halkları açısından genel bir ifade olarak İslam tarihine bakın: Bu devrimlerin önderleri şu veya bu biçimde şehit düştüklerinde, etraflarında bir tartışma başlar ve bir ayrışma ortaya çıkar. Fransız İhtilali’nin radikalizmiyle, reformizmi günümüze kadar burjuva toplumsal biçimlenişini etkiler. Bolşevik Devrimi’nin radikalizmiyle, sağcılığı günümüze kadar etkilerini sürdürmektedir. İslam tarihinin bin dört yüz yıllık gelişim süreci bile, halen bir savaşım ölçüsündedir. Bu anlamda PKK için söylenilmesi gereken nedir? Bunu oldukça değerlendirmelere tabi tuttuk ve önemli doruk aşamalarına, onun özellikle şehitlerine dayandırılmak istenilen doğrultular nasıl olmalıdır, var mı? Büyük bir hassasiyetle ve tarih bilinciyle değerlendirdiğimiz konu bu oluyor.
14 Temmuz direnişi açık düşman terörüne karşı olduğu kadar, PKK içinde olup da düşmana yol gösteren ve düşmana sonuç aldırmak için her şeyini ortaya koyan ihanete karşı da gösterilen bir direnmeydi. Bu ihanetçiler, “PKK nasıl doğduysa, öyle yerin dibine girmelidir” deyimini kullanmışlardı. Hatta Kürdistan halkını tarihe gömmenin ve üzerini betonlamanın mimarı ve baş önderi olan M. Kemal’in adına izafetten “Genç Kemalistler Birliği” biçiminde kendini adlandırmaktan da geri kalmadılar. Kendilerine göre kurtuluş adına lanetli bir yaşamı bulan bu güruh, aynı akıbeti bütün PKK için gerçekleştirmek istiyordu.
Bu saldırıya karşı yoldaşlar büyük bir direnişle karşılık verdiler ve bir anlamda onları boşa çıkardılar. Bu çok iyi bilinen ve hak ettiği biçimde cevabı verilen bir mücadele dönemimizdir ve gerekeni halen yapılmamaktadır. Bir noktayı da şunun için söylemek gerekir: Açıktan saldırı olmasının nedeni şuydu; en zor dönem yaşanılıyordu, bütün direnişin düşmesi an meselesiydi. İç cepheden saldıranlar kendilerini kesinlikle buna inandırmışlardı, “bu hareket bitirilecektir” diyorlardı. Bir kuşkuları varsa, o da bizim bu sahada sürdürme durumunda olduğumuz çalışmalardı. O zaman da ne yapıp yapmayacağımız belli değildi. Haklı olarak fazla çekinmeleri de düşünülemezdi. Aslında çekiniyorlardı, bir şeyler yapabileceğimizi bizzat itiraf da ediyorlardı. Ama ağır basan yön, PKK’lilerin yüzde doksanı içerideydi, eğer tümüyle teslim alınırsa biteceği hükmüne kendilerini inandırmışlardı. Dolayısıyla açıktan saldırıyorlardı. “Başardık, başarmak üzereyiz” diyenler açıktan saldırır, taarruz ederler, kendileri de korku ve endişe taşımazlar. Açık olmasının nedeni buydu.
Büyük bir kararlılıkta teslim olmaya karşı direnme ve bu direnişin sonucunda partinin başarması, en başta bunları yerle bir etti ve bütün partiye de gereken kararlılıkla direnmede büyük bir aşama, büyük bir güç kaynağı oldu. Bir anlamda böyle zaferle sonuçlanan bir direnişten sonra, yine doğrultuya sahip çıkmanın bütün koşullarını, gereklerini -bugünkü gelişmelerle kanıtladığı gibi- bizzat yaparken, önümüze çıkan o büyük karşı koymalar neydi? Bu doğrultunun inşa edilmesi için, bir kuvvet gücü haline gelmesi için çabalarken, bilerek veya bilmeyerek, iyi veya kötü niyetle oynananlar, fırsat bulduğunda en can alıcı yerimizden parça kopartmaya çalışanlar kimdi? Parti tarihi bir de temelde bu yönlü incelenmelidir.
Zindanın bu konudaki payı neydi? Zindan, daha sonra bu büyük şehitlerin anısına bağlı kalarak direnmiştir. Esas itibariyle hakim eğilim direnmedir ve hali hazırda da bu direniş devam ediyor. Fakat bir olay daha gözüküyor; direniş olmasına rağmen, yüzlercesi dışarı çıkıyor ve çok kolay düzenle bütünleşiyor. Hatta o kadar direnmeye rağmen, çok basit karşılıklar bedelinde kendini düzene kiralayan, düzene satan, düzeni yaşamak isteyenler çıkıyor. Bu bir saptırmanın mevcut olduğunun ipucudur. Nasıl oldu da bu kadar direnildi, bu kadar ant içildi, bu kadar söz verildi, bunun için bu kadar küfür, işkencenin her türlüsünü çekildi ve daha sonra da, bunu yapanlar bu düzene bu biçimde, hiç savaşmadan kendini teslim etti? Bu olmuştur ve düşündürücüdür!
Şuna dikkat edeceğiz; direniş doğrultusu neyi amaçlıyordu, vasiyet neyi içeriyordu? Gereken nerede, nasıl, hangi sürede yerine getirilecekti? Bunu iyi bileceğiz. İkincisi, bütün partililer ve zindan direnişçileri, özellikle bu konuda neyi ne kadar kavramışlar, neyi ne kadar yapıyorlar? Bunda hiçbir duygusallığa kapılmadan, hiçbir iyi veya kötü niyet ayrımı yapmadan, doğru veya yanlış yorumlar üzerine fazla tartışmaya da girişmeden, özlü bir biçimde ayırımı yapmak, kararlılığı hiç ertelemeksizin yapmak gerekir. Günleri kaybetmemek için, daha fazla mesafe açmamak için ve hatta çok kötü durumlarla karşılaşmamak için vazgeçilmez ve ertelenmez bir görev oluyor. Hiçbir kişisel gerekçeyle, bahaneyi şuraya-buraya yüklemeden içine girilmesi gereken bir tutum oluyor.
Önderlik ve onun uğruna boğuşma büyük bir olaydır
Bir önderlik yürütülürken, önderlik sorumluluğunu duyan, her yönüyle egemen olmayı esas alır. Bu işbirlikçi önderlikler için böyle olduğu kadar, mutlak bağımsızlık önderleri için de böyledir. Bu bir kuraldır. Verdiği diğer bir özellik de vardır; önderler temsil ettikleri iddiasında olduklarını bağlarlar, etkilerler, temsil ederler. “Ben bu kadarını beklemiyordum, böyle olacağını bilmiyordum, beni benden böyle çalmış, bu kadar rahatsızdım veya bu kadar iyi niyetle düşünmüştüm” demek sonucu değiştirmiyor. Önderliksel duruşu sağlamak, geliştirmek, daha da yükseltmek için yürütülen bir çaba vardır ve icrasını ben yapıyorum. Bununla çelişen, bununla savaşan, amansız karşı duran, açıkça karşı çıkan, muazzam bireysel çıkarları için bağlı olanlar bir bütün olarak görüldü, bunlara karşı savaşıldı ve belli sonuçlara ulaşıldı.
Bizim temsil etmekte olduğumuz Önderlik, bugün milyonların dilinde, hepinizin dilindedir ve bizim açımızdan aslında bu bir yüktür. Yürütmekten kaçınmayacağız. Ne kadar zorlansak da, herhalde uzun süre neye mâl olursa olsun, bu görülmek durumundadır. Her şeyin nasıl yaratıldığını biliyorsunuz. Başından günümüze iyi bilen, duyan, yorum getiren, uygulayan kişi olarak gereken yapılmıştır, yapılıyor ve yapılacaktır. Bu Önderlik bir sosyalist iddiayla ortaya çıkmıştır, o iddiayı sonuna kadar sürdürecektir. Bu iddiayı yarın bütün toplum için, insanlığın onurlu ve önde gelen bir toplumunun yaşam tarzı haline getirmek günümüzde imkan dahilinde olduğu gibi, kendi mensuplarına egemen kılmak için her şeyini ortaya koyacaktır. Bu iddia demokratiktir, halkın emek sahiplerini esas alıyor. Onların siyasileşmesi, onların siyasi ve ekonomik güç sahibi olması için her şeyini ortaya koyacaktır ve bunu amansız kılacaktır. Bağımsızlıkçı, özgürlükçüdür, bütün ilişkilerde bağımsızlık ve özgürlük eğilimini topluma, komşuya, insanlığa dayatacaktır. Onu yaşayacak ve yaşatacaktır. Bu konuda stratejik yanı kadar, taktik yanı da konuşturacaktır. Yaşam tarzını, en özel konudan tutalım en genele kadar bu temelde hazırlayacak, özgürleştirecek ve bütün insanlığa mâl edecektir. Devrimin kuralları dışında hiçbir geleneği, geçerli yasayı esas almadan, “dikkate alır, ama esas almaz” kendi kural-kaideleri içinde bunu yapacaktır. Söz kadar eylemiyle bunu kanıtlamanın önemini bilecek ve yapacaktır. Bir önderlik böyledir, buna öykünenler de aşağı-yukarı bu şeyleri yapmaya çalışır. Ben bu kapsamda, bu biçimlenişte bunu yapıyorum ve daha da yapmam gerektiğini iyi biliyorum.
Potansiyel önderler veya henüz çıkış aşamasında olanlar bu gerçeği bilirler. Onu şu veya bu biçimde değerlendirirler, güç alırlar, güç verirler veya karşı çıkarlar, savaşırlar, ihanet ederler, ikincil veya üçüncül dereceden rol oynarlar. Bütün bunları anlamak mümkündür. Bu konuda da hayli zengin olan PKK tarihine bakmayı bilmek gerekiyor.
Bizim yaptığımız Önderlik, kurumsal itibariyle nasıl bir gelişmedir? Eğer temsiline soyunuyorsanız bu nasıl olmalıdır? Önderlik halen kuramsal olarak geliştiriliyor. Genelde Önderlik, özelde Kürdistan gerçeğine uygulanmış, ulusal kurtuluşçuluk, toplumsal özgürlük böyle ifade edilmeli, böyle oluşmalı, böyle somutlaşmalıdır. Birey olarak da iyi bir icracı henüz olmadığı için, pratikte icra etme bir yük olarak omzumuza bindiriliyor. Onu da yaparız. Çok hevesli olmasak da, gönüllüsü olmasak da, iyi bir taliplisi olmadığı için, bunu da biraz götürebiliriz, nitekim bunu da yapıyoruz. Önderlik kurumunun gelişmesi açıktır. Şimdi bütünüyle toplumu etkiliyor.
Unutmayın ki, son yılların bütün önderliksel çıkışlarında kurumsal olarak, gerek oluşturmada, gerekse onun ifadelenişi özenle yapılmıştır. Kendiliğinden, özgün çabalarla da vücut bulmuş bir olay değildir. Kürdistan özgülünde bir önderlik kurumu gelişirken, bugün çok çeşitli öğeler geliyorlar. Bazıları TC’nin en başındakilerine bizzat ulaşarak, bunun sonucunu kullanmaya çalışıyorlar. Bazıları bundan çok yüklü maaş alıyorlar. Yüz binlercesi bu önderliğin açtığı ortamın karşı tarafında yer alarak, yüz binlerce kişinin maaşını alıyorlar ve bunun gibi bir sürü örgüt, örgütçük ortaya çıkıyor. Hepsi gelişen önderlik şahsında payını almak istiyor. Bu normaldir. En az dürüstlüğüyle buna bağlanan kadar, onu istismar etmek isteyenler de çıkacaktır. Ve bunların olanakları da artmıştır. Her şeyden önce, eskiden teorik düzeyde bile konulamayan bu olay, şimdi çok somut maddi olanaklarla yaşanıyor. Ve bunların da nasıl geliştirdiğinin yakın tanığıyız.
Demek ki şuna dikkat edeceğiz; genelde önderlik kurumu, teorik düzeyde, maddi olanaklar düzeyinde, maddi veya manevi bir güç olarak oldukça gelişmiş birçok tutkuları, birçok hevesleri uyandırmış ve dağdaki çobandan tutalım üniversitedeki profesöre kadar, hepsi az-çok ilgilenmeye başlıyor, kendine göre bir yer yapmaya çalışıyor. Bu olağan olduğu kadar, yeni bir durumu veya olağanüstü yeni bir durumu ifade eder. Bu konuda PKK’nin içinde büyük bir savaşımı yaşanmaktadır ve savaşımın başat yanı, emeğin sahiplerine siyasette de, ideolojide de, örgütlenmede de Önderlik tanımı biçiminde bir konumdur. Biz bunları özenle açıklığa kavuşturduk. Bununla yetinmedik, gerekeni yaptık ve halen de görevlendirmeler pratikte yoğunca böyle yapılmaktadır.
Önderlik ve onun uğruna boğuşma büyük bir olaydır. Ben halen kendimi dört dörtlük önder yerine koymuyorum, fakat büyük bir savaş yürütüyorum. Şunu da hemen belirteyim ki, oldukça alçakgönüllü davrandık ve Önderlik olayını geliştirmek için her şeyimizi verdik. Ama biz henüz savaşı bırakmadık. Bize dost, düşman herkes tarafından her şey yapılmak istenmiştir. Ama buna rağmen halen peşinde koştuğumuz savaşım konuları, savaşın kendisi vardır. Yadırgamıyorum. Önderlik olayında artık tarih konuşuyor, bir halk konuşuyor, her şey olacak ve sen de buna katlanacaksın, o yeteneği göstereceksin!
Önderlik gerekleri yetenekler elverdiğince yapılmaya çalışılıyor. Karşınızda çok olumladığınız, çok değişik biçimlerde kavramak, benimsemek durumunda olduğunuz bir olay, bir olgu, kişilik yok. Bunu iyi anlayacaksınız. Ne sizin bağlılıklarınız sizi bu biçimiyle bazı sonuçlardan kurtarabilir, ne karşınızdaki kişi size istediğiniz gibi hareket etme şansını verir. Önderlik olayında buna yer yoktur. Bağlanma kadar, temsilde de buna yer yoktur. İster lehte, ister aleyhte gereken neyse yapmak, sizin de kendinize sahip çıkmanızın doğru tarzıdır.
Geçmiş, bugün ve gelecek arasında köprü kuruyoruz
Kapsamı derinliğine çiziliyor, kapsam üstüne kapsam yaşanılıyor, biçim üstüne biçim yaşanılmaya çalışılıyor. Bu sizi çok yakından enterese eder. Buna ulaşmak, yaşamak mümkünse, temsil etmek önemlidir. Her şey biraz özgürce, gönüllüce tayin ediliyor. Gönlünüzü, özgürlüğünüzü korumak istiyorsanız ve bunu bir önderlik imkan dahilinde görüyorsanız, bağlılığınızı, temsilinizi en az yürütülen kadar, esasta bağlayıcı olan kadar yürütmek için, kavrama ve uygulama, yeteneğinizi sürekli gözden geçirerek, düzeltecek ve yetkinleştireceksiniz. Bütün belirtiler, kanıtlar şunu gösteriyor ki, bu büyük direniş genelde ve özelde direniş şehitlerimizin anısını ve vasiyetine bağlı olarak yürütülmekte olan bir savaştır. Bu savaşın bütün yönleriyle, ideolojik-politik, pratik hazırlıkları, her cephede, her alanda bağlantılarıyla, büyük fedakârlığıyla, büyük şehitleriyle bu noktaya getirildiği açıktır. Ve bütün PKK olumluluğun bir sentezi, somut bir ifadesidir.
1982 direnişçiliğinin Önderliği kurtarmak istediği belliydi. En son ne deniliyordu? Bir savunma hakkı verilirse, fazla şehit vermeye gerek yoktur. PKK’nin adını anma ve savunma tek şart budur. Gerekirse fazla şehit vermeye gerek yoktur. Bunun için şahadete ulaşılıyor.
1982 Direniş doruğu eşittir; iğne ucu kadar bir imkanı bulup örgütlenme, siyasileşme, askerleşmedir. Savaş, her an iğne ucu kadar fırsattır, bulduğunuzda yapacaksınız. 1982 direniş anısına, vasiyetine bağlılık ancak böyle olabilir.
Bugün vesilesiyle bu büyük kararlılık ve eylemlilik anısına verilecek en iyi cevap; çok açık ve kanıtlanmış olan parti doğrultusu kadar, onun büyük eylem gücüne, militanlığına, ikirciksiz ve savsaklamadan, onun şu veya bu yerinde olmayan, bütün bunlara fazla meydan vermeyen katılımı göstermektir. Onların anıları bundan başka bir biçimde layık olma sıfatına hak vermiyor. İnanıyorum ki, PKK’nin bugüne verdiği karşılık da bu temeldedir. Egemen olan yan tamı tamamına bütün direniş şehitlerimizin böylesine bir onur gününe layıkıyla karşılık verme biçimindedir. Şimdiye kadar onların anılarına bu temelde yüksek bir duyarlılıkla ve sorumlulukla yaklaştık. Daha çok da iğne ucu kadar fırsatı ve imkanı yaratarak, ona örgütsel anlamda, dağda sürdürülen silahlı mücadele anlamında en önemli yeri verdik. Her koşul altında sınırlandırılamayan siyasi faaliyete ve onun daha da yoğunlaşmış ifadesi askeri ve silahlı faaliyete tüm gücümüzü sarf ederek en iyi karşılığı verdik ve ispatladık. Düşüncemiz bu işe başarı şansı veriyorsa, biz bu düşünceye doğru düşünce adını takarız. Bundan uzaklaştırıyorsa, yanlış düşünce olduğunu söyleriz. Eylemimiz bu temeldeyse, biz buna doğru eylem deriz. PKK’nin bu temelde yürütülüşü doğru Önderliksel yürütülüşüdür. Bunun kanıtı bugün, milyonların partiye ölümüne bağlılığıdır. Yine başta zindan olmak üzere, bütün direnişçilerin ölümüne partiye olan bağlılığıdır.
Bundan sonrası, hiç şüphesiz kazanımların daha da zaferi yakınlaştıracak tarzda değerlendirilmesi ve yürütülmesi olacaktır. Geleceğe ilişkin yansıtılması gereken karar, hiç şüphesiz, bu onuncu yıla girişin bütün derslerini iyi çıkarmak, imkan ve olanaklarını iyi birleştirmek, bütünleştirmek, temsil gücüne ulaşmaktır. Yine varsa bu konuda yanlışı, eksikliği görmek ve gidermektir. Bu geliştirilen bir kararlılık ve pratik olabilir, ideolojik ve siyasi seviye kazanma olabilir, örgütsel ve askeri seviye tutturmak olabilir. Bütün bu konularda eksikliği gidermek, yanlışlığı aşmak, böylece geleceğe daha güçlü yürümek şansını elde etmektir. Sonuç budur. Hiç şüphesiz geçmiş, bugün ve gelecek arasında köprü kuruyoruz. Kendi şahsımızı ön plana çıkarmadan ardı ardına sürdüreceğimiz sonuçlar, zafer biçiminde daha da somutlaştıracağımız yürüyüş bu olacaktır. Kesinlikle bundan sonraki yürüyüşümüz zaferi mümkün kılan nitelikte olmalıdır. Bundan başka bir yürüyüşe ne kendiniz için, ne bütün parti için şans vermeyin!
Bundan sonraki yürüyüşümüz zaferi mümkün kılan nitelikte olmalıdır
Bize on yıl önce, Diyarbakır gibi merkezi bir yerde, bir ölüm sessizliğini, bir zulüm kalesini direniş abidesine dönüştürenlere, bugün çok büyük bir kalkışla cevap vermekle, özgürlük tarihine nasıl yaraşır olunacağının ispatını gerçekleştirdik. Zafer konusunda sadece inançlı olmaya değil, onu nasıl en zor koşullarda, olanaksızlıklarda kazanılabileceğinin de büyük ispatına ve ondan da öteye olanağına sahibiz. Mesele, bütün bunları iyi görmek ve ustaca kullanmaktır. Eğer bundan sonra bu yetenek gösterilirse, mevcut olanaklar kesinlikle zaferi imkan dahiline sokmuştur. O halde, yenilginin hiçbir gerekçesi yoktur. Artık parti içinde gerekene layıkıyla karşılık vermemek, onda kendini ve kurtuluşunu görmemek düşünülemez.
Bütün bunlar çok açık ve net olarak, kesinlikle zafersel yürüyüşün emredici niteliğinin yerinde olduğunu, kesin olduğunu, hiçbir karşı itirazın yerinde, doğru ve yetkin olmayan katılımın bile gerekçesinin olamayacağını gösteriyor. Bir kez daha PKK kahramanlığı böyle vurgulanırken, mevcut imkan ve olanakların, zaferi elde etme dışında gerekçesi ne olursa olsun başka türlü kullanılamayacağını, hele hele ciddi yenilgilere ve kayıplara yol açacak bir biçimde kullanılamayacağını belirtiyoruz. Her zamankinden daha fazla verilmesi gereken bir can bedeliyse, onu da vermekten çekinmediğimizi, ama mutlaka bunun içinde zaferi kesinleştiren bir bedel olacağını belirtiyoruz. Bu şekilde başta partimizin kadrosal varlığını, silahını ve kitlesini yürütüyoruz. Bu yürütülüş nereden bakılırsa bakılsın, ancak bu temelde zafere yönlendirilebilir ve bunun dışında da başka hiçbir şeyi, ne esas alır, ne de kabul eder.
Tarihin böyle bir doruk noktasında “ben de varım” diyenler, geleceğin üzerine bu bilinçle, bu irade keskinliğiyle yürümesi gerektiğini de iyi bilenlerdir, bunun için yüreğini iyi hazırlayanlardır. Vuruş tarzını tamı tamamına mümkün kılacak tarzda güçlü kılanlardır. Biz bundan sonrasına bu temelde önderlik edeceğiz. Halkımıza verilen sözün gerekleri böyle yerine getirilecektir. Halkımız kendi öz savaşımına böyle kaldırılacaktır, yürütülecektir. Böylece insanlığa da verdiğimiz sözün bu olduğunu her zamankinde daha fazla kanıtlayarak, hiç de küçümsenir bir gerçek olmadığımızı, insanlığın gerçeği kadar, insanlığa lazım olan bir gerçeklik olduğumuzu da kanıtlayacağız. Bu temelde, bu büyük kararlılık ve eylem birliğine mücadeleyi mutlaka zaferle taçlandıracağımıza dair bir kez daha söz veriyoruz!
Önder Apo
14 Temmuz 1991
Bitti